İletişim, çevremizdekilerle sözlü veya beden dilimizi kullanarak etkileşim kurmamıza yarayan bir kanal.
Bu kanallardan hangisini kullanıyor olursak olalım, sahip olduğumuz “temel niyet” iletişimin akışını belirleyen en önemli faktör. Sözcükleri ne kadar doğru seçersek seçelim, beden dilimizi ne kadar iyi kullanırsak kullanalım samimiyet ve nezaketi (ki bunlar iletişim becerisinin vazgeçilmezleri) işin içine katmazsak, inşa etmeye çalıştığımız iletişim ağı kanalında ekran kayması, karıncalanması ve hatta kanalın kararma ihtimalini göz ardı etmemek gerekiyor.
Kanala dahil olmak istediğinizde kullanılan dil ve iletişim becerisinin birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu unutmamak ilk şart.
Gerçek iletişim, inşası zor bir zanaat. Mesela, yüzme bilmeden azgın dalgalara gebe engin bir denizde kulaç atmaya çalışırsanız, boğularak can vermeniz kaçınılmazdır. Ya da birini kurtarayım derken boğmanız... İp cambazı olduğunuzu düşünün. Aynı ip üzerinde yürüyeceğiniz insanla senkron tutturmanın zorluğunu... Yapılacak en ufak bir hatada,
Hava yağışlı... Aman yağsın! Bu sene pek pinti davrandı. Toprağın, yeşilin ve elbette bizim çok ihtiyacımız var. Barajlardaki su seviyesi endişe verici. Başımızda bir sürü sevimsizlik varken bir de bunlara susuzluk eklenmesin. Zaten perişan olduk, hepten biteriz vallahi. Gerçi yağmur yağınca da bitiyoruz, o ayrı. Şahane altyapımız mutlaka bir yerden patlak veriyor. Evleri, işyerlerini su basıyor. Caddeler, sokaklar dereye dönüyor. İnsanlar, hayvanlar, arabalar sürükleniyor. Rögarlar fıskiye misali fışkırıyor. Dereler mazgallardan taşıyor. Şiddetli yağan her yağmur sonrası manzara hep aynı! Bu kez piyango Yalıkavak Mahallesi’ne çıktı ve 20 işyeri sular altında kaldı. Elektrikli dolaplar yandı, masa ve sandalyeler telef oldu. Bu salgın döneminde esnaf su baskınıyla uğraşıyor maalesef. Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras, bu işin asıl çözümünün Bodrum’un altyapısının geri dönülmez şekilde tamiriyle mümkün olacağını söylüyor. Böyle olması gerektiğini zaten Bodrum halkı senelerdir dile getirdi. Hatta dilinde tüy bitti! Aras, bu sorunu en kısa
Son zamanlarda daha da öfkeli, daha da saldırgan, daha da sinirli bir toplum olduk. Gün geçmiyor ki, yeni bir şiddet vakasıyla karşı karşıya kalmayalım... Her gün aynı şiddetle yatıp aynı şiddetle kalkıyoruz. Güzel umutlarla uyandığımız her yeni günde, gazete sayfalarına, haber bültenlerine düşen ve genelde öznesinde öfke, kin ve nefret saklı haberler sinirimizi bozuyor, canımızı yakıyor. Zaten toz tanesi kadar olan hoşgörü, empati, saygı ve sevgi kanatlanıp gitmiş adeta...
***
Televizyondaki tartışma programlarında, evde, sokakta, kafede, internette, sosyal medyada herkes birbirine bağırıyor. Eften püften sebeplerden kavgalar çıkıyor. Herkes kin ve nefretini kusmak için bir kıvılcım, bir işaret, bir bahane arıyor. Vuruyor, kırıyor, kesiyor, doğruyor... Üstelik karısıymış, çocuğuymuş, arkadaşıymış, komşusuymuş, anasıymış, babasıymış, hiç fark etmiyor.
***
Şiddet; saldırganlığın davranışa yansımış halidir. Şiddete maruz kalanların ve şiddete tanık olanların başkalarına şiddet uyguladığı bilimsel bir gerçektir. Özellikle çocukluk çağında sözel şiddete,
İnşaat yasağının bitmesiyle birlikte inşaat sektörü de canlandı. Bakalım Bodrum hangi yeni sürprizlere gebe? İlçe şantiye alanına dönmüş durumda. Hafriyat kamyonları cirit atıyor. İtirazım, bu kamyonların bir kısmının belirlenenin üstünde yük taşıyor olmalarına!
İtirazım, bu aşırı yükü taşıyamayan yollarda derin çukur ve çatlaklara neden olmalarına. (Özellikle kırsal mahalle yollarında.)
Araç sahipleri olarak yollardan geçmeye korkar olduk. Zira arabalar servet değerinde! Bırakın sıfır araçları, ikinci ve hatta üçüncü el araç fiyatları bile uçmuş gidiyor. Mal canın yongası derler ya, kim ister aracına zarar gelsin. İtirazım, kamyonlardan düşen moloz ve hafriyat parçalarının, biz sürücülerin can güvenliğini tehlikeye atıyor olmasına. Hiçbirimiz canımızı sokakta bulmadık!
