Beslenme ve sağlık ilişkisinin farkına varan belli bir çevre, zeytinyağını ilaç olarak görüyor. Butik üreticiler ve bilim, artık zeytinyağının tıbbi aromatik yönüne odaklanmış halde.
Uluslararası e-ticaret sitesinde litresi 1000 liraya satılan bir zeytinyağı var. ‘Neden bu kadar pahalı’ diye araştırdığınızda, karşınıza zeytinyağının önemli fenolik bileşenleri; oleuropein ve oleocanthal çıkıyor. Etikette, zeytinyağının bu bileşenleri yüksek seviyede içerdiği belirtiliyor. Bahsettiğim ürün, bir Yunan üreticiye ait. Benzer üretimler Avrupa’da da hızla artıyor.
‘Oleuropein’i daha önce yazmıştık. Zeytin ağaçlarını hastalık ve zararlılardan koruyan önemli bir madde. Güçlü bir antioksidan. Oleocanthal ise tıbbi zeytinyağı üreticilerinin peşinde olduğu yeni bileşen. Dünya, son 10 yıldır bu bileşeni araştırıyor. Özellikle nörolojik çalışmalar, ‘oleocanthal’ın Alzheimer hastalığına karşı etkilerine odaklanmış durumda. Alzheimer vakalarında, amiloid türevli proteinlerin rolü öne çıkıyor.
Ülkemizde de kullanılan bir tarım ilacı olan glifosat dava konusu olmaya devam ediyor
Dünyanın en popüler davalarından biri glifosat davası. Glifosat, ot öldüren bir kimyasal. Bu kimyasalı bulan ve üreten firma; meşhur Monsanto. ABD’nin en büyük biyoteknoloji şirketiydi. Yakın zamanda Alman kimya devi Bayer tarafından satın alındı. Yargı konusu olan şey ise, Monsanto’nun ürettiği glifosat etken maddeli tarım zehri; Roundup. Büyük kısmı ABD’de olmak üzere binlerce çiftçi Roundup nedeniyle Monsanto’ya dava açtı. Davalarda temel iddia; bu kimyasalı topraklarına uygulayan çiftçilerin kansere yakalandığı...
Davalar, zaman zaman milyonlarca dolarlık tazminat cezalarıyla dünya basınında yer alıyor. Her ne kadar biraz uzağımızda olsa da gelişmeler aslında bizi de yakından ilgilendiriyor. Zira Roundup, Türkiye’de de kullanılan bir tarım kimyasalı. Bu nedenle çevreci avukatlardan Senih Özay, glifosat davasına benzer bir süreci Türkiye’de başlattı. Bergamalı 2 çiftçiyle birlikte ilgili bakanlıktan glifosat içeren
Özellikle şekerleme, sakız gibi daha çok çocukların tükettiği ürünlerde yaygın olarak kullanılan titanyum dioksitin gıdalara katılmasının nedeni beyazlatıcı etkisi ve nem tutucu özelliği
Kodu, E171. Adı, Titanyum dioksit. Gıda katkı maddesi. Ama 4 ay sonra Fransa’da gıdada kullanımı yasak. Bizde ise herhangi bir yasak söz konusu değil. Özellikle de şekerleme, sakız gibi daha çok çocukların tükettiği ürünlerde yaygın olarak kullanılıyor. Gıdalara katılmasının nedeni, beyazlatıcı etkisi ve nem tutucu özelliği. Beyaz şeker ve sakızlar, bazı peynir çeşitleri, pastalar ve diş macunlarında titanyum dioksit bulunma oranı oldukça yüksek.
Fransa’da yasak geliyor
Peki bu madde Fransa’da neden yasaklanıyor? Çünkü kesin kanıtlanmasa da insan sağlığına zarar veriyor. Temel şüphe, titanyum dioksitin vücutta parçalanmayarak biriktiği ve yerleştiği bölgelerde hastalık yaratıcı etki yarattığı yönünde. Nem tutucu özelliği nedeniyle bu maddenin beyin veya eklemlerdeki sıvıyı tükettiği sanılıyor. Bunun en hafif sonucu da
Hayrabolu’da yıllar önce ikinci el bir otomobil fiyatına satın aldıkları yüzlerce dönümlük araziyi badem fidanlarıyla buluşturan İnceten ailesi doğru üretimin karşılığını bulduğunu söylüyor
Şili cevizi, Amerikan bademi! Maalesef ceviz ve bademin anavatanıyız ama kuruyemiş çarşılarında tablo bu. Her iki üründe de ithalatçıyız. Cevizde yüzde 72, bademde de yüzde 80’e varan dışa bağımlılık söz konusu. Ve bu ürünlere her yıl milyonlarca dolar ödüyoruz. Diğer yandan da işsizliği, göçü, ekilemeyen tarım alanlarını ve çiftçinin zararını konuşuyoruz. Oysa, belki de tek yapmamız gereken; toprağa sadık yar olmak. Altını, toprağın altında değil, üstünde aramak. Zira, bunu yapanlara doğa mükafatını, fazlasıyla veriyor.
15 ton organik badem
Mesela, Hayrabolu’da yıllar önce ikinci el bir otomobil fiyatına satın aldıkları yüzlerce dönümlük araziyi badem fidanlarıyla buluşturan İnceten ailesi. İç bademin kilosunun 100 liraya kadar ulaştığı günümüzde her yıl 15 ton organik badem hasat
Eğer satın aldığınız propolis, fenolik bileşen ve flavonoidler açısından yetersizse en iyi ihtimalle sadece plasebo etkisi görürsünüz. Diğer ihtimal ise daha kötü. Propolise benzetmek için yapılan kimyasal katkılar, sağlığınızı bozabilir
İronik ama gerçek; sağlığımızı, sağlıklı yaşamı kovalarken yitiriyor olabiliriz. Zira, takviye gıda olarak geçen bazı bitkisel ürünler, yarardan çok zarara neden olacak türden. Mesela propolis. Aslında günümüzün doğal antibiyotiği. Barındırdığı fenolik bileşenlerden dolayı nardan 150 kat daha fazla antioksidan içeriyor. Antimikrobiyal etkiyle bağışıklık sistemini güçlendiriyor ve kanser oluşumunu baskılıyor. Ancak bu yararlı etkilerin görülmesi, propolisin içeriğine bağlı.
Eğer satın aldığınız propolis, fenolik bileşen ve flavonoidler açısından yetersizse en iyi ihtimalle sadece plasebo etkisi görürsünüz. Diğer ihtimal ise daha kötü. Propolise benzetmek için yapılan kimyasal katkılar, sağlığınızı bozabilir.
Yapılan bir araştırma bu riskin Türkiye’de epey
Kimi “müdahalesiz”, kimi “işlemesiz tarım” diyor. Sistem, toprağın hiç işlenmemesini veya en az düzeyde işlenmesini içeriyor.
Hangi çiftçiye dokunsanız aynı ahı işitiyorsunuz epeydir; mazota, gübreye, pestisite yetişemiyoruz.. Özellikle döviz kuru artışı sonrası bu yakınma, daha da arttı. Gelir-gider dengesizliği nedeniyle zarar eden üreticiler var. ‘Çiftçi gübre alıp arazisini ekemedi, bahçesine ilaç (pestisit) atamadı’ haberleri de cabası. Tarladaki durum aşağı yukarı böyle. Peki bu kader mi?
Hayır değil! Aslında çözüm, bir şey yapmayı gerektirmeyecek kadar basit; toprağı kendi haline bırakmak... Evet bugün dünyada yeni trend bu. “Korumalı tarım sistemi” olarak anılıyor. Kimi “müdahalesiz”, kimi “işlemesiz tarım” diyor. Sistem, toprağın hiç işlenmemesini veya en az düzeyde işlenmesini içeriyor. Ve hızla yayılıyor. ‘70’li yıllarda 2.8 milyon hektar alanda uygulanırken, günümüzde 160 milyon hektarı aştı. İlginin nedeni salt,
Öncelikle çöpü; yani tüketimi azaltmak, tamir edip kullanmak, israfı önlemek yapılacak ilk iş. Sonrasında da atıkları gruplarına ayırmak kalıyor. Şimdilik bizden beklenen çöplerimizi bir ıslak bir de kuru diye ayrıştırmak
Sıfır Atık Yönetmeliği yayımlandı. Yönetmelik takvimine uyulursa, 1 Ocak 2021’e kadar 37 milyon kişi, sıfır atık kapsamı içinde olacak. Uyulursa diyorum zira, yönetmeliklerin kağıt üstünde kalmasına alışığız. Mesela yine atık yönetimi için, 2014 yılında il ve ilçelerde Atık Getirme Merkezleri’nin kurulması zorunlu hale getirilmişti. Ancak yasal zorunluluğa rağmen tüm Türkiye’de yeterli sayıda merkez kurulamadı.
Bu tabloyla 2.5 yılda tüm Türkiye’de çöpü kaynağında ayrıştırmayı hedefliyoruz. Ayrıştırmak elbette çok önemli ama sonrasında o atıkları teslim edebileceğimiz yerlerin de kentlerde yaygın olması gerekiyor. Evinde plastik, metal, cam, giysi ve elektronik atığını ayrı ayrı depolayan bir kişiyi düşünün. Belli bir seviyeye geldiğinde, evine yakın bir noktada ayrıştırmalı atık
Türkiye’nin patentli ilk yerli ilaçlarından biri olan “Lityazol Cemil” 25 yıl öncesine kadar Anadolu’da böbrek ve mesane taşlarının düşürülmesi için kullanılıyordu.
Tıbbi ve aromatik bitki potansiyeli açısından çok şanslıyız. Yaklaşık 11 bin bitki türümüz var ve bu bitkilerin çoğu coğrafyamıza özgü moleküller içeriyor. Gelgelelim bu molekülleri ilaca çevirmekte mahir değiliz. Bu yüzden ilaçta büyük oranda dışa bağımlıyız. Oysa ki ne cevherler var bu topraklarda. Mesela papatyagillerden ‘Şevketi bostan’la yapılan ‘Lityazol Cemil’...
Yaşı geçkinler dışında pek hatırlayanı çıkmaz bu ilacın ama böbrek ağrısı çekenler, uzun yıllar taşlarını “Lityazol Cemil”le düşürmüş. Bir bardak suya 20 damla damlatarak ağrıları dinen pek çok insan olmuş. Keşfedilme öyküsü de bir hayli ilginç. 1920’li yılların sonunda Manisa’da askeri tabip olarak görev yapan Dr. Cemil Şener, sağlık taraması yaptığı bir bölgede böbrek hastalığı şikayetinin hiç olmadığını fark ediyor. “Herkes taş ocağı gibiyken, sizde hiç yakınma yok” dediğinde de köylüler, “Biz Şevketi bostan yeriz, kaynatır suyunu içeriz” yanıtını veriyor. Tıbbi bitkilerin ilaç olarak kullanımına meraklı olan Dr. Cemil Bey, bu bilginin peşine düşüp 3