Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bugün öyle kolayca üzerinden geçilen bir çağrı, bir sözleşme, bir yürüyüş varsa, darbenin o zorlu yıllarında o hep en öndeydi. Gözaltına alındı, dayak yedi, evi bombalandı, işkenceleri de gördü ama hiç vazgeçmedi.
Eski bir hikâye bu. Zalimlik de unutulmuyor, zalimler de... Korkma; iyilik de gölgen de büyük gülüşler de duruyor kalplerde “Leman Teyze...”

Eski hikâye, büyük ‘Fırtına’
Didar Şensoy’u bilir misiniz?
Daha birkaç gün önce yaşamını yitiren Leman Fırtına’nın büyükçe bir resmini, özlediği çok eski dostunun hemen yanına yerleştiriniz.
Bugün iki cümleyi fazladan edebildiyseniz, “Didar Abla” ve “Leman Teyze” ile yoldaşları kadınların mücadelesiyle edebildiniz.
Sanmayın ki bir haziranda başladı.
Bu hikâye, eski hikâye.
Kocaman günler, aylar, büyük büyük eylüller var gerisinde.
***
1 Eylül 1987’de, cezaevlerinde sivil yönetime geçilmesini isteyen mahkumlar açlık grevindeydi.
Darbe yönetimi fiilen ayakta, baskıdan, dayaktan, ölümden korkmayan kadınlar da ne zamandır peşlerindeydi.
“Dayağa karşı yürüyüş” böyle büyüdü.
Başta kadınlar, onlarca kişi, Ankara’da çocuklarının haklarını aramak için ardı ardına giden 3 otobüsteydi.
Başlarında denizsiz bir Anadolu güneşi, girdiler Ankara’ya.
Meclis’e yanaşıp otobüslerin kapısının açılmasıyla coplar kalktı havaya.
Herkesin “Didar Abla”sı, Didar Şensoy yerdeydi. Şekeri ve tansiyonu düşürülemiyordu ki Leman Fırtına’nın sesi duyuldu.
“Hastaneye götürün çabuk.”
Dayak biraz dinmiş, aileler kararlılıklarını göstermişti ki “Leman Teyze”, insan hakları savunucuları Hüsnü Öndül ve Metin Bakkalcı’yı hastaneye gönderdi.
Öndül ve Bakkalcı, koşa koşa gittiler Didar Şensoy’u bulup getirmeye.
Acilden çıkarlarken, yüzleri büyük bir yenilgiydi.
Adımlarını sürüye sürüye döndüler geriye.
Alanda buldular Fırtına’yı.
Anladı Leman Teyze, kaybettiklerini Didar ablayı.
Ve bağırdı:
“Yılmayacaksınız, geri durmayacaksınız. Affetmem sizi.”
***
Hiç yılmamış, hiç geