Rijkaard sanırım dün bir kurtarma sınavı yaptı. Biliyorsunuz, günlerdir devre arasında kimlerin gidebileceği, hangi bölgelere transfer yapılacağı yolunda haber yağmuru var. Aydın, Alparslan, Linderoth vs. Dün kimlerin adı geçiyorsa, sahadaydı. Keita ve Servet’in eşliğinde, A2 takviyesiyle... Sanki gösterin kendinizi kalabileceğinizi ispatlayın diyordu onlara.
Ancak iyi niyetli bir hocanın tavrından çok, kazıkçı matematikçi gibiydi Hollandalı. Aydın santrforda, Alparslan ve Caner bekte... Ortada bir santrfor olmadığından Linderoth’un Barış’la birlikte oraları doldurması gerekiyordu, yine vs.
Yani Hollandalı dün kurtarma yazılısında en kolay soruları değil de, çalışılmayan yerlerden soran hocaydı.
Graz’ın ilk maçta ispatladığı üzere, disiplinli, ayağa pas, sürekli basan, zaman zaman yıldırıcı fauller yapan bir rakip oluşunu da bu duruma eklerseniz, gençlerin işi çok kolay değildi.
Buna rağmen oyuna arayan taraf olarak sarı kırmızılılar girdi. Keita solda, özellikle Serdar Eylik sağda çok iyi çalıştı. Ancak bu bölüm, santrforsuzluktan kimsenin olmadığı bir yere asistler şeklinde geçti. Kabul edelim ki, kanat için dahi fazla zayıf kaçan Aydın’a ekstra zor sorular sormuştu
Roberto Carlos, Juan Fran, Güiza, Nihat, Leo Franco, Del Bosque, Aragones, hatta Rijkaard/Neeskens...
Son dönemde Türkiye’ye gelen İspanyollar ve artık İspanyollaşmış oyuncular, teknik adamlar.
Her biri kendi çapında bir marka...
Ama çoğundan beklenenin onda biri dahi alınamadı.
Bu bir tesadüf olamaz.
Hagi, Popescu, Carew, Makukula,Toledo gibi başarılı isimler de var kuşkusuz, ama onlar da fazla uluslararası. Oyun yapıları itibarıyla tam olarak İspanyollaşmış değiller.
Öte yandan genel olarak İtalya’dan gelenlerden beklentinin üzerinde bir verim alınabiliyor. Ferrari, Giunti bir dönemi için Appiah gibi.
Beşiktaşlı oyuncuların bu yapı içinde ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştıklarını da eklemek lazım
Mustafa Denizli, takımının kısmen kemale erdiğini düşünüyor olmalı. 2 haftadır sezon standardının üzerinde açık oynuyorlar. Savunmanın önündeki 2 oyuncuyu savunmanın değil orta sahanın bir parçası olarak gören bir oyun bu. Doğal olarak oyun daha geniş bir alanda oynanıyor. Savunma ligin başında olduğu kadar kalkanlı değil. Top oynamaya çalışıyorlar.
Bu büyük bir takıma daha çok yakışan daha güzel oyun. Ama daha iyi mi, diye sorarsanız, hayır daha iyi değil. Çünkü bu oyunda delinmez gibi gözüken savunmanın o kadar da delinmez olmadığı görülüyor. Ligin 14 golle en düşük ikinci skoreri Manisa’nın bolca pozisyona girişi bundan. Dün Güven, Mehmet Güven, Isaac’le çok önemli pozisyonlardan yararlanamadılar.
Sivok ve Ferrari’nin savunma stratejili oyunda birebirdeki başarılı performansı bu startejiyle oynadığınızda o kadar da parlak durmuyor. Daha çabuk deliniyorlar. Daha çok yoruluyorlar.
Yanlış anlaşılmasın. Denizli’yi eleştiriyor değilim. Büyük takım bu zihniyetle, bu stratejiyle oynamanın yollarını arar. Bu kadar az gol atan, öte yandan çok da az yiyen takıma karşı
Bu kadar durgun bir maçın ilk 30 dakikasında 3 gol, 70 dakikasında 5 gol olabilmesi küçük çaplı bir mucizedir. Bunu bir kenara yazalım.
