Denizcilik sektöründeki büyük sancı

12 Ekim 2009

Avrupalıların “şöyle denize nazır bir çay içeyim” deme adetleri yoktur. Biz ise denizi seyretmeyi çok severiz. Ama ne yazık ki, denizden yararlanmayı sevmeyiz. Dört bir tarafı denizle çevrili bu ülkede halkın büyük çoğunluğu balık yemez. Deniz taşımacılığı ya da ulaşımı çok sınırlıdır. Hatta Karadenizlilerin bile çoğu yüzme bilmez.
Oysa denizcilik hep olağanüstü devlet desteği görmüştür. Örneğin 1970’li yıllarda gemi inşaatı Merkez Bankası reeskont kredilerinden yararlanırdı. Buna rağmen sektör uzun yıllar bir türlü beklenen boyuta gelemedi.
Ta ki, 2000’li yılların ikinci yarısına kadar. 2002 yılında ülkede 37 adet tersane varken, 2008 Ekim’inde tersane sayısı 92’ye, bu yılın ortasında da 104’e çıkıverdi. Yani sektörde gemi inşası neredeyse üçe katlandı. Hem de 6 yıl içinde..

Son yılların atağı
Sektöre iki gelişmenin destek verdiği gözleniyor. Bunlardan ilki dünya ticaret hacmindeki hızlı gelişmeye bağlı olarak denizciliğin gelişmesi. Taşıma kapasitesindeki sınır nedeniyle nakliye fiyatları patlayınca gemi talebi arttı ve kârlı hale geldi. Tersane kurmak cazipleşti.
Fakat daha önemlisi ülkedeki sermaye ve bilgi birikimi. Rizeli balıkçıların armatör olma dönemi çoktan

Yazının Devamı

Krizden çıkış ve Trichet

9 Ekim 2009

IMF toplantılarından bir sonuç çıkmadı. Zaten beklenemezdi. Bu finans panayırının bu yıl bizde düzenlenmesinin önemi biraz abartıldı. Nitekim hiçbir Batı medyasında geniş biçimde yer almadı.
Bu ara en önemli konu doların ve euro’nun geleceği. ABD ekonomisinin Avrupa’dan önce toparlanacağı.
Bir ay kadar önce Avrupa Merkez Bankası (AMB) Başkanı Jean-Claude Trichet’nin Financial Times’ta bir makalesi yayımlanmıştı. “İstisnai zamanlar istisnai önlemleri gerektirir” diyordu Trichet. Gerçekten bu küresel krizde olağanüstü önlemler alındı. Sonuçta da uçurumun dibinden dönüldü.

Olağanüstü dönem bitince
Trichet’ye göre, “güçlendirilmiş kredi desteği” finansal krizin aşılmasında son derece etkili oldu. Böylece euro alanında kredi akışı sağlandı ve sistem korundu. Fakat koşullar düzeldiğinde bu olağanüstü önlemler de haliyle kalkacaktır. Malum olağanüstü dönemler aşıldığında olağan politikalar devreye girer.
Trichet’ye göre, küresel krizin bittiğini ilan etmek için erken. Krizden çıkışı 4 unsur belirliyor; birincisi, finansal sistem sağlığına kavuşur kavuşmaz, enflasyon riski doğacak ve mevcut politikalar tersine dönecektir. Zaten uygulanan politikaların bir kısmı toparlanmayla

Yazının Devamı

Aslan kedi mi oldu?

7 Ekim 2009

Atlantik İktisatçıları Birliği Konferansı için ABD’deyiz. Burada gündem çok farklı. Ama biz yine de Türkiye’deki gelişmeleri yakından izliyoruz.
Türkiye’de büyük burjuvazi büyük bir sıkıntı yaşıyor. Bu sıkıntı önemsenmeli. Büyük burjuvazi iktidardan rahatsız ama bunu ifade etmeye korkuyor. Demek ki, koskoca büyük burjuvazi bile iktidarla kendisi arasında ciddi bir güç farkı hissediyor. Oysa ki, 1970’li yıllarda daha yeni serpildiklerinde bile bu kesimin bilinen örgütü TÜSİAD, Ecevit hükümetini devirmeye kalkışmış ve gazetelere ilan vermişti. Şimdi ne oldu da suspus oluverdiler?
12 Eylül’den sonra elinin kolunun serbest bırakıldığı tek örgüt TÜSİAD’dı. Sonra Özal, TÜSİAD’ı neredeyse ülkenin yegâne sivil toplum örgütü haline getirdi. Zamanla sol aydınlar bile TÜSİAD’a yaranmaya çalıştı.

Burjuvazinin evrimi
Türkiye’de burjuvazi statik olarak görülmemeli. Bugün büyük olarak nitelediğimiz burjuvazi de ciddi bir evrim geçirdi. 1960’lı yılların sanayicileri aslında pek aydın kişiler değildiler. Bunlar apartman dairelerinde oturan, orta halli eğitimi olan, devlet desteğiyle ve korumasıyla para kazanan işadamlarıydı. Ne kültürleri, ne de formasyonları Batı ölçeğindeydi.
Fakat 1970’li

Yazının Devamı

Krizden çıkışa sosyal demokrat reçete: Krugman

5 Ekim 2009

IMF küresel krizden çıkışı tartışıyor. Beğenmeyen de terliği fırlatıyor. Kim ne derse desin; krizden çıkışın üç temel aktörü var. Bunlardan ilki ABD’nin para politikasını belirleyen Merkez Bankası; FED. İkincisi kamu harcamalarını yapan ABD Hazinesi. Üçüncüsü de euro bölgesinin para ve faiz politikasından sorumlu olan Avrupa Merkez Bankası. Fakat AB içinde ortak bir maliye politikası yok; her ülke farklı maliye politikaları izliyor. Zafiyetin temeli de burada yatıyor.
Malum FED olağanüstü faiz indirimlerine gitti. Para tabanını neredeyse iki katına çıkararak parasal genişleme yaptı. ABD Maliyesi de önemli bir gevşeme politikası izledi. 787 milyar dolarlık bir destek paketi açıkladı.

Denetim artmalı
Fakat tüm bunlar Nobel ödüllü (Princeton Üniversitesinde Profesör) Paul Krugman’ı tatmin etmemiş. Krugman mali kurumların kısa vadeli borçlanıp, uzun vadeli yatırım yapmasının yahut tersinin ciddi riskler getirdiği düşüncesiyle regülasyonların (denetimlerin) artırılmasını istiyor. İkincisi banka-dışı mali kurumlara da bankalar gibi ciddi sermaye yükümlülükleri getirilmesi gerektiğini düşünüyor. Üçüncüsü, kurala değil, prensibe dayalı politikaların izlenmesini istiyor. Kimi

Yazının Devamı

Herkese pozitif enerji gerekli

2 Ekim 2009

Adalar’da elektrikli faytonlar çalışacakmış. Ne iyi olur; hem daha temiz, hem daha sessiz dolaşılır. Ama bu durumda tüketilen enerji azalmayacak. Sadece atın yediği arpa yerine, doğalgazdan üretilmiş elektrik elde edilecek. Yani biyoenerji kullanılmayacak! Yine de bunu pozitif enerji girişimi olarak niteleyebiliriz.
Geçenlerde NTV’den Celal Pir yurtdışında bir fuarda güneş enerjisiyle çalışan arabaların üretime hazırlandığını anlatıyordu. Güneş enerjisi karbon salımı az, yani çevreyi kirletmediği için, yeşil sayılıyor. Ama birim maliyeti şimdilik en pahalı enerji türü de o.
Enerji konusunun çok boyutu var. Öncelikle, petrol rezervleri 40-50 yıl içinde biteceği için arz azalıyor. Öte yandan dünyada talep sürekli artıyor. Yani fiyatların yükselmesi kaçınılmaz. İkincisi, Türkiye’nin enerji bağımlılığı çok yüksek. Gelecekte daha fazla para ödeyeceğiz, çünkü hem daha fazla ihtiyacımız olacak, hem de fiyatlar artacak.
Yani 40-50 yıl içinde dünyada mevcut mineral yakıtlar devreden çıkınca Türkiye’nin neyle ısınacağı, vatandaşların neyle taşınacağı belli değil. Döşenen boru hatlarının da demek ki ömrü çok olacak.
Türkiye’nin pozitif enerjiye ihtiyacı var. Yani hem yeşil (yani

Yazının Devamı

Almanya’da muhafazakâr yükseliş

30 Eylül 2009

Almanya’da genel seçimlerde, CDU ve Bavyera eyaletindeki kardeş parti Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) partisinin yaklaşık yüzde 34, Sosyal Demokratların (SPD) yüzde 23, Hür Demokrat Parti’nin (FDP) yüzde 15, Yeşiller’in yüzde 11, Sol Parti’nin yüzde 12, diğer partilerin de yüzde 5 civarında oy alması bekleniyor.
Böylece Merkel kendisinin koyduğu “istikrarlı bir çoğunluk” hedefine ulaşmış bulunuyor. Henüz sonuçlar kesinleşmese de, Merkel’in sağcı Hür Demokrat Parti (FDP) ile koalisyona gideceği görünüyor.
Sosyal Demokratlar ise ciddi bir oy kaybıyla karşı karşıyalar. Bunun nedenlerini iyi araştırmak gerekiyor. Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) başbakan adayı olan Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier gelinen durumu, ‘’Almanya’daki sosyal demokrasi için acı bir gün’’ olarak nitelendirdi. Çünkü SPD 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en kötü sonucu almış oluyor. Oyların bir kısmı sağa, bir kısmı da diğer sola (örneğin Yeşiller’e) gitmiş görünüyor. Çünkü Yeşiller ilk defa yüzde 10’u geçtiler. Demek ki, SPD’nin solda bölünmeleri ortadan kaldırabilmek için bir yenilenme, açılım yapması gerekiyor.

Ekonomi politikaları
İkinci konu hiç kuşkusuz ekonomi politikalarında. Bilindiği gibi, Alman

Yazının Devamı

İstanbul’da 13 bin kişilik ekonomi tartışması

28 Eylül 2009

Her yıl düzenlenen IMF ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantısı bu yıl 6-7 Ekim tarihlerinde İstanbul’da toplanıyor. Türkiye bu toplantılara ilk defa evsahipliği yapmıyor. Bundan 54 yıl önce de bir kez evsahipliği yapmış.
Bu toplantılara öncelikle Merkez bankaları yöneticileri, maliye bakanlıklarının üst düzey bürokratları, özel kesim temsilcileri ve akademisyenler katılıyor.
Bu toplantılar, iki yıl üst üste Washington’da, üçüncüsünde de bir başka ülkede yapılıyor. 2008’de gerçekleştirilen toplantılara yaklaşık 8 bin kişi katılmış. Ancak Washington dışındaki toplantılara çok daha fazla kişi katılıyor. İstanbul ise en kalabalık olanlardan biri olabilir çünkü Avrupa’da... Bu nedenle 13 bini aşan bir katılım bekleniyor.

Krize çözüm
Önceki yıl birkaç görevli İstanbul’a gelerek gündem konusunda bizden de fikir almıştı. O zaman aklımıza küresel kriz gelmediğinden, Çin ve diğer Asya ülkelerinin büyümesine işaret etmiştik. Fakat şimdi ana gündem küresel kriz. Bu yılki toplantının başlığı da “Krize çözüm, toparlanmaya destek.”
Geçen haftaki G-20 ülkeleri toplantısından bir sonuç çıkmamıştı. Bu toplantıdan da bir şey beklenmemeli. Çünkü bu toplantılarda siyasal liderler olmaz. Uzmanlar

Yazının Devamı

Eğitimde fırsat eşitliği

25 Eylül 2009

Bu hafta itibarıyla Türkiye’de öğretim başlıyor. Eğitim Türkiye’nin en önemli sorunu ve kalkınmasının yegâne aracı. Türkiye’de örgün eğitim kurumlarında 14.2 milyon öğrenci öğrenim görüyor. Bu, toplam nüfusun yüzde 20’si ediyor. Üstelik buna bir de 2.3 milyon üniversite öğrencisini eklemek gerekiyor. Kısacası, ülkede her 4 kişiden biri ya öğrenci ya da öğrenci olması gereken genç.
Önce şu bilgiyi verelim: Milli gelir içinde eğitime giden harcama yüzde 2.9. Bu elbette çok düşük. Bu denli yüksek bir öğrenci nüfusa bu harcama elbette az. 2008 bütçesi milli gelirin yüzde 23’üydü. Bütçe içinde eğitimin payı ise yüzde 10 kadardı. Yani bütçeden yapılan eğitim harcamaları milli gelirin yüzde 2.3’ü kadar ediyor. Özel kesim de milli gelirin yüzde 0.6’sı kadar bir harcama yapıyor.
Sabancı Üniversitesi bünyesinde İstanbul Politikaları Merkezinde Eğitim Reformu Girişimi yıllardır Prof. Üstün Ergüder ve Prof. Tosun Terzioğlu eşgüdümünde raporlar yayımlıyor, toplantılar düzenliyor. Bunların birkaç tanesine ben de katıldım. Özellikle yükseköğrenimde özel kesim payının daha düzenli biçimde artırılması anlamında benzer fikirlere sahibiz. Ama temel eğitimde kamunun daha fazla kaynak ayırması

Yazının Devamı