BIKTIM usandım bu muhabbetlerden.
Yıllarca İstanbul, Ankara’yla kıyaslanırken;
Kentin “Mega Köy” olarak kalmasını,
Ticarette, sanayide geri kalmışlığını,
Elindeki varlıklarını, dev kuruluşlarını, bankalarını başkalarına kaptırmalarını hep;
“Tembeldir bu İzmirliler. Cuma Çeşme’ye kaçıp, kontak kapatır, pazartesi sabah dönerler” diyerek kaktılar kafamıza...
Neresi tembellik bunun Allahaşkına?
Çeşme’ye değil de Bodrum’a, Marmaris’e, Göcek’e mi gitmeliydik?
Burnumuzun dibinde, dünyanın cenneti Çeşme dururken Antalya’da mı geçirmeliydik hafta sonunu?
Boş laflar bunlar ama, dilin kemiği yok ki, önüne gelen konuşuyor işte...
* * *
İzmir için son 9 yıldır da siyasi bir söylem başladı.
Bu muhabbetten de sıkıldım artık.
İzmir’de girdiği her seçimden başarısız ve “yenik çıkan” Ak Partili yöneticiler, “Korkmayın beyler, balık-rakınıza karışmayacağız” diye, oyumuzu istemeye başladılar.
Kimse alınmasın ama böyle bir söylem; “balık-rakı” muhabbeti İzmir’i, İzmirliyi siyaseten aşağılamaktır.
Hakarettir, nezaketsizliktir...
Ne yani, bu kent CHP’ye oy veriyorsa, “balık-rakı” için mi veriyor?
* * *
İzmirli seçmeni, “balık” ve “rakıya” düşkün insan gibi görmek son derece yanlıştır.
Herkes balık yer...
Dileyen herkes de rakısını içer.
Balıkla-rakı muhabbeti suç mu ki, “Korkmayın balık-rakınıza dokunmayacağız” deniliyor.
* * *
Balıkla rakı içilen tek kent İzmir değil ki?
İstanbul’da, Antalya’da, Ankara’da, Trabzon’da, Adana’da, Çanakkale’de, Edirne’de balıkla rakı içen yok mu?
Var...
O zaman Ak Parti’nin İzmir’deki seçim yenilgilerinin nedenlerini “balık-rakı”da değil, başka faktörlerde araması gerekir.
Böyle bir çalışma yapılmasını tavsiye ederim.
* * *
Bir kere şu iyice bilinmeli:
İzmirli tembel değildir.
Kim söylüyorsa, boyundan büyük laf ediyor.
İkincisi, İzmirliye tehdit sökmez.
Kafasına koyduğunu yapar.
İzmirlinin gönlünü kazanmanın tek yolu, onun gibi düşünmekten, onun gibi yaşamaktan geçer.
Aksi, “Değirmene su taşımak” olur ki, biliyorsunuz bunun da sonu yok.
BLOG
MUSTAFA KARATAŞ: “Müziğe Sus Belgelerini Açıklıyoruz” başlıklı yazınızı üzüntü ile ve esefle okudum. Eğlence yerlerinin, gecenin üçünde, dörtlerinde müzik yapma adına çıkardıkları canhıraş gürültüler eşliğinde davul zurna bile çalınan, horon tepilen ortamların çevrede yaşayanları nasıl çileden çıkardığını biliyor olmanız gerekmez mi? Alınan söz konusu kararla, müziğe mi sus deniliyor, yoksa gürültünün hiç değilse bir zaman diliminden sonra azaltılması mı isteniyor; niye açıklamıyorsunuz? Maksadınız, laf olsun heybe dolsun mu, sansasyon olsun mu, yoksa gürültü üreten mihrakların telkinlerini yansıtmak mı belli değil...