Mısır ve soya, hayvancılık endüstrisinin temel besini. Son onaylarla, mevcuttaki 36 genetiği değiştirilmiş soya ve mısır çeşidine, 4 yeni çeşit daha eklenmiş oldu
Genetiği değiştirilmiş (GD) 2 mısır ile 2 soya çeşidine hayvan yeminde kullanılmak üzere onay verilmesi, GDO tartışmasını yeniden alevlendirdi. Aslında GDO cephesinde değişen pek birşey olmadı. Zaten neredeyse 20 yıldır hayvancılık endüstrisi, genetiği değiştirilmiş mısır ve soya kullanıyor. Son onaylarla, mevcuttaki 36 genetiği değiştirilmiş soya ve mısır çeşidine, 4 yeni çeşit daha eklenmiş oldu. Diğer taraftan aynı gün 4 GDO’lu çeşit de kullanımdan kaldırıldı. Böylelikle ithal edilen çeşitler yenileriyle yer değiştirmiş oldu.
Peki halkın önemli bir bölümü GDO konusunda negatif bakış açısına sahipken, neden hâlâ genetiği değiştirilmiş mısır ya da soya kullanıyoruz? Çünkü GDO’ya bağımlıyız. Mısır ve soya, hayvancılık endüstrisinin temel besini. Konu hep tavukla gündeme gelse de balıkta da büyükbaş besiciliğinde de hep GDO’lu çeşitler yem olarak kullanılıyor. Bunun temel nedeni de, ülke sınırları içinde üretilen soya ve mısırın hayvanları beslemeye yetmemesi. Soyada tamamen dışa bağımlıyız. 150 -200 bin ton üretimimiz var. İhtiyacımız ise yaklaşık 3 milyon ton. Ve dünya soya ticaretinin neredeyse tamamı, genetiği değiştirilmiş çeşitlere dayanıyor. Bu tabloda GDO’ya istediğimiz kadar karşı çıkalım. Kendimize yetecek kadar soya ve mısırı üretemiyorsak, milyarlarca doları GDO’lu soya ve mısıra vermekten başka çaremiz yok.
Tabii bu noktada en büyük endişe; GDO’lu yemle beslenen hayvanların et, süt ve yumurtasını tükettiğimizde GDO’ya maruz kalıp kalmadığımız. Bunu daha önce bu köşede ele almıştık. GDO’lu yemlerin ithali için başvuruyu yapan Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ahmet Ergün, az da olsa değişen gen yapısının insana sirayet ettiğini belirtmişti. Bunun sağlığımıza etkisi ise halen bir muamma. Sonuçta yıllardır tüketiyoruz ama gelecekte insanoğlunu bu gıdalarla ilgili nelerin beklediği soru işareti. Mesela ithalatına izin verilen transgenik soya çeşidi için yakın zamanda Avrupa Parlamentosu’nda önemli bir sağlık tereddüdü gündeme gelmiş. O metinde, bitkilere aktarılan Bt toksinlerine maruz kalmanın ardından bağışıklık sistemini etkileyebilecek yan etkilerin gözlemlendiği belirtilmiş. GDO’lu besinlerle antibiyotik direnci ve alerji gelişimi arasında bağ kuran çalışmalar olduğunu da biliyoruz.
Tüm bu endişelere karşın GDO’dan uzak durabilmek de zor. Ya hayvansal ürünleri tüketmeyi bırakacağız ya da yemdeki ithalat bağımlılığından kurtulacağız.
UNESCO’ya “Türk Yoğurdu” başvurusu
Yoğurt kime ait? Türklere mi, Bulgarlara mı, Yunanlara mı.. Ansiklopedilere göre yoğurt, Türklerin icadı. Yoğurt kelimesinin Türkçe kökenli olduğu bilgisini paylaşan Wikipedia’ya göre, yoğurdun ilk olarak kimlerce ve nasıl üretildiği üzerine kesin bir bilgi yok. Ama ilk kez MÖ 4000’li yıllarda Mezopotamya’da yapıldığı düşünülüyor.
Yoğurdun öyküsünü, Ürdün’den Sibirya Altaylar’a, Kuzey Afrika’dan Balkanlar’a kadar giderek araştıran yemek kitapları yazarı Süleyman Dilsiz ise mayalama, sunum ve tarifleriyle yoğurdun tartışmasız bir Türk icadı olduğunu belirtiyor.
2 bin 500 yıllık Yakut Türkçesi’nde ‘yoğurt’ kelimesinin bulunduğunu aktaran Dilsiz, yoğurdu sahiplenmek adına bir an önce harekete geçilmesi için geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurdu. Yoğurdun ‘UNESCO Somut Olmayan Kültürel Varlık’ olarak tescil edilmesi için dilekçe veren Dilsiz, “Yoğurt icattır. İcatlar millete aittir. Mutfaklar ise bir millete indirgenemez. Yoğurt Türklerin dünya gastronomisine hediyesidir. Dünya mutfaklarında kısıtlı biçimlerde kullanılırken, bizim kültürümüzde ve daha önce bulunduğumuz coğrafyalarda 365 farklı tarifle kullanılmış. Nasıl suşi Japonca, yemek de Japon kültürüne aitse; yoğurt da Türkçe’dir ve Türk kültürüne aittir. Yunanca’da Y harfi yok. Ama ‘Greek Yoghurt’ olarak etiketliyorlar. Önüne hiçbir ulusun adını alamayacak kadar 272 dile Türkçe’den geçmiş, bizlerle özdeşleşmiş yoğurdu sahiplenme vakti çoktan geldi” diyor.