Merkez Ban-kası’nın (TCMB) hedefi, ülkede fiyat istikrarını sağlamak, enflasyonu aşağıya çekmekti. İşler karıştı. Ekonomi yavaşladı. Dolar tırmanışa geçti. Ülkeye döviz girişi azalırken, döviz çıkışı başladı. Bu arada ekonomi “kaptansız kaldı”. Ekonomi politikalarını yürütenler, ortalıktan yok oldu.
İşte bu durumda TCMB, ekonomide olan bitenin sorumluluğunu (istemeden) üstlenecek bir duruma geldi.
Para Politikası Kurulu (PPK)toplantısı sonrası önceki gün TCMB Başkanı’nın yaptığı açıklamalar piyasada anlaşılamayınca, (veya piyasa beklediğini bulamayınca) borsa düşüşe geçti. Faiz arttı. Döviz fiyatı 3.0 TL’ye yaklaştı.
TCMB tepe yönetimi, PPK toplantılarından bir gün sonra, “Banka Ekonomistleri”ne bir sunum yapıyor. Bu sunuma, yaklaşık 50 yabancı, 50 yerli banka ekonomisti katılıyor. Önceki günkü açıklamalar kafa karıştırınca dünkü toplantıya katılım yüksek oldu.
Bankalara verilen mesaj
Toplantıda yabancı ve yerli “banka ekonomistleri”ne verilen mesajlar şunlar:
Ayşe Hanım Teyzeme kötü haberler vermek istemem ama... Olan biten kötü. Dolar fiyatı dur durak bilmeden artıyor. Dolar fiyatındaki artışın faturası sonunda en çok Ayşe Hanım Teyzem ve Ali Rıza Bey Amcamı üzecek.
- Unutmayınız, 2 yıl önce dolar 1.40 TL idi. 2.80 TL’lik dolar fiyatına alışılırken, dolar 3.00 TL’nin üzerine doğru yola çıktı.
- Dolar dış piyasalarda değer kazandığı için, bize benzer başka ülkelerde de milli paralar değer kaybediyor. Ama bizde doların değer kazanmasına ek olarak, dolar fiyatını artıran “ek ve önemli” riskler var.
- PKK terörü. Komşulardan gelen IŞİD tehlikesi. Hükümetin kurulamaması. Yeni bir seçim zorunluluğu. Geçmiş dönemin uzantısı olarak Türkiye’nin ABD, AB, İsrail, Rusya, Almanya, Fransa, Mısır, İran gibi ülkelerle politik ilişkilerindeki gerginlik. Politikacıların sadece kendilerini düşünmeleri. Ekonomideki durgunluk. Üretimde döviz girdisinin yüksekliği. Duran, yavaşlayan ekonomi... Bütün bunlar Türkiye’nin “riskini” artırıyor.
- Doların dışarıda değer kazanmasına ek olarak “Türkiye’nin risk primi” fiyata eklenince dolar fiyatı dur durak bilmiyor.
3.00 TL’de durur mu?
Ekonominin yavaşlama-sına rağmen, istihdamda artış var.
Nisandan mayısa bir ayda çalışan sayısı 434 bin arttı. 2014 Mayıs’ından bu mayısa 12 ayda çalışan sayısında artış 534 bin oldu.
Ne var ki çalışmaya hazır nüfus, iş bulduğunda çalışmak isteyen nüfus o kadar hızlı artıyor ki tamamına iş imkânı yaratılamıyor.
Son bir ayda çalışmaya hazır nüfus 402 bin arttı. Bir ayda çalışmaya hazır nüfus artışından çok kadın ve erkeğe 434 bin kişiye iş imkânı yaratıldı.
Bir ayda yaratılan 434 bin yeni iş imkânının 263 bini tarım sektöründe, 76 bini sanayide, 30 bini inşaatta, 64 bini hizmetler kesiminde yaratılan iş imkânı. Tarım dışı kesimde yaratılan işlerin toplama oranı yüzde 40 dolayında.
Son bir ayda ücretli ve yevmiyeli çalışanların sayısında 194 bin artış oldu.
İşgücü 772 bin arttı
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı Cemil Ertem, cuma sabahı yaptığı açıklamada, Türk Lirası’nın dolar karşısında 2.8 TL seviyesinin altında “değerli”, 2.8 TL seviyesini aşmasının “normal” ve 3 TL seviyesinde ise “rekabetçi” olduğunu söyledi.
Başdanışmanın açıklamaları, Cumhurbaşkanı’nın dolar fiyatınındaki değişimi nasıl değerlendirdiği konusunda fikir vermesi bakımından önemlidir.
Anlaşılıyor ki, Cumhurbaşkanı dolar fiyatının 3.00 TL’ye çıkmasını normal kabul ediyor. Hatta 3.00 TL’nin bile üzerine çıkabileceğini kabul ediyor.
Başdanışman Cemil Ertem, dolar fiyatı konusundaki değerlemelerinde Merkez Bankası’nın reel efektif döviz kuru hesabına gönderme yapıyor.
Merkez Bankası her ay TÜFE ve ÜFE’ye göre Reel Efektif Döviz Kuru Endeksi yayımlıyor. TÜFE bazlı endekste Türkiye’deki TÜFE fiyat değişimi, ticaret yapılan 36 ülkenin fiyat değişimlerinin ağırlıklı ortalamasıyla karşılaştırılıyor.
Endeks, Türkiye’deki fiyat artışları ile ticari ilişkilerimiz bulunan ülkelerdeki fiyat artışlarına göre Türk Lirası’nın değerli olup olmadığını gösteriyor. Endeks 100 ise Türk Lirası olması gereken değerdedir. Endeksin 100’ün üzerinde olması TL’nin değerli olduğunu gösteriyor.
Türk Lirası,
Milliyet’in çok okunan köşe yazarı Hasan Pulur hastalık nedeniyle uzun süredir yazamıyor.
Biz, gazeteyi her sabah “Bakalım Hasan Pulur ne yazmış?” diyerek okumaya başlayan bir kuşağız. Hasan Pulur gazetenin tadıdır, tuzudur.
Hilmi Yavuz, Hasan Pulur’un Kabataş Lisesi’nde Dönüm dergisini çıkardığını ve o yıllar Hasan Nejat Pulur adı ile şiir yazdığını anlatır. Hasan Pulur ile Hilmi Yavuz’un 1955 sonbaharında, Dram Tiyatrosu’nda Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun başkanlığını yaptığı ve eski kuşak edebiyatçıların üyesi olduğu Edebiyatçılar Birliği’nde düzenlenen “Edebiyatçılar Suvaresi”nde, genç şairler olarak başlattıkları eylem, siyasi şubeyle ilk defa tanışmalarına yol açmıştır. Hasan Pulur, yanlış olduğuna inandığı her olaya, her gelişmeye çekinmeden tepki gösterir. Erzurum’un Pulur’undan gelen ailesinin “Dadaş”lığı, Hasan Pulur’un karakterinin özelliğidir.
Sadece “gazeteci”
Hasan Pulur gazeteciliğe 1954 yılında Son Saat’te başladı. 1958-1979 arası Milliyet’te yazdıktan sonra Hürriyet’te yayın yönetmenliği yaptı. 1988 yılında Milliyet’e döndü. Hastalığı yazmasını engelleyinceye kadar yazılarını sürdürdü.
Hasan Pulur’u İstanbul’a geldiğimde 1974 yılında tanıdım. Dostluğumuz oluştu. Haftada
Et fiyatlarının normale oturması için et üretiminin artması gerekir. Ekonominin temel kabulüne göre, üretim artınca fiyatlar düşer. (Ne var ki fiyatların gerileyebileceği bir sınır vardır. Bu sınır, üreticinin zarar etmeyeceği, üreticinin üretimini sürdürmesine ve de artırmasına imkân verecek bir fiyattır.) Genelde talep üretimden fazla artarsa, fiyatlar düşecek yerde artar.
Biz neyi konuşuyoruz? “Et fiyatları o kadar arttı ki halkımız et yiyemiyor” diyoruz.
Geliniz görünüz ki üretim rakamları beklentilere uymayan bir tablo ortaya koyuyor:
Yılın ilk 6 ayında:
- Sığır eti üretimi 2013 yılında 248 bin ton, 2014 yılında 353 bin ton iken, 2015 yılında 414 bin ton oldu. Bir yıl önceye göre ilk 6 aylık sığır eti üretiminde yüzde 17.2 oranında artış var.
- Koyun eti üretimi 2013 yılında 41 bin ton iken, 2014 yılında 40 bin tona gerilemişti. 2015 yılının ilk yarısında bir yıl öncenin aynı dönemine göre yüzde 4.7 artış gösterdi. 42 bin tona yükseldi.
Her yıl bu aylarda, Rize’den İzmit’e çok sayıda aile (Anadolu deyimiyle) fındıkla yatar, fındıkla kalkar. Çünkü fındık çoğu ailenin geçim kaynağıdır.
Rize’den İzmit’e fındık yetiştiren il sayısı 3’ten 39’a, fındık ekim alanı 220 bin hektardan 700 bin hektara, yıllık fındık üretimi 80-90 bin tondan 750-800 bin tona yükseldi.
Yaklaşık 400 bin aile geçimini fındık satarak sağlıyor.
Her yıl hava şartlarına göre ürün miktarı azalıyor, çoğalıyor. İki kilo kabukludan 1 kilo iç fındık elde ediliyor. Ortalama her yıl, 300-325 bin ton iç fındık üretimi var.
İç tüketim 50 bin ton dolayında. Her yıl en az 250 bin -300 bin ton iç fındık ihraç ediyoruz. Fındık ihracatından 2 milyar dolara yakın gelir elde ediyoruz.
Fındığın en büyük alıcısı, yurtdışındaki 8-10 yabancı firma. İçeride alivre (ön alış) alım yapanlar onların ortak olduğu şirketler veya onların büyüklü küçüklü 800 dolayındaki tüccarı.
Cari açık veya halk anlatımıyla döviz açığı olağan döviz gelirleri olan turizm gelirleri ve ihracat gelirleri gibi gelirlerle, olağan döviz giderleri olan ithalat giderleri ve diğer giderler arasındaki farktan oluşuyor.
Fakat genelde ithalat ile ihracat arasındaki açık, cari açığın, döviz açığının temelini teşkil ediyor.
Büyüme yavaşladı, ithalat geriledi. Bu sayede cari açık küçüldü. Ayda 5-6 milyar dolar döviz açığı olurdu. Yılın ilk 6 ayında aylık döviz açığı ortalama 3.8 milyar dolara geriledi.
Döviz açığının küçülmesi önemli ama daha da önemli olan, bu açığın kalıcı döviz girişleriyle kapatılması.
2015 yılında cari açığı olağan döviz girişleriyle kapatamıyoruz. Olağan döviz girişlerine, nereden geldiği belli olmayan döviz girişi eklense de açığı kapatamadığımız için, döviz rezervindeki birikimimizi yiyoruz.
Döviz bulmak zorlaştı