Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Öldüklerinde, “Evladına kavuştu” ya da “Evladına kavuşamadan öldü” diye haberleştirilen sadece yeri ve zamanı geldiğinde anımsanan ve güzel baharlarda mutlaka unutulan kadınlar vardır

Bahar geliyor ya şimdi, çiçekler sardığında dalları, içindeki büyük bir kışı sallayıp bir yana atacaksın.
Cemreler düştü ya eksiksiz, şimdi, ısıran bir bahar güneşini sırtında taşıyacaksın.
Umutsuzluğu devirip bir yana, gözlerini kamaştıra kamaştıra, yarına bakacaksın.
Üşümeyeceğin bir günün sıcaklığını duyup da kalbinde sokaklara atacaksın kendini.
Kirazlar, yeşil bir tomurcuk verdiğinde, kaç kez daha kiraz tomurcuklarını görebileceğini düşünmeden yaşayacaksın.
İşte o vakit unutma; o güneşin altında kalpleri hiçbir zaman umutla dolamayan anneler vardır.
Kışı, baharı, güzü unutmuş, kapı kapı, sokak sokak bekleyen, öldüklerinde, “Evladına kavuştu” ya da “Evladına kavuşamadan öldü” diye haberleştirilen, her gece çocuğunun, eşinin nasıl son nefesini verdiğini ya da verip vermediğini düşünüp, her sabah aynı iç sıkıntısıyla akşamı eden yürekli, yalnız, terk edilmiş, sadece yeri ve zamanı geldiğinde anımsanan ve güzel baharlarda mutlaka unutulan kadınlar vardır.
Onlar mevsimsiz ve saatsiz, onlar kederli ve sevinçsiz, onlar dirençli ve dünyanın hâlâ dönmesine sebep kadınlardır.
***
Şubatın daha başıydı, Ankara ayazı.
Erdal Eren, banyodan çıkmıştı, çok yorgundu, uyuyacaktı.
Annesi Şadan Eren, yatağını hazırlamıştı ki kapı çalındı.
Erdal’ın bir arkadaşıydı, Erdal, öyle daha kurulanmadan kapıdan konuştu, hızlıca giyinip annesine yanaştı.
“Bana dolmuş parası verebilir misin anne?”
Şadan Eren, oğlu uyuyup da dinlenemediği için kederlense de dolmuş parasını verdi oğluna.
Erdal çıktı evden hızla.
Birkaç dakika olmuştu ki kapı çalındı.
Tanımadığı bir kız, bağır bağır anlattı:
“Erdal’ı aldılar, götürüyorlar.”
Hemen arkasından polisler koşuşturdu silahlarıyla.
Evin her tarafını yerle bir ederlerken, birisi fısıldadı Şadan Eren’in kulağına:
“Oğlun idam edilecek.”
Daha ne bir sorgu, ne soruşturma, ne bir kanıt, ne yargılama.
Şadan Eren, aslında oğlunu bir daha göremeyeceğini o an anladı.
İnanılmaz hızla yargılama, aksi raporlara rağmen “idam.”
18 yaşından küçük olduğunu gösteren kanıtları, kemik incelemesi talepleri bile gerekmiyordu yargıya.
Konsey onayladı, Erdal Eren idam edildi, Şadan Eren sustu.
Sustu, çünkü zaten adım adım takibe alınmış diğer çocukları için korkuyordu.
Erdal’dan bahsetse, yüreği, göğüs kafesinden fırlıyor, bir daha yerine sığmıyordu.
Sonra, uzun yıllar sonra, çok değil 5-10 sene önce, Erdal’ın arkadaşları, yoldaşları evine gelip konuşturduğunda çıkabildi Erdal’ın anıldığı sokaklara.
Gidip baktı oğlunu anlatan stantlara, afişlere, oğlunun öldüğü yaşta olan ve oğlunu anan çocuklara.
