Şair, düzeltmen, editör, yazar, okur ve “defter filozofu” Nihat Ateş ile sohbet etmek benim için her zaman ufuk açan bir deneyimdir, göreceğiniz gibi yine öyle oldu.
Nihat Ateş ile 2012’de, yaptığımız ilk dolmakalem toplantıları vesile oldu da tanıştım. Gerçi o toplantılara hiç gelemedi çünkü Cumhuriyet gazetesinde akşamları çalışıyor, düzeltmenlik yapıyordu. O dönem gazete binalarımız yakındı. Nihayet bir gün iş çıkışı yanına gittim, ilgi alanlarımız ortak olduğundan hemen kaynaştık. Nihat, beş şiir ve bir eleştiri kitabıyla kültür hayatımıza katkıda bulunmuş biridir. Ayrıca “Mürekkepbalığı” dergisine yazdığı defter yazılarıyla dergicilik tarihimize de geçmiştir. O zamanlar meraklılar hep kalemden konuşuyor defteri önemsemiyorlardı. Nihat’a bu konuyu önerdiğimde beni kırmadı ve belki de dünyada bir ilki gerçekleştirdi, süreli bir yayında düzenli olarak defter üzerine düşünüp, deftere dair benzerini hiçbir yerde okumadığım kavramsal yazılar yazdı.
Sevgili Nihat, yazıya dair
Antik Çağ’da yaşamış şair Pindaros 2 bin 500 yıl önce “İnsan ancak bir gölgenin rüyasıdır” diyordu. Yeryüzünün gölgesi de gazetedir belki...
Gazete kelebek gibidir. Bu cümle sabahları yakındaki bakkala gidip “Milliyet“ ve “Posta” gazetelerini alırken hep aklıma geliyor. Daha dün bayilere dağıtılmış gazeteyi bugün arayın bulamazsınız, uçup gitmiştir.
Yine bir süreli yayın olan dergi ise gazete gibi değildir ama onu da saklamak zordur, rafta tutabilmek için “Türk Dili” dergisinin 70’li yıllardaki özel sayılarından biri (mektup konulu özel sayı efsanedir) veya “Gergedan” gibi sıkı bir dergi olması gerekir. (Rönesans özel sayısını kaybetmiş, yeniden edinmek için az uğraşmamıştım.) “Fol” gibi zamanında dergicilik dünyamızda fırtınalar estiren bir dergiyse eğer zaten boyutları gereği hiçbir rafa sığmayacaktır. Bir koleksiyonerin evine konuk olmuştum, kütüphanesindeki kitapların arasında “Mürekkepbalığı” dergilerini tam takım görünce çok
Yaptığı işin felsefesini düşünen sanatçılardan birini tanımak için bu hafta Serkan Akyol ile konuştum. Kendisi sıradan bir çizer değil aynı zamanda çok yetenekli bir tasarımcı ve koleksiyoner
Avukat Bülent Ünlü ile yaptığım röportajda masadaki bir kalemliğin üzerinde enfes bir çizim gördüm. Kimin tasarımı olduğunu sorduğumda Bülent Bey, çizer Serkan Akyol’dan övgüyle söz etti. Ben de merak ettim ve aradım. Sonrasında kendimi Kadıköy’de küçük bir dükkânda buldum, camekanın üzerinde Atelier Mono yazıyordu. İçeride yüzlerce kurşunkalem vardı, bir rafta versatillerin arasında tasarım harikası ağır pirinç kalemtıraşları inceledim. Böyle bakıldığında Atelier Mono bir kırtasiyeye benziyor ama tam değil. İçerisi aynı zamanda bir sanat galerisi gibi, rengarenk çantaların, kalemliklerin ve defterlerin her birinin üzerinde çizimler, duvarda da resimler var. Bir duvar ise kitaplarla dolu. Dükkânda, bilgisayar çantasından sırt çantasına kadar her şey özgün
Koleksiyoncular, araştırmacılar, dilbilimciler, arkeologlar, şairler, tarihçiler, arşivciler, düşünürler ve benzeri meşguliyetleri olanlar nedense bazı insanları rahatsız eder. Bu kişilerin yaptığı işlerin pratik yararlarının olmadığı, faydasız işlerle uğraştıkları söylenir durur. Hiç unutmuyorum üniversitede hangi bölümü okuduğumu soran büyüklerime “Arşivcilik” dediğim zaman acımayla karışık üzüntülü bir bakışla karşılaşır ve her defasında eleştirilirdim. Felsefe, arkeoloji ve Hititoloji okuyan arkadaşlarım da aynı bakıştan çok rahatsızdı, üniversite koridorlarından bu nedenle bazen dertleşip gülerdik. Çünkü biz koleksiyonculara hayrandık, arkeolojiye bayılır, bir dilbilimci ile karşılaşırsak hemen ceketlerimizi iliklerdik.
İşte ne zaman bunları düşünsem aklıma Jean Bottero (30 Ağustos 1914 - 15 Aralık 2007) geliyor. Kendisi Mezopotamya uygarlığı konusunda büyük bir otorite ve hayatta değil ama halen insanları etkilemeye devam ediyor. Türkçeye çok değerli eserleri çevrildi, Dost Kitabevi
Avukat Bülent Ünlü veya sosyal medyadaki adıyla Veysel Aşık, kalemlerine isim verecek kadar yazmayı seven birisi. Bu röportaj hayata bakış açınızı değiştirmeyecek belki ama Feridun’u, Talat’ı ve Nedim’i tanıyacaksınız...
Bazı insanları daha tanımadan seversiniz, Avukat Bülent Ünlü işte böyle biri. Arkadaşlarımdan sürekli ismini duyduğum halde bir türlü kendisiyle karşı karşıya gelip sohbet edememiştim. Daha tanışır tanışmaz karizmatik duruşu, zekası, mizah duygusu ve sıcakkanlı tavırlarıyla beni kendisine bağladı. Bence soruları okumanıza bile gerek yok, doğrudan cevapları okuyun ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Bülent Bey, kalemlere ilginiz ne zaman başladı?
Kalem sevgim henüz beş yaşındayken babamın bana verdiği ahşap, parlak kırmızı boyalı kurşunkalemle başladı. Babama hediye gelen kalemlerle iyice depreşti. Yaşıtlarım oyun parklarındayken ben kırtasiyelerde geziyordum.
Peki yazı yazmak sizin için ne demek?
Yazı yazmak benim için bir tutku, huzur demek. Hep yazarak çalışırım, toplantılarda dikkatimi bir şeyler çizerek toplarım. Elim, yazar, karalar, çizer
Girişimci bir Japon kadını, mevsiminde havuç, elma, ıspanak, lahana, mısır, tatlı patates, acı biber, kestane, siyah soya fasulyesi topluyor ve pastel kalemler üretiyor. Çocuklar da ya resim yapıyor ya da canları isterse bu kalemleri yiyor!
Japonya’nın kuzeyinde yaşayan grafik tasarımcı Naoko Kimura, 2012’de şirketinden ayrılıp evde çalışmaya başlamıştı, artık bağımsızdı; web siteleri, kataloglar ve logo tasarlıyordu. Aralık 2012’de, kışları aylarca karla kaplı olan Aomori bölgesindeki evinde oturup pencereden dışarıya bakan Kimura hanım “bu manzarayı sebzelerle çizebilseydim keşke” diye düşündü. Kendisiyle 2015’te yapılan bir röportajda “düşündüm ki, doğanın renklerini çizecekseniz, onları çizmek için neden doğal malzemeler kullanmayasınız?”
Sebzeleriyle ünlü
İlk aklına gelen bu düşüncesini unutacaktı ki kendisine ilham veren bir başka şey oldu: Kimura çocuğu için güvenilir bir boya kalemi bulamıyordu. Resim yapmalarını istediği küçük çocuğunun ilgi duyduğu her şeyin
Sirkeci’de vitrinindeki saatleri ve kalemleriyle ünlü 130 yıllık Tevfik Aydın firmasının üçüncü kuşağını temsil eden Ömer Aydın, “Şahıs isimli firmalara güvenirim” diyor.
Ne zaman Sirkeci’de Tevfik Aydın firmasının önünden geçsem vitrinde bazen saatlerin ve kalemlerin yanında el yazısı ile yazılmış bir not görür sevinirim. Çalışanlar da hep güler yüzlüdür, bilgilidir. Hepsinin arkasında ise Ömer Aydın var, seveni çoktur, görgülü, kültürlü, zeki, güvenilir, aydın ve titiz biridir. 130 yılı aşkın faaliyet gösteren bir firmanın üçüncü kuşağını temsil eden Ömer Aydın ile saatleri, kalemleri ve büyük emek verdiği Türkiye’nin tek saatçilik okulunu konuştuk.
Ömer Bey isterseniz 1889 yılına gidelim, her şey nasıl başlamış?
Dedem Osmanlı döneminde Trabzon’da sorgu hâkimiydi, o zamanki tabiri ile müstantik. Ailesini geçindirmek için ek iş olarak, Kunduracılar Caddesi No.15’de saat satışı ve servisi, gözlük ve sonra
Gereksiz belki ama düşündürücü olabilecek okuma notlarım: Dut ağacına çıkmadan yazı yazamayan kim? Yahya Kemal Beyatlı’nın vefatının ardından odasında kaç tane dolmakalem çıktığını biliyor musunuz?
Yahya Kemal Beyatlı rahatsızlanıp Park Otel’den Cerrahpaşa’ya kaldırıldığında, Ayaspaşa’da 19 yıl yaşadığı otelin 164 numaralı odasında üç bavulu, beş çift ayakkabısı ve beş şapkası kaldı. 1 Kasım 1958 günü kayıtlara geçen eşyası şunlardı: 3 adet boş çek, dört buçuk lira, bir adet Cyma marka kroma cep saati, bir çift altın, bir çift gümüş kol düğmesi, gözlük kılıfı, tıraş fırçası ve takımı, çakmak, tırnak makasları, iki not defteri, üç takım pijama, bir çanta, bir bavul, bir baston, bir komple protez, bir çift terlik, üç çift iç çamaşırı, iki gömlek, bir çift ayakkabı, iki kravat, bir robdöşambr, beş çift çorap, bir kemer, bir takım kostüm, bir pardösü, bir şapka, bir dolmakalem, iki anahtar, 3 paket Birinci