Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İşte öyle “sinsiydi” ki bahar, girebiliyordu insanlığın unutulduğu bir cezaevinin bütün hücrelerine bile. Daha Nevroz o zamanlar hükümetlerce “millileştirilmemiş”, kocaman bir bahar ve destanlar, devletin dilinde “teröristlikle” eşdeğerdi. Mazlum Doğan, yaşamına son vermek için seçmişti o geceyi.

Üç kibrit çöpü

Diyarbakır Cezaevi’ne “bahar” gelse ne olacak, ama gelmişti işte.
Darbenin hemen sonrasında cezaevi bütünüyle laboratuvara dönüştürülmüştü ama yine de 21 Mart geldiğinde coşku vardı cezaevinde.
Kiminde, “görüşmecim yeşil soğan göndermiş” mutluluğu, kiminde, “zalim Dehak’ın zulmünün nasıl yerle bir edildiğini” anımsama gururu.
İşte öyle “sinsiydi” ki bahar, girebiliyordu insanlığın unutulduğu bir cezaevinin bütün hücrelerine bile.
Sonradan anlayacaklardı ki mahpuslar, büyük bir kış son bulmuştu Diyarbakır Cezaevi’nde, 1982’de.
“...Havalandırmayı boklu su doldurup, içine atardılar bizi. Öyle bir kar yağardı ki o boklu suların içine, ellerinde bayrak bizi izlerler, marş söylememizi isterlerdi. 140 marş ezberlememizi istediler, tam 140 marş. Bilmemek dayak yeme nedeniydi. Yaşlıları dövdüklerinde biz kendimizi önlerine atardık. 2 saat aralıksız uyuyamazdık biz yatakta. Her türlü işkence diye vurgulamamın sebebi de kadın kimliğimiz zaten. Her şeyi yaptılar bize...”
Her şeyi yapmışlardı ve kış bitse de sonrasında da yapacaklardı Diyarbakır’da kadınlara ve erkeklere.
***
1982’nin 21 Mart gecesi hareketli geçmişti cezaevinde.
Mahkumlar ise sabah öğrenebilecekti, o gece uykularının 2 saatte bir bölünmemesinin nedenini.
Elbette vardı o gece işkencelere ara verilmesinin bir nedeni.
Mazlum Doğan, yaşamına son vermek için seçmişti o geceyi.
Hücresinde üç kibrit çöpü ve cansız bedeni, bir anda tutuşturuvermişti işkencecileri.
Daha 2 ay geçmişti ki, “üç kibrit çöpünün” sıcaklığıyla, Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Mahmut Zengin ve Eşref Anyık cezaevinde ateşe verdiler bedenlerini.
Artık bir başka tarihi yazıyordu Diyarbakır Cezaevi.
***
1992 yılında, 21 Mart yaklaşırken herkes tedirgindi.
Birkaç ılımlı mesaj denemesi yetmiyordu ortadan kaldırmaya tedirginliği.
Daha Nevroz o zamanlar hükümetlerce “millileştirilmemiş”, kocaman bir bahar ve destanlar, devletin dilinde “teröristlikle” eşdeğerdi.
“Kutlarsanız, sonucuna katlanırsınız” uyarısına rağmen halk, çıktı sokağa.
Cizre’de, mezarlığa doğru yürümek isteyen halkın önü kesildiğinde geldi ilk kurşun sesi.
Sonra 20 saat boyunca o sesler dinmedi.
Dört yandan ateş altında kalan, evlerinde siperlere yatanlardan öldü 57’si.
Beyaz bayrakla sokakları gezmek isteyen gazetecilere bile ateş edildi.
Sabah gazetesi foto muhabiri İzzet Kezer, beyaz bayrakla o sokaklarda can verdi.
Bütün diğer ölenlerin dosyaları gibi, İzzet Kezer’in de “faili meçhul” dosyası şimdi.
O dönemin sorumluları, bin tane ne olduğu belirsiz suçlamayla çıkartıldı da yargı önüne, bir kez olsun sormadılar Cizre’yi.
***
Yıllar geçti, çocuklar öldü, askere giden, askerden kaçan, dağa çıkan gençler öldü, yaşlılar, kadınlar, erkekler öldü.
Büyük laflar söylendi, büyük büyük konuşmalar yapıldı cenazelerinde.
Ama anlamadılar ki kimse duymuyor büyük büyük sözleri öldüğünde.
***
Şimdi, hiçbir devletin bitmez yok etme azmi yine bitmedi de buralarda büyük büyük sözler bir parçacık çekildiler geriye.
21 Mart’larda ölüm haberlerini beklemiyoruz ne zamandır.
Buna rağmen insanlık tarihi boyunca sürüyor, sürecek.
Bu yüzden hayatlarını sürdüremeyenlerin isimleri dün Diyarbakır’da yine..
Ali İsmail, Berkin, Nihat...
Ve 37 ölü kutlama yapan Haseke’de.
Ve ölülerin karşılaştırıldığı, çocuk ölümlerinin yarıştırıldığı, ölümle seçim arasına yaşamların sıkıştırıldığı, savaşmanın dayatıldığı, hiç savaşmamış, hiç işkence görmemiş, hiç ölmemiş bir başka dil bir başka sahnede.
Ve karşısında kimin daha çok öldüğünü sayan bir başkası, orada, aynı yerde.
Zulüm ve acıyla, kirlenmiş diller karışıyor yine birbirine.
Çocuklar yine ölüyor, gençler yine kapıyor gözlerini öldüklerine inanmadan, biterken bile.
Ve bitmeyecek, uzun bir yol uzanıyor, birbirlerine bağıra çağıra, birbirlerini kıra döke ilerleyen ve hep ölenlerin önünde.
Bu yüzden inadına direnmek gerekiyor barışmakta.
Barışmaya çalışırken de hep direniyorsun ve direnebiliyorsun yine.
Ve copla, panzerle, TOMA’yla değil, bazen üç kibrit çöpüyle geçiyorsun insanlık tarihine.