GÜNÜMÜZDE namuslu ile namussuzu ayıran çizgi suçtur.
Bu çizgiyi de adalet çizer.
Ve adalet bir gün gelir herkes için lazım olur.
Ne var ki son yıllarda adalet adına yapılanlar, toplumun çoğunluğunda ciddi bir güven bunalımı yaratmıştır.
Temmuz 2009’da, dönemin Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Murat Gök’ün talimatıyla İzmir’de bir operasyon yapıldı.
Buca Kaynaklar’ın Ak Partili eski Belediye Başkanı Mustafa Karagülmez ile birlikte 35 kişi, yakalanarak gözaltına alındı.
Gazeteler günlerce manşet yaptı.
BIKTIM usandım bu muhabbetlerden.
Yıllarca İstanbul, Ankara’yla kıyaslanırken;
Kentin “Mega Köy” olarak kalmasını,
Ticarette, sanayide geri kalmışlığını,
Elindeki varlıklarını, dev kuruluşlarını, bankalarını başkalarına kaptırmalarını hep;
“Tembeldir bu İzmirliler. Cuma Çeşme’ye kaçıp, kontak kapatır, pazartesi sabah dönerler” diyerek kaktılar kafamıza...
Neresi tembellik bunun Allahaşkına?
DÖRT kişilik bir ailesiniz.
Rakamla 2.834, yazıyla; ikibin sekizyüz otuz dört lira aylık geliriniz var mı?
Varsa, sınıfsal kategori olarak bu ülkenin yoksul ailelerinden birisiniz.
Daha da düşükse vay halinize, çoluk-çocuğunuzla “açlık sınırında” yaşıyorsunuz demektir.
* * *
Türk-İş ülkemizde her ay, temel ihtiyaç ve gıda maddelerinin fiyatlarını, market ve semt pazarlarını düzenli dolaşarak doğrudan tespit ediyor.
Amaç, dört kişilik bir ailenin, sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için yapması gereken harcama tutarını belirlemek.
İŞTEN erken geldim.
Meltem benden iki saat sonra geldi.(Artık biliyorsunuz, kendisi sevgili eşim olur.)
Ben eve gelir gelmez çantamdan bir demet dosya kağıdı çıkarıp mutfak masasının üzerine koydum.
Bir sandalye çekip oturdum.
En üstteki kağıdın başına da “Vatana millete faydalı olacak fikirler” yazıp başlığın altına bir çizgi çektim. Maksat boş oturmayıp vatana millete faydalı olacak biraz fikir üretmek.
“Acaba nereden başlasam?” diye düşünmeye başladım. Düşündükçe düşündükçe, üstüme bir mahmurluk çöktü.
Üzerinize afiyet, esnemeye başladım.
HERKESİN merakı şu:
İşçi şikayetçi,
Sanayici, tüccar dertli,
Çiftçi, köylü perişan,
Emekli, Bağ-Kur’lu isyanlarda,
Memur, öğretmen, kamu çalışanları geçinemiyor,
Gençler işsiz...
KANLI mı olacak kansız mı?
Bu cümleyi asla kullanmak istemiyorum ama, 12 Haziran Genel Seçimleri İzmir’de gerçekten de çok “zorlu” olacak.
İzmir’de, dokuz yıldır yerel ve genel seçimlerde iktidar olamayan Ak Parti, bu kez bu direnci kırmak için, ne gerekiyorsa onu yapmaya hazırlanıyor.
Tek bir hedef var; CHP geçilemese bile, İzmir’deki oy oranını yüzde 35-40 bantına taşımak.
Ak Parti’nin, daha doğrusu Başbakan Erdoğan’ın en büyük kozu, kabinenin başarılı bakanlarından bazılarını bu seçimlerde İzmir’den aday yapmak.
Bu isimler; Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Turizm ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay...
Başbakan Erdoğan’ın aklından geçen, bu isimlerden en az birini, en çok ikisini; İzmir birinci ve ikinci seçim bölgelerinde liste başı yapmak.
İZMİR 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin, ESHOT Genel Müdürü Zeliha Gül Şener tarafından, yapılan Kentkart ihalesindeki iddialarım üzerine açtığı ceza davasında verdiği “beraat” kararı, bu ihalenin yeniden gözden geçirilmesini gerektirecek kadar ciddi.
Çünkü, mahkeme iddia makamının (Cumhuriyet Savcısı) verdiği mütalâa, Gül Hanım’ın ihalede yaptığı tercihin, ESHOT’u zarara uğrattığının bir anlamda “tescili” niteliğinde.
Savcı, iddia makamı;
“Davanın açılmasından sonra dosyaya ibraz edilen belgelere, özellikle Sayıştay Denetçileri tarafından yapılan incelemede, İzmir ESHOT Genel Müdürlüğü 2009 yılı hesaplarının incelenmesi sonucu, toplu ulaşım hizmetlerinin yürütülmesinde imtiyaz devir işleminin hatalı yapılması nedeniyle ESHOT Genel Müdürlüğü’nün zarara uğratıldığının tesbit edildiğinin belirtilmiş olması” diyor...
Bunun anlamı şu:
ESHOT Genel Müdürü Zeliha Gül Şener ve Kentkart ihalesini yapan komisyon yanlış davranmıştır. Bu nedenle de Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı bir kamu kuruluşu olan ESHOT zarara uğratılmıştır.
Şimdi açık ve net olarak tekrar soruyorum:
ÇEYREK yüzyılı aşkın, otuzaltıncı yılına dayanan meslek yaşamımda hiç ama hiç kimseye kin gütmedim.
Çok haber yaptım, çok yazıp-çizdim.
Doğru olanı yazdım, yazmaya çalıştım.
Yanlış yapmadım mı; yaptım.
Özür dilemeyi de bildim, yanlışları düzeltip, doğruları yazmayı da bir onur saydım.
Bugün size yaklaşık iki yıldır mahkemelerde mücadelesini verdiğim bir olayın kararını, “yorumsuz” olarak yayınlayacağım.
Süreç boyunca, orada burada hakkımda söylemediğini bırakmayan, kendince ürettiği senaryolarla aynı kurumda görev yapan başka insanları zan altında bırakarak beni onların “adamı”, “tetikçisi” diye tanımlamaktan tutun da, “yalancılıkla” suçlayacak kadar ileri giden bir bürokrat hanımefendi ile hukuk mücadelemin sonucunu dikkatlice okumanızı rica ediyorum.