***
İtirazım, yasal olarak belirlenmiş alanların dışına hafriyatlarını boşaltanlara. Tabi ya, belirlenen değil de senin belirlediğin yere boşalt gitsin. Her konuda kural tanımamakta üstümüze yok maşallah. (Bakınız: Maske ve sosyal
Ortada pandemi gerçeği var. Hem de aylardır! Gerçeğin acı tablosu da cabası. Vaka ve ölüm sayılarındaki artış her gün anons ediliyor. Bir yandan açıklanan rakamlardaki gerçeklik payını tartışırken, öbür yandan umursamazlığın, vurdumduymazlığın, dikkatsizliğin ve anlamsız inadın da dibine vurduk. Düğünler, doğum günleri, partiler... Gezdik tozduk, koronoya kafa tuttuk. Kiminle dans ettiğimizi anlamadık, anlamak istemedik. Bilim adamları bile hâlâ başa çıkmak için var güçleriyle çalışıyorlar ama biz onlardan daha iyi bilir olduk. Biz her şeyi iyi biliriz. Kafa tutma içgüdüsü, damarlarımızdaki kanda hayli mevcut.
İyi bakalım, bunların hepsini yaptık da ne oldu? Yine en başa döndük. Üstelik film yeni başlıyor. Bugüne kadar olanlar fragmanmış. Koronavirüs şimdi daha hızlı yayılıyor. Çember de daraldı. Sağım, solum, önüm, arkam sobeee... Üstüne bir de kafa karıştıran yeni önlemler açıklandı. Herkes ebe! Kafalar allak bullak oldu! Herkes birbirinden kopya isteyerek denklemi çözmeye
Usta gazeteci Ertuğrul Özkök, 23 Ekim 2020 tarihli köşe yazısında Bodrum-Urla mukayesesi yapıp, değerlendirmesini de net sözcüklerle ifade etmişti.
Gastronomide banko Urla!
Eğlencede banko Bodrum!
Bu sezon Bodrum’un eğlence yerleri pek iş yapamadı. Pandemi yüzünden uzun süre kapalı kaldılar malumunuz. Hizmet vermeye başladıktan sonra da başka başka sıkıntılar yaşadılar ve yaşattılar. Bodrum’da eğlence demek, bangır bangır müzik demek. Bu bangırtıdan yaka silken halk demek. Yazın, uykusuz geceler demek. İşte bu kültüre saat 00.00’a kadar izin verilince beklenen pek olmadı, olamadı. Bodrum eğlencesi gece yarısından sonra başlamaya alışmış bir kere! Konulan yasağa rağmen alışkanlıklarını bir kenara bırakamayan işletmeler, allem ettiler kallem ettiler ve zaman zaman yasağı delmeyi başardılar tabii. Uyarılar, şikâyetler, cezalar, mühürlenmeler... Sanatçı Müjde Ar’ın evinin hemen yanındaki işletmeyle girdiği mücadele en medyatik olanıydı... İki komşu birbirinden davacı oldu. Akıbeti henüz belirsiz.
Dilin kemiği yok diyen atasözünü hepimiz biliriz. Kemiği yok ama derin yaralar bırakabilen bıçakla yarışabilecek, keskin bir gücü var. Dil, kan akıtmadan öldürmekten beter eder insanı. Bunu da çok iyi biliyoruz! Ve şunu da biliyoruz ki, merhamet, sevgi, saygı, anlayış, empati, hoşgörü, kısaca insani değerlerden yoksun insanların beyinleri bir nevi kötülük santrali gibi çalışır ve çevreye sürekli kötü enerji saçmaktan geri kalmazlar. Ee nihayetinde dil de beynin bir aracı! Öyle değil mi? Beyin kötülüğe yenik düşmüşse, vay haline o dilin. Koordineli çalışan bu ayrılmaz ikiliye teslim olmuş, üçüncü bir eleman da kalp...
Düşüncelerini uygun bir zihinsel fitreden geçirecek yetenek ve öğretiye sahip olmayan insanların kalpleri de nasır tutar zamanla.
Tür olarak adına “evrim” denilen büyük aşamalardan geçtik. Uzun ve zorlu yolları aştık. Gün geldi, dijital çağa giden yol açıldı. Ve bu yeni yeni teknolojiler, insanlar arasındaki bağlantıyı olumlu
Yaşadığımız hayatı kulvarlarla bölünmüş dev bir havuza benzetiyorum. Adını bile koydum bu havuzun “ömür havuzu”. İyi-kötü her türlü sürprize gebe havuza atılıp, debelenmeye başladığımız saat, dakika, saniye ve hatta saliseler bile belli.
“Başlangıç noktası” kayıt altında! Bir “bitiş noktası” da var malumunuz. Ama bitiş noktasına ne zaman varılır işte o meçhul. Kayıtlara geçecek bir durum olmadığı her güne de koca bir şükür. Yaşam vadesinin ne zaman biteceğini kimse bilemez. Vade bir gün dolacaktır elbet. Ama maarif takvimi değil ki altında “Bugün senin bu hayattaki son günün” diye ufak bir uyarı notu yazsın. Yaşam, her canlının eline sadece bir kez tutuşturulur ve ne zaman alınacağı asla söylenmez. Bu yüzden her gün son günmüş gibi yaşanmalı ve yaşamın tek bir katresi bile heba edilmemelidir. Steve Jobs bir konuşmasında, “Her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları ölüm karşısında değerini yitirir. Kaybedecek bir şey olduğu