Sonra, o gün, Erdal’ın götürüldüğü o gün kapıyı çalan, tanımadığı kızı görmek istedi bir daha.
Nice aramadan sonra geldi o kız, sarılıp ağladılar, hiç görüşmeden, hiç tanışmadan, içlerini kavurmuş acıyla.
Hiç anlatmadı gece göğsüne inen ağrıları, oğlunun gözlerinden gitmeyen son bakışlarını, oğlunun uyuyamadığı yorgunluk uykusunun acısını.
Defnedildi geçen günlerde Şadan anne, “Oğluna kavuştu” diye yazdık hep beraber bir kez daha.
Adaleti sağlayıp da soramadı kocaman bir ülke, peki nasıl uykular uyur bir anne, oğlu daha 17’sinde asılırsa.
***
İsmail Şahin, 18 Ocak 1996 günü, sabah 06.30’da kayboldu aniden ortadan.
Beyoğlu Belediyesi’nde temizlik işçisiydi, arkadaşlarıyla birlikte temizlik için görevdeydi.
Aniden gitti.
Arkadaşları nedense yanı başlarında olan biteni görmemişti.
Elinde süpürgesi, bir belediye işçisi, üstelik muhalif olduğu bilinen bir belediye işçisi öylece gitmişti.
Kiraz Şahin, o günlerde henüz 20’sindeydi.
Tutup 4 yaşındaki kızının ve 1.5 yaşındaki oğlunun elinden Galatasaray Lisesi’nin önüne gitti bir cumartesi.
Çaldığı bütün kapılardan geri çevrilmişti.
Belediyeden, “Başka kadınla gitmiştir, döner” denilmiş, hastanelerden, morglardan, karakollardan geri gönderilmişti.
O cumartesi, eşinin ve çocuklarının, yüzlerce kayıp kadının, erkeğin, çocuğun, yaşlının da artık annesiydi.
Coplandı, itildi, tazyikli suya çocuklarıyla başkaldırdı ve her cumartesi oradaydı.
Eşini aramayı hiç bırakmadı.
“5 yıl geçsin, birikmiş paranızı veririz” diyen başkanlara, “Nereden bileceğiz öldüğünü” diyen polislere durmadan anlattı.
Ama İsmail Şahin’i bulamadı.
Birkaç yıl önce, mikrofonu aldığında eline, “Bizimki bir şiir ezberlemek gibi oldu. Hep aynı şeyleri söylüyoruz ama kimse duymuyor. Biz burada reklam yapmıyoruz. Kimse her hafta bu betonda keyfinden oturmuyor. Bizi burada oturtan, yakınlarımızı kaybeden devletin ta kendisidir. Her evden çıktığımda İsmail geri gelecek diye bekliyorum. 18 yıl geçti, hâlâ o son merdivenlerden inişini unutmuyorum. Nerede İsmail Şahin. Uçmadı ya? Kimse sabahın 6’sında yolcu ettiği sevdiğinin bir daha geri gelmemesini, çocuklarının babasını 18 yıldır beklemenin ne demek olduğunuz bilemez. İçimiz çok yandı ama başkalarının da için yanmasın diye sesimizi duyurmak istiyoruz” diye haykırdı.
Kısa zaman sonra kansere yakalandı.
Son olarak 17 Ocak’ta, gidemediği Galatasaray’a ses kaydını yolladı, kayıp kocasına kavuşamadan ve göremeden bu baharı, derin bir uykuya uğurlandı:
“Her zaman gidiyordum çocuklarımla, Galatasaray Meydanı’na. Birkaç aydır gidemiyorum hasta olduğum için, hasta olmasaydım torunumla gidecektim. Kayıplarımızı hiçbir zaman unutmayacağız, unutturmayacağız.”
***
Unutturmadılar, unutmadılar.
Unutma; dışarıda yaklaşan gürül gürül bir bahar ve o kocaman, kin tutmaz ve unutmaz yürekleriyle dünyanın dönmesine sebep kadınlar var.