Kamp ve piknik sezonu çoktan açıldı. Kırda, çayırda küçük bir ısırık sadece keyif kaçırmakla kalmaz hayati risklere de neden olabilir. Bunun için doğaya hazırlıklı çıkmak gerek.
Sadece Sivas’ta son birkaç haftada kene ısırığından 7 insanımızı kaybettik. Türkiye genelinde şimdiden 10’u aştı ölüm sayısı. Aslında hemen hemen her yıl benzer tabloyu yaşıyoruz. Yazla birlikte kene vakaları tırmanışa geçiyor ve büyük oranda ilk müdahalede yaşanan bilinçsizlik nedeniyle ölüm vakaları artıyor.
Özellikle bu dönemde kıra, ormana, bahçeye, yeşil alanlara giden hemen herkes, dönüşte kendini ve çocuklarını mutlaka kene tutunmalarına karşı kontrolden geçirmeli. Bacak bölgesi, koltuk altları, kulak arkası, sırt ve göbek bölgeleri kenelerin en çok tutunduğu yerler.
Her kene ısırığı KKKA anlamına gelmiyor. Ama Trakya’da gerçekleşen bir tez araştırması, her 2 keneden 1’inin (yüzde 51.5) Kırım Kongo virüsü taşıdığını gösteriyor. O yüzden kene vakasından 3-5 gün
Şehir yaşamından usananlar kırsala yöneliyor, ama buradaki sorunlarla da baş etmek gerekiyor. Bunu da ekolojik çiftliklerde tarım deneyimi edinmeyi sağlayan TaTuTa projesi mümkün kılıyor.
Kırsalda yaşam her geçen gün daha cazip hale geliyor. Şehirlerde artan kira fiyatları, bütçeleri zorlayan gıda harcamaları, yaşam zorlukları ve kaos ortamı, “Başka bir yaşam mümkün mü?” arayışını artırıyor. Tabii bir anda her şeyi geride bırakıp kırsalda yeni bir hayata yelken açmak, pek kolay değil. Her ne kadar fikir başlangıçta romantik gelse de, kırsalda da hayat toz pembe değil. Karşılaşılacak nice zorluk var. Ve ilk engelde pılı pırtıyı toplayıp tekrar şehre dönememek için kırsalı dönemsel ziyaretlerle deneyimlemek önemli. Neyse ki, bunu mümkün kılan birçok proje var. Onlardan biri de TaTuTa.
TaTuTa, ekolojik çiftliklerde bir süre yaşayarak tarım deneyimi edinmeyi sağlayan bir proje. Anadolu’nun dört bir yanındaki 80 kadar çiftlik TaTuTa ağına üye. Doğa dostu üretim yapılan bu çiftliklere gidenler, tohumdan hasada
Marketler, vitrinler, reklamlar, “Ekolojik”, “Çevre dostu”, “Sürdürülebilir”, “Geri dönüşüm” etiketlerinden geçilmiyor. O etiketleri doğrulamak kolay değil. Büyük çoğunluğu sadece ama sadece üreticinin beyanına dayanıyor
Gelin, 5 Haziran Dünya Çevre Günü’ne bu kez farklı bir pencereden bakalım. Sahte çevreciliği konuşalım. “Greenwashing” terimini daha önce duymuş muydunuz? Yeşil aldatmaca anlamına geliyor. Türkçeye “Yeşile boyama” diye geçti. Aslında göz boyama!
Küresel ikim değişikliğinin başrolündeki bir petrol şirketinin, çatısına birkaç güneş enerjisi paneli koyup, “Ofislerimizi yeşillendirdik” reklamı yaptığını düşünün mesela. Ya da bir mobilya firmasının hatıra ormanı kurduğunu! Denizleri plastiğe boğmakla anılan şirketin, deniz temizliğiyle ilgili etkinlikler düzenlediğini. İşte bu ve bunun gibi birçok faaliyet aslında yeşil aldatmaca. Hele ki o alanda yasal düzenleme de yoksa yeşile boyamanın sınırı yok.
Bu
“Kahverengi felaket” denilen çöl tozu fırtınasından, Güneydoğu Anadolu’daki birçok kent etkilendi. Görüş mesafesi düştü, “dışarı çıkmayın” anonsları yükseldi. Beraberinde yeni sağlık risklerini de taşıdı. Tozlu bir geleceğe karşı, artık daha dikkatli olmalıyız
Gelecekte çok daha fazla maruz kalacağımız küresel bir felaket kapımızı çaldı bu hafta. İstanbul’da olsa eminim yer yerinden oynar, manşetlere taşınır, günlerce konuşurduk. Ama biraz uzakta cereyan ettiği için yeterince gündeme gelmedi. Çöl tozu fırtınasından bahsediyorum. Komşumuz Irak’ta 2 gün boyunca resmî tatil ilan edilmesine neden olan kahverengi felaket, aslında ülkemizi de ciddi derecede etkiledi. Güneydoğu Anadolu’daki birçok kentte haftanın ilk 2 günü gökyüzü kahverengiye büründü. Toz bulutu nedeniyle görüş mesafesi 5-10 metreye kadar düşerken, sokaklardan da zaman zaman “dışarı çıkmayın” anonsları yükseldi. Ve hayatı felç eden çöl tozu
Biyolojik çeşitliliğiyle her karışı bir mücevher sandığını andıran ülkemiz, biyokaçakçıların hedefinde. 10 yılda yakalanan 100’e yakın biyokaçakçı bunun kanıtı. Endemik türlerimizi korumak için, riskli olan bahar aylarında bizler de uyanık olmalıyız.
Bugün, Dünya Biyoçeşitlilik Günü. Bizim için çok önemli bir gün. Çünkü Türkiye, konumu itibarıyla eşsiz bir biyolojik çeşitliliğe sahip. Türler bakımından dünyanın en şanslı ülkelerinden biriyiz. Neredeyse bir kıtada bulunabilen kadar biyoçeşitlilik barındırıyor ülkemiz ve bu türlerin önemli bir bölümü, sadece bizim coğrafyamıza has. Bu madalyonun sevineceğimiz yüzü. Diğer yüzü ise karanlık. Çünkü endemik genetik kaynaklarımız nedeniyle biyokaçakçılık açısından hedef ülke konumundayız. Tohumlarımız, bitkilerimiz, kelebeklerimiz, kuşlarımız, böceklerimiz, yılanlarımız ve mantarlarımız kaçakçılık riski altında. Son 10 yılda dağlarda, ovalarda yakalanan 100’e
Kabaktan havuca, salatalıktan marula, enginardan patlıcana minik minik sebzeler, göze öyle hoş görünüyor ki! Çocuklardan ve ünlü şeflerden de ilgi gören bu albenili minikler, Türk tarımı için önemli bir alternatif olabilir
Mini sebze yetiştiriciliği, gastronomideki ilgi ve lüks tüketim talebiyle birleşince yeni bir akıma dönüştü. Ünlü şeflerin tabaklarından marketlere uzanan minyatür sebzelerin popülaritesi, çocuklarına sebze yemeyi sevdirmeye çalışan ebeveynlerin de tercihiyle her geçen gün artıyor. Antalya seralarında başlayan küçük çaplı üretim, artık bir sektöre dönüştü.
Kabaktan havuca, salatalıktan marula, enginardan patlıcana 10’dan fazla sebzenin minik halini, marketlerde hatta pazarda dahi bulmak mümkün. Özellikle lüks restoran ve otellerden talep gören mini sebzeler, olgunlarına oranla biraz daha pahalı olsalar da, salata ve yemeklerde kolay kullanımları, soyulmadan bütün olarak tüketilmeleri ve sunum güzelliği oluşturmaları nedeniyle
Mısır ve soya, hayvancılık endüstrisinin temel besini. Son onaylarla, mevcuttaki 36 genetiği değiştirilmiş soya ve mısır çeşidine, 4 yeni çeşit daha eklenmiş oldu
Genetiği değiştirilmiş (GD) 2 mısır ile 2 soya çeşidine hayvan yeminde kullanılmak üzere onay verilmesi, GDO tartışmasını yeniden alevlendirdi. Aslında GDO cephesinde değişen pek birşey olmadı. Zaten neredeyse 20 yıldır hayvancılık endüstrisi, genetiği değiştirilmiş mısır ve soya kullanıyor. Son onaylarla, mevcuttaki 36 genetiği değiştirilmiş soya ve mısır çeşidine, 4 yeni çeşit daha eklenmiş oldu. Diğer taraftan aynı gün 4 GDO’lu çeşit de kullanımdan kaldırıldı. Böylelikle ithal edilen çeşitler yenileriyle yer değiştirmiş oldu.
Peki halkın önemli bir bölümü GDO konusunda negatif bakış açısına sahipken, neden hâlâ genetiği değiştirilmiş mısır ya da soya kullanıyoruz? Çünkü GDO’ya bağımlıyız. Mısır ve soya, hayvancılık endüstrisinin temel besini. Konu hep tavukla gündeme gelse de balıkta da büyükbaş besiciliğinde de hep GDO’lu çeşitler yem olarak
Yerel tohum bir hazine, doğanın mirası; her biri gıda bağımsızlığımızın güvencesi. Yerel tohum için yüzlerce kişinin kuyruğa girmesi sevindirici ama dikkat gerektiren yönlerini bilmekte de yarar var.
Kentte “Halk ekmek kuyruğu” gibi tohum kuyruğuyla karşılaşmak, benim adıma geçen haftanın en büyük sürpriziydi. Kadıköy Belediyesi’nin Yeryüzü Derneği ile ortaklaşa düzenlediği Tohum Takas Şenliği’nde karşılaştığım manzara, gerçekten de şaşırtıcıydı. Genç yaşlı yüzlerce insan, güneşin alnında saatlerce yerel domates, salatalık, fasulye, maydanoz tohumu alabilmek için bekledi. Aslında bu çaba, kentte tarım konusunda yaşanan uyanışın da işaretiydi. Zira o kuyrukta bekleyenlerin hemen hepsi, balkonlarındaki saksıda bir karış toprakla yaşanabilen mucizeye tanıklık ettiği için oradaydı. Ve amaçları da hasret kaldıkları yerel tatlara sahip çıkıp, geleceğe taşımaktı.
Günümüzde bu çaba gerçekten çok değerli. Çünkü her bir tohum, gıda bağımsızlığının güvencesidir. Artık verim ve