Sonra da bunun nasıl olduğuna bakalım. Galatasaray’ın ideal savunmasından 3 oyuncu yok. Sol bekte sol bek olmayan ve muhtemelen olması da zor olan Caner, göbekte takımın en formsuzu Hakan ve sakatlık sürecinin psikolojik etkilerini atlatamayan Uğur... Çok basit çapraz uzun toplara ya da ara paslara tepki veremediler. Ya da ilk goldeki ofsayt taktiği denemesinde olduğu gibi korkunç reaksiyon gösterdiler. Öyle ki Sedat topa vurduktan sonra çıktılar. Olacak iş değil.
Olmayacak bir diğer iş ise şu pasif ofsayt kuralının anlamsızlığı. Yardımcı ve orta hakemlere müthiş bir yük bindiren, tribünde izleyenlerin asla doğru kararı vermeyeceği bir garabet bu. Ve iki gol de bu garabetten geldi. Platini buraya bir el atsa fena olmayacak. Yoksa böyle olacağına ofsaydı kaldırsalar daha iyi (Ali Taran’ın kulakları çınlasın).
Maçın bu noktaya gelişi başka bir yönüyle daha inanılmaz. Orta sahada hiç baskı yapmayan, hiç pas yapamayan Antalya’nın 21 dakikada 2-0 öne geçişinden bahsim. Galatasaray o ana kadar 6 orta sahayla oynamasına rağmen, bu hiç pas ve baskı
Mustafa Denizli, CSKA’nın Necid’le tek santrforlu, arkasında Dzagoev’le oynayacağından hareketle, sağlam Rüştü - Sivok-Ferrari üçlü savunmasının temelde yeterli olacağını düşünmüş olmalı.
Böyle düşünmüş olmalı ki, Ernst ve Fink’ten iki yönlü hatta daha çok hücum yönünde yararlanırken Toraman’a sadece Dzagoev’i takip emri vermişti. Belki de genç oyuncunun ilk maçtaki ekstra oyunundan çok etkilendiğinden... Şunu söyleyelim, adam adama savunma bugün savunma değildir. Bir kişiye odaklanmak karşınızda alan oyunu oynayan bir ekip varsa (ki artık herkes öyle) sadece sizi eksiltir.
Golün tam da bu sebeple, Toraman’ın alan/top önceliğini unutup Dzagoev’e odaklanmasından gelmesi iç acıtıcıydı.
Önde oynaması gereken takım Beşiktaş’tı ve CKSA’da Mamaev, Aldonin ve Krasic’in nasıl dikine gidebildikleri de bilinen bir gerçekti. Zaten Beşiktaş önde oynayarak başladı. Bahsi geçen oyuncular da fırsat bulukları her an Beşiktaş kalesine indiler. Toraman’a mı kızmalıyız, Denizli’ye mi? Bu plana sadık kalan Toraman’a mı? 20 yıldır şu adam adama hikayesinden vazgeçmeyen hocaya mı?
Maçın başında Tello’nun Fink’in harika pasıyla Akinfeev’le karşı karşıya kalışında gol gelse belki oyunun
Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ligde bu kadar bunalmışken Avrupa’da zirvede oluşunu nasıl açıklayabiliriz? Çoğumuzun gerçek sahne olarak gördüğü Avrupa’da tarihlerinin en parlak dönemlerinden birini yaşarken ligde böyle ablukaya alınmış olmak nasıl izah edilebilir?
Düne kadar her başarılı büyük için birbirimize “Bu takım lige yeter de peki ya Avrupa” diyen bizler bu durumu nasıl açıklayacağız? (Gerçekten de yetmiyordu) .
Bunun üzerine tonla espri üretmedik mi ‘Annenizin ligi’ bu dengesizlik üzerine çıkmış bir latife değil mi? Evinde fırtına gibi esenler dışarıda hep perişan olmadı mı?
Peki ya bugünkü 180 derece farklı durum?
Gerçek şu ki; bugün tezat kendi tezadını yarattı. Artık Avrupa’da standart üstü, ama ligde sıkıntılı büyüklerimiz var.
Fenerbahçe bunalımın göbeğindeyken Hollanda Lig liderini hem de deplasmanda deviriyor. Elimizdeki istatistikler bizi yanıltmıyorsa, Hollanda’da maç kazanan ilk takım onlar. Halbuki bir hafta önce içeride bir hafta sonra dışarıda ligde perişan.
Galatasaray, Yunanistan’ın marka takımı Panathinaikos’u içeride dışarıda, hemen hiç zorlanmadan deviriyor diğer taraftan. Onun da perişanlık katsayısı yakın. Ve ikisi de gruplarında lider.
Gerçek şu: Galatasaray sahadayken en heyecanlı anlar top Arda’nın ayağına geldiğinde sahneleniyor. Kornere gittiğinde de, ceza sahasına girdiğinde de, çizgi kenarında topla buluştuğunda da... Arda yetenekleriyle önemli bir oyuncu ve dedim ya top ona geldiğinde her şey çok heyecanlı oluyor. Takımın en çok topla buluşan oyuncularından biri olduğundan ve fazlasıyla inisiyatif aldığından bu heyecanlı anlardan çokça yaşanıyor. Peki! Daha iyisi, heyecandan fazlası, hem kendisini hem takımı bir gömlek yukarı çıkaracak bir şey mümkün mü?
Onun zekâsında bir adam için hem çok mümkün, hem de çok kolay. Gereken sadece biraz daha basit oyun. Biraz daha hızlı düşünüp, çabuk oynayarak bu heyecanın ötesine geçmek... Etrafında Elano, Nonda ve özellikle bu basit ve etkili oyunun dünya çapındaki marka oyuncularından Kewell varken...
Arda’nın çok yetenekli bir oyuncudan bir üst sınıfa geçişi, Galatasaray’ı da bir kademe yukarı çıkarışı böyle mümkün olacak. Bunun için ideal bir kadro ve teknik adamla çalışıyor. Umarım bunun değerini bilir.
Dün Panathinaikos maçında olduğu gibi, ilk 70 dakikada sezon başındaki sürat, genişlik ve verimlilikle olmasa da rakip yarı sahada topa sahip olup oyuna
Trabzonspor ve Manchester United’ın ahı tuttu diyebiliriz. Çünkü hiç kuşku duymadan bu yıl seyrettiğim en tam ve en iyi Beşiktaş’tı. Gol vuruşu kalitesi hariç tabii...
Sürekli ceza sahası içindeydiler. İsmail ve İbrahim forvetin bir parçası gibiydi. Ferrari ve Sivok da neredeyse hep rakip yarı sahada... Tüm bu hücum önceliğine rağmen Rüştü’ye ilk top 48’de geldi. Güvenli, disiplinli ve çok şey arayan taraf onlardı.
Tabii bir kontratak üstadı olan Ziya Doğan’ın takımından beklenmeyecek bir plansızlığın da buna katkısı büyüktü. Tazemeta’ya uzun ve yüksekten top atarak, Ferrari ve Sivok’un onu çiğ çiğ yemesine yol açmak dışında bir şey yapamadılar. Dolayısıyla kaptıkları her top 2 saniye sonra yine Diyarbakır ceza sahası çevresine geldi. Beşiktaşlılar neredeyse hiç geri koşmak zorunda kalmadı. Ve dolayısıyla Beşiktaşlıların ne aralarındaki mesafe açıldı ne de yoruldular.
Bu baskının karşılığında Ferrari, Nobre, Nihat sonra Bobo’yla çok net pozisyonlar yakaladılar. Ama hem onlar kötü vurdu, hem Gökhan, Gençler formasıyla büyük takımları deli ettiği günlerdeki gibiydi. Bir nevi Trabzon’da Hakan, Manchester’da Rüştü kıvamındaydı.
Sonra Denizli, Beşiktaş’ın baskı oyununu daha da