Levent Köprülü

Levent Köprülü

-

Tüm Yazıları

Yine bir fuar zamanı geldi. Arkadaşlarım ve yakın çevrem “Ayy ne şanslısın ya! Beni de götürsene oraya” esprilerini hazırladılar bile. Ama işin aslı öyle mi? Buna yazıyı okuduktan sonra karar verin isterseniz!

“Fuara  beni de  götür”

Fuar alanına girince ilk iş dikkat çekici modellerin fotoğrafını çekmek oluyor.

Otomobil fuarına gittiğimi söylemem yeterli insanlara... Sonrasında gelsin tepkiler: “Ohoo, ne şanslı adamsın sen yaa! İnsan beni de götürür!” Tabii, çok şanslıyım. Hatta imkanım olsa, 250 kişilik grup halinde gider, herkesi peşime takardım ticaret heyeti tadında... Üstelik fuara diye gidip kenti dolaşıyoruz zaten. Alışverişler, uzun yemekler... Hostes kızlar da otomobiller yerine bizim yanımızda olmayı tercih ediyor! Ohh, gel keyfim gel! Haberleri de danışman ve sekreterim yazıyor...
Daha lise çağlarımdayken gittiğim ilk fuar, hap kadar bir yerde, aslen fuar merkezi olarak tasarlanmamış olan bir binada yapılıyordu. Girişte ücret alınıp alınmadığını bile hatırlamıyorum. Ancak bildiğim, o dönemde çok az marka vardı ve her “stant”ta bir ya da iki tane model, otomobil bulunuyordu. Hostesler genelde komşu gezmesine veya mahalledeki arkadaşlarının düğününe gitmek üzere giyinmiş kızcağızlardan farksızdı.
Buna karşılık otomobillerin yanında alelacele basılmış broşür dağları bulunuyordu. Eh, benim de amacım, fuara gidip oradan toplayabildiğim kadar broşürü yüklenip evde alıcı gözüyle bakmaktı. Giderken 41 defa tekrar ederek ezberlediğim “Bir broşür alabilir miyim?” sorusunu sorar, broşürümü alır, otomobilin etrafında birkaç tur attıktan sonra bir diğerine geçerdim. Zaten tüm fuarın gezilme süresi bir saati bulmazdı. Bense bu süreyi iki saate çıkarmanın yollarını arardım. Zira fuara dönemin ünlüleri de gelirdi.

Ve işin rengi değişir...
Yıllar yıllar sonra otomotiv editörü sıfatıyla izlediğim ilk fuar Cenevre’deydi. Ciddi anlamda bir dumur vaziyetiydi benim için. Tıpkı önüne birden fazla ve tepeleme dolu mama kabı konulmuş
kedi gibi hissetmiştim kendimi.
Her bir markanın stantına gidip fotoğraflar çekiyor, broşür ve CD topluyordum. Sonra bunlar taşınmaz ağırlığa ulaştığında koli yapıp fuar içindeki kargo şirketine veriyordum. Ardından başlasın yeni tur... Arada haber geçmem gerektiğini hatırlayıp “Hangisinden başlasam?” diye bir kararsızlık evresine giriyordum.
Peki ya şimdi? Aslında fuarlar, genelde “ziyaret” amacıyla katılan ve otomotiv yazarı olmayan arkadaşlara güzel tabii. Buralarda sergilenen araçların detaylı incelenmesi ise ancak dergilerde çalışan arkadaşlarımıza nasip olabiliyor.
Günlük gazetede çalışan editörlerden biri olaraksa fuar aslında kabusa dönüşebiliyor. Öncelikle günler öncesinden yavaş yavaş ortaya çıkan model haberlerini biriktirmek gerekiyor. Ardından mümkünse bunları arşivlemek, hatta yazıların birer kopyasını almak yararlı olabiliyor. Çünkü bir modelin fotoğrafını çekip onun bilgilerini çabucak bulabilecek durumda olmak gerekiyor ki haber yazma zamanı kısalabilsin.

Dengeli beslenme şart!
Fuara önceden kayıt yaptırmak işin şanından. Ancak çoğu kez benim yaptığım gibi tembel davranınca, bir gün önce soluğu fuar merkezinde almak ve sıra beklemek gerekiyor. Burada her defasında aynı formları doldurmak ve aynı sorulara muhatap olmaksa tembelliğin cezası oluyor.
Fuar günüyse iyi bir kahvaltı etmek, yani dengeli beslenmek önemli. Çünkü bir oraya bir buraya koşturmaktan genelde aç kalabiliyorsunuz.
Sabah içeri girer girmez ilk iş, önceden belirlenmiş “dikkat çekici” modellerin fotosunu çekmek, bu sırada muhtemel hedef modelleri seçmek için koşuşturmayla başlıyor. Bu arada önemli toplantılara girip çıkmak için program yapmak da buna dahil.
Özetle akşam olduğunda ayaklarınızın varlığını hissetmeniz, ancak onlara gözünüz çarptığında mümkün olabiliyor. Ve tabii ki ertesi gün göndereceğiniz haberi düşünmek için oturduğunuzda...
Biliyorum, fuar dendiğinde bakılacak, içine oturulup incelenecek sayısız yeni otomobil, renkli tanıtımlar, araçlarla fotoğraf çektirmeler filan geliyordur aklınıza. Ama bizim yani gazeteciler için olay hiç de öyle değil... Tabii lafım, şu başta “Ne şanslısın beee!” diye söze başlayanlara... Size değil, merak etmeyin.
Siz bu yazıyı okuduğunuzda, ben yine bir Cenevre Fuarı’na doğru yola çıkmak için hazırlanıyor olacağım. Eğlenecek miyim, buna siz karar verin artık...

Haberin Devamı

“Fuara  beni de  götür”

Haberin Devamı

HAFTANIN GÜZELİ

Haberin Devamı

Karizma tamam da araç yanlış sanki!
“Batman” filminin fanatikleri için bir Batman giysisi ya da Batmobil sahibi olmak neredeyse hayat tarzı gibi bir şey. Tıpkı bu hanımefendi gibi. Tamam, kıyafet olmuş sayılır. Topuklu çizmeler dışında. Yalnız, “Batmobil” olayında ters giden bir şeyler var sanki! Bir kere renk olmamış. Motosikleti gören kötü adamların gülmekten altına etmesi ya da peşlerinden yetişene kadar emekli olmaları kaçınılmaz gibi görünüyor. Yine de siz çaktırmayın! Hanımefendi biraz karizma yaptığını düşünüp mutlu olsun... Hoş size söylüyorum ama benim içim durmuyor: “Bızımla deyıllsınn!”