Röportaj için Gürhan Harman’ı aradığımda, “Biz aslında seneler önce karşılaştık,” dedi. İlk önce aklımda bir şey canlanmadı. Sonra anahtar kelimeleri “kutusuyla birlikte vintage Pelikan 120” demesiyle birden yıllar öncesine gittim. Bilindiği gibi kalem tamiri dendiğinde akla ilk gelen kişi Murat Usta olur, biz de Sirkeci’de tıpkı hemen yan tarafta bulunan asırlık Büyük Postane’ye benzeyen ve bir tür canlı sosyal medya platformu gibi insanları kendisine çeken, bir araya getiren bir cazibe merkezinde yani ustanın dükkanında karşılaşmıştık.
Günümüzden yaklaşık 6-7 yıl önce bir tatil günümde Mürekkepbalığı dergisi için ustanın dükkanında fotoğraf çekiyordum. Bir zamanların öğrenci-öğretmen kalemi olarak ünlenen Pelikan 120’den söz edildiğini duydum, Murat Usta tezgâhın arkasından uzanarak birisine Don Quijote’nin yazarı Cervantes’e adanan dolmakalemin ucunda yel değirmeni gravürü var. kutusuyla birlikte o güzel kalemi uzattı. Kimseye karışmamıştım o saate kadar ama o kutunun
Marc Newson ve De Bethune işbirliği ile yeni bir kum saatinin tanıtılması, bu yılın en heyecan verici haberlerinden biriydi. Çünkü kum saatlerinde her biri 0.6 mm çapında mavileştirilmiş çelikten yapılan 127 milyon nano-küre bulunuyor.
Çağdaş sanatın en önemli kurumlarından Gagosian Gallery tarafından temsil edilen tek tasarımcı Marc Newson ile yaşayan en büyük saat ustalarından Denis Flageollet bir araya gelince ortaya çıkan şey sıradan bir kum saati değil, müzelerde sergilenecek bir sanat eseri oluyor. Marc Newson’ı bilenlere uzun uzun anlatmaya gerek yok ama hafıza tazelemek için bir iki bilgi vermek gerek: Müşterileri arasında; Louis Vuitton, Leica, Hermès, Montblanc, Nike, Hennessy, Dom Pérignon, Jaeger-LeCoultre ve Apple (saat) var.
Nautilus’u tasarladı
Newson, Hermès’in ilk yazı aracı olan Nautilus isimli kalemi de tasarladı. Sade, basit ve neredeyse ham bir görünüme sahip, klipsi ve halkası olmayan Nautilus yenilikçi bir geri çekilebilir mekanizma sayesinde kapağa da ihtiyaç duymayan bir kalem. Bu arada Nautilus insanlık
Sefahan Çildan, 49 yıldır makine üreten bir aile şirketinde çalışan bir koleksiyoncu. Onu diğer koleksiyonculardan ayıran şey ise evindeki 3 boyutlu yazıcıyla hayranlık uyandıran dolmakalemler üretmesi.
Dünyada 3 boyutlu yazıcıyla kalem üreten çok insan var ama bu konu daha önce hiç ilgimi çekmemişti; gördüklerim çirkin kalemlerdi. İşin dünya kısmı çok iç açıcı değil fakat ülkemizde kendi çabasıyla bir şeyler üreten birileri var. Onlardan biri de meraklı, zeki, mütevazı ve azimli bir mühendis olan Sefahan Çildan (veya sosyal medyadaki ismiyle Sefa Han @hanpenofficial) kendine özgü kalemler yapıyor. İlgimi çeken şey ise şu: Güzel memleketimizde biri bir şey yapmak istediğinde işe genellikle çok arabesk bir tasarımla başlar, şimdi ise ilk defa bu kadar güzel ve rafine estetik zevk barından dolmakalemler görüyorum. Aslında Sefahan Çildan’ın ilk yaptığı şey bir kalem değilmiş, önce 3 boyutlu bir yazıcı yapmış, ardından kalem üretmiş. (Çalıştığı şirketin alanında saygın bir
Dünya üzerinde çok az dolmakalem ucu şekillendiren uç ustası var. En genci ise bu söyleşinin konuğu olan 21 yaşındaki üniversite öğrencisi Ahmet Çarpık olabilir.
Yaklaşık 12 yıl önce kalemlere olan düşkünlüğüm artık geri dönüşü olmayan bir noktaya vardığında hem bildiklerimi paylaşayım hem de yeni şeyler öğreneyim diye Erguvan Kalem adında bir blog kurmuştum. Yine de bu merakımın bir sınırı var diye düşünüyordum. O zamanlar ince (F) orta (M) ve kalın (B) uçlu kalemler dışındaki özel uç türlerini bilmiyordum görmemiştim, anlamıyordum, hepsi çok oyuncaklı işler gibi geliyordu bana. Sonra bu konudaki ilk blog sahibi olan Ali İkizkaya ile tanıştım ve çok çok farklı uç türlerinin varlığını öğrendim. Çok ince (EF) yanında çok kalın (BB) uçları gördüm. Ardından 1.1 mm kalınlığındaki stub uçlar ve UEF (iğne uçlu) kalemler ile tanıştım. Meğer bu özel uç dünyası uçsuz bucaksız bir alanmış ve hiçbir uç türünde bir
Bu hafta sizi, saçından saatine kadar renklere düşkün ve tutkulu bir koleksiyoncu, şair ve editör Nergihan Yeşilyurt ile tanıştırmak istiyorum.
Yeşilyurt, “Dolmakalem benim için bir yol arkadaşı, kullan at çağına karşı bir direnç noktası gibi. Kalemlerim benim bebeklerim” diyor.
Nergihan Yeşilyurt bir şair, “Otomatların Marşı” isimli bir kitabı var ve birçok derginin mutfağında yer almış çok meraklı bir editör. Bütün bu özelliklerin yanında benim tanıdığım en renkli ve net fikirleri olan koleksiyoncu olabilir, sadece sahip olduğu kalemler açısından değil, bileğindeki Swatch saatten saçına kadar renkli ve kararlı bir insan. Bense tam tersiyim, siyah renkli kalemleri çok seviyorum, özellikle siyah ve gri renkli mürekkep şişeleri biriktiriyorum, dolayısıyla bu söyleşi kendimi sorgulamama neden oldu. Şairin çantasından çıkan her kalemliğin içinden farklı renklerde ve biçimlerde kalemler çıktıkça bende de yeni bir merak uyandı.
*Tahmin ediyordum Nergihan ama bu kadar çok renkli ve desenli kalemin olduğunu
Sevdiği hiçbir şeyi az sevemeyen mimar Kâmil Özkartal, 1962’de 10 yaşındayken aldığı ilk kalemiyle başlayan koleksiyonu onu alıp başka yerlere götürmüş. Aklımı kurcalayan bir konuyu, 9 yıl önce almak istediği kalemi neden bunca yıl almadığını da sordum...
Mimar Kâmil Özkartal ile ilk kez 2013’te Mürekkepbalığı dergisinin ilk sayısında yayımlanan röportaj vesilesiyle tanıştım. Pandemi nedeniyle verilen zorunlu aradan sonra tekrar karşılaşınca bir kez daha anladım ki Kâmil Özkartal’ın yazıya, kaleme duyduğu tutku ve heyecan hiç solmamış. Kalem dünyasında tanınan sevilen ve gıpta edilen biri olsa da tanımayanlar için kısaca anlatarak başlayayım:
Kâmil Özkartal’ın kalem merakı, mimar olmasına da neden olan büyük kuzenine özenmesiyle 1962’de başlamış. Bayram harçlıklarını biriktirip Beşiktaş’taki Birsen Kırtasiye’ye gitmiş ve mekanik bir kurşunkalem almış.
En değerli kalem
10 yaşındayken kendisini mimar gibi hissettiren bu kurşunkalem, koleksiyonun ilk önemli parçası ve Kâmil Bey için
Fernando Pessoa bir gün kalemini masaya atar ancak masa eğimli olduğundan kalem geri gelir, “Bir anda anladım her şeyi.” der Pessoa. Yazarın anladığı şeyin koleksiyonumda artık olmayan bir kalemle bağlantısı olduğunu düşünüyorum
“Teşebbüs eden tesadüf eder” deyimini ilk kez musahhih Kemal Kırar (1963-2019) ile yapılan bir söyleşide görmüş (ruhu şâd olsun) yazıyı kesmiş, özenli bir a4 kağıda yapıştırmıştım. Altını çizdiğim bu cümle ise her türlü koleksiyonun gidebileceği yolların özlü bir tarifidir diye düşünüyorum.
Koleksiyoncu dediğimiz kişi ister kadın ister erkek ister genç ister güngörmüş olsun, kendisi at sırtında giden bir meraklı gibidir. Yavaş da gidebilir hızlı da manzara sürekli değişim gösterir, kişi daima ilerler. Bu arada koleksiyon çoğalır, güzel tesadüfler ve bazen kayıplar olur. Olsun, her koleksiyoncu bir parçayı kaybedebilir ama merak içinde olduğu sürece içindeki ateş küllense de sönmez için için yanmaya devam eder. Bir kere (teşebbüs
Yıllar önce yapılmış bir sohbetin notlarına baktım ve düşüncelere daldım. Bir gün akşam üzeri kalemsever bir dostumla Nakaya Midori üzerine sohbet etmişiz. Yine de söz ne zaman kalemden açılsa konu hep mürekkebe gelir...
Yıllar önce yapılmış bir sohbet olsa da o akşamın titreşimleri hiç azalmadı ve usulca sürüp gidiyor. Hani devasa çanlar aslında hiç susmazmış, durdukları yerde normalde insan kulağının duyamayacağı bir frekans ile titreşimler yaymaya ve “ses çıkarmaya” devam edermiş ya benimkisi de öyle bir şey. Bazı sohbetler unutulmaz. Aslında öyle çok önemli konu var ki hayatımızda belki de bunların bir önemi yok ama önemli bulmuşum ki önce deftere yazmış sonra da blogumda paylaşmışım.
O zaman önce klipsi olmayan bir Midori üzerine konuşmuş ve bir kalemde klips gerekli midir değil midir diye tartışmışız. Ben klipsi olmayan kalemlerin gömlek cebine bile yakışmayacağını iddia etmişim, dostum ise bütün kalemlerin güzel olduğunu sadece kullanılmayan kalemlerden yana olmadığını söylemiş.
Eco’nun