KISMETSE beş yıl sonra; Bodrum, Marmaris’e gider gibi, İzmir’den arabasına atlayan 3.5 saat sonra İstanbul’da kontak kapatacak.
İzmir-İstanbul arasını 140 kilometre kısaltacak olan otoyolun yapımı aynı anda iki uç noktadan Kuzey’de Gebze, Güney’de İzmir’den başlayacak.
İki yıl sonra İzmit Körfezi’nin üzerine yapılacak olan üç kilometrelik asma köprü açılacak.
Üçüncü yıl sonunda, İzmir-Manisa arası hizmete girecek.
Dördüncü yıl Kuzey’den Bursa’ya, İzmir’den ise Balıkesir’e kadar olan güzergah bitirilmiş olacak.
* * *
İzmir-İstanbul Otoyolu en çok İzmirli ve Manisalıyı zengin edecek.
KAFASI kızan, tepesi atan İzmir’e bir lakap takıyor ya;
Gâvur da olduk...
Faşist de dediler...
Sular altında kalmış çaresiz bir İzmirli, üç kilometrelik yolu iki saatte geçebilen bir yurttaş, arabası göle dönmüş bulvarın ortasında kalan bir insan, caddenin karşısına geçebilmek için takım elbisesinin paçalarını dizlerine kadar sıyırmak zorunda kalıp da yine sırımsıklam sıçana dönmekten kurtulamayan bu kentin insanı olarak benim de kafamın tası attı!...
Tepesi atan biri olarak kendim de dahil hepinize “KAZ” lakabını takıyorum.
Neden mi?
Yeryüzünde kendi kendini idare edemeyen tek canlı mahluk “KAZ”dır.
İZMİR için birbirinden güzel üç haber.
Üçü de karamsarlığımızı dağıtacak kadar önemli.
Dünyanın sayılı danışmanlık kuruluşlarından biri olan Deloitte, 2011’den başlayarak İzmir ve Ege Bölgesi’ne büyük bir sermaye akışı olacağını açıkladı.
Şirketin tespiti, ne kahve falı ne de kehanet.
Türkiye’de yaptırılan bir araştırmanın sonucu.
Bunun anlamı, İzmir’e sermaye girince, kentin ve kentte yaşayanların zenginleşmesi demektir.
Sermaye gelip de bankaya parasını koymayacağına göre, sıcak para yatırıma kayacaktır.
CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal, istifasından sonra 5 Kasım’da ikinci kez İzmir’e geliyor.
Baykal, İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın oğlunun nikahında “şahitlik” yapacak.
Renkli bir nikah olacağı kesin.
Çünkü gelin adayı İzmir’in tanınmış ailelerinden Kırkpınar’ların kızı.
Erkek tarafı CHP’li, kız tarafı MHP’li ve Ak Partili...
Şimdiden “Allah mesut etsin, bir yastıkta kocasınlar, hayırlı olsun...” demek lazım.
* * *
ŞAŞKINLIKLA izliyorum.
Günlerdir, gazetelerde, televizyonlarda, “türban”ın, “T”si ile başlayıp “N” harfiyle noktalanan tüm haberlere, köşe yazılarına, açık oturumlara bakıyor, sonra da soruyorum:
Acaba bir değişiklik oldu da benim mi haberim yok?
Bu konuda görüşlerine inandığım hukukçu Noyan Özkan’a, “Hani atlamış olabilirim” diye sordum.
Bana bir mail attı.
Türban ile ilgili bir Anayasa değişikliği olmuş.
Ama 2.5 yıl önce.
BAŞBAKAN büyük bir gurur ve kendisine has çalımla kürsüye geldi.
Grup toplantısıydı.
Kendisine Meclis’te olduğu gibi sataşan, söz atan, ortalığı karıştıran sonra da pis pis sırıtan muhalefet milletvekkilleri olmadığı için; Başbakan grup toplantılarında yaptığı konuşmalarda son derece güvende hissediyordu kendisini.
Rahat rahat esip gürlüyor, bağırıyor, çağırıyor sonra da, arada bir milletvekillerinin kendisini doya doya alkışlamaları için es veriyordu.
Yine öyle güzel anlardan biriydi.
İyice uzamış alkışlar önce tavsayıp, sonra da iyi bestelenmiş bir şarkı gibi gayet ahenkli bir şekilde kesildikten sonra Başbakan önce boğazını temizledi,kürsüdeki billuriye sürahiden kristal su bardağına biraz su koydu, bir yudum içip boğazını ve ses tellerini rahatlattı.
Hafifçe öksürdü.
Büyükşehir Belediyesi’nde, bir “tanık” ifadesinden ve anlattıklarından yola çıkılarak başlatılan üst düzey operasyon, “gerçek” olmaktan çıkıp “sanal” hale geldi.
Bu tespit benim değil, Başkan Aziz Kocaoğlu’nun talimatıyla, büyükşehir müfettişlerince açılan soruşturmanın sonucu.
Müfettişler, olayla ilgisi olan 5 kişinin görüşüne başvurdu.
İnternet sitesinde olayı tetikleyen yazının sahibi gazeteci de dahil olmak üzere, 5 kişiden dördü, “yemek yenmedi” ya da “böyle bir yemek yok” diye ifade verdi.
Restoran yetkilisinin ifadesi ise daha da ilginç:
“Yemeğe iki kişi geldi. Biri gazeteci Süleyman Gencel, diğeri de adı geçen tanık Birol Soylu idi. İkisi başbaşa oturdular. Genel Sekreter Ersu Hızır da, yardımcısı Ferda Eser de yoktu” dedi.
Buyurun bakalım; n’olcak şimdi?
ŞİKAYETÇİ olan bir -iki kişi olsa; ne yapayım kardeşim, çağır bir firmayı ilaçlattır apartmanını diyeceğim.
Ama arayıp da dert yananların sayısı o kadar çok ki...
Telefonda, sinirden ağlayan bir ses...
Yabancı da değil.
Yazılarıyla, kişiliğiyle, kimseye boyun eğmezliğiyle, ünüyle, cana yakınlığı ve dost sevdalısı yapısıyla, İzmir’in yetiştirdiği çok değerli ve önemli gazeteci - tv programcısı ve sunucusu kimliğiyle Şenay Düdek hüngür hüngür ağlıyor.
“Ne oldu ?” demeye kalmadan;
“Bıktım Hamdim, bıktım... Bin pişmanım bu İzmir’e geri döndüğüme, böyle bir rezalet olur mu; evimizde oturamaz hale geldik. Sineklerden, ne rahatımız kaldı, ne de huzurumuz.