Baş ne yaptığından emin olarak durmalı bedende. Aşağı bakmamalı! Öne eğilmemeli, hep dik olmalı. Hep dik durmalı insan. Ama ne aşırı kibirle kaf dağında olmalı ne de aşırı mütevazı olup vasattan nasihat dinler hale gelmeli. Haddini bilmeli, haddini bildiği kadar had bildirmeyi de bilmelidir insan.
Kendisine dürüstlüğün gözüyle bakma cesareti gösterebilmelidir. Yanlışlarla, yaralarla,
zorluklarla, hayal kırıklıklarıyla, özlemlerle, sevinçlerle dik durabilmelidir insan.
Rüzgârın yönüne doğru dönmemeli; eğilip bükülmemeli, onca fırtınaya rağmen dimdik ayakta kalmayı başaran, duruşuna sahip çıkan, köklerine güvenen bir çınarı örnek almalıdır kendine insan. Onun bunun oyuncağı olmamalı, el âlemle oyuncakla oynar gibi oynamamalıdır. Onu gerçekte dik tutan, şahsiyetli ve onurlu yapan şeyin kemiklerden oluşan omurga değil, ilkeler olduğunu unutmamalıdır. Onurlu olmalı, onurlu yaşamalıdır. Başını yastığa koyduğunda bulutlar kadar hafif hissetmelidir kendini.
Geçmişe takılmadan, anın değerini ve kıymetini bilerek yaşamalıdır insan. Özgürce uçabilmeli, özgürlüğün tadına vararak yaşamalıdır. Kuşların uçacak kanatları varsa, insanların da uçmalarını sağlayacak akılları olduğunu unutmamalı, her daim aklının farkında olup aklını kullanmalıdır insan. Akıl verenin aklını kendi aklıyla tartmalı; aklını karıştıranı, aklına fesat sokanı kendinden uzaklaştırmalı; özü de, sözü de bir olmalı. Bugün dediğini yarın unutmamalıdır insan. Lafının, sözünün arkasında durmalıdır. İçindeki gökyüzünün farkına varmalı, karanlıklara karışmadan, güneş gibi parlamalıdır insan.
Kırmızı tavşan görme ihtimali
Bodrum’da birçok gönüllü, hiçbir çıkar gözetmeden çevre temizliği yapıyor. Pardon, bir çıkarları var tabii. Temiz bir çevrede yaşamak! Belediye bir yandan, gönüllüler diğer yandan, temizlemeye çalışıyorlar çevreyi. Bir grup temizlemeye çalışırken diğer bir grup ışık hızıyla kirletiyor ortalığı. Allah ne verdiyse, at yere gitsin. Sigara izmaritleri, boş cips paketleri, kâğıt tabaklar, bira kutuları, şarap şişeleri... Genelde sahillerde, güzelim koylarda ve piknik alanlarında görüyoruz bu manzaraları. Keyifli geçen zaman ve geride bırakılan çöp çıkmazı! Keyifli geçen zaman meselesine diyecek söz yok, amma velakin etrafa saçılan ‘çöp hareketi’ tedavi edilemez bir hastalık gibi. Panzehri bulunamayan zehirli bir hastalık. Toplum belki biraz daha bilinçlenir de hastalık hız keser beklentisi ise, denizde yüzen kırmızı bir tavşan görebilme olasılığıyla hemen hemen aynı. Üstelik tavşanı görebilme olasılığı daha yüksek!
Panzehrin bulunacağına dair inançlarını yitirmeyen iki arkadaşım var. Esin ve Yasemin. İnanın bana, her Allah’ın günü Bodrum Cruise Port ve Labranda TMT arasındaki çöpleri topluyorlar. Canım Esin, büyük bir umutla bu mıntıkanın bir sonraki gün de temiz kalacağı zamanları bekliyor. Eski Giritli Restoran’ın bulunduğu koy, bu zehirli hastalıktan çok mustarip. Her gün aynı manzara... Bira kutuları, şarap şişeleri, nevale artıkları... Bu bölge, bu güzel koy, geceleri çok karanlık. Herhangi bir aydınlatma, gece lambası falan yok. Laf aramızda, insanı biraz da korkutan karanlık bu. Ama kimilerine çekici gelebiliyor. Hani mesela, zula denilen tarzı sevenlere uygun. Zulada yiyip içip, uygunsuz hareketler sergileyip, çöpünü de ardında bırakıp çekip gidiyorlar. Belki üç beş gece lambası bu bölgeyi zula diye tercih edenlerin caymasına neden olur. Bodrum Belediyesi, olaya bir el atsa fena olmaz.
Koronoya davetiye
Sosyal mesafe, maske, temizlik günümüzün vazgeçilmez üçlüsü. İlk günden başlayan anonslar, uyarılar, hatırlatmalar. Uyan olduğu kadar uymayan da var. Böylesine hassas ve ciddi bir mevzuya karşı, bu derece duyarsızlık pes dedirtiyor. Dedirtiyor da ne oluyor sanki. Aynı tas, aynı hamam! Hani toplu taşıma araçlarında yolcu sayısına dikkat edilecekti? Milas’a ders vermeye giden İngilizce öğretmeni sevgili Defne, Bodrum-Milas minibüslerinin ayakta yolcu bile aldığını söyleyince pes dedim. Koronaya davetiye bir iki, bir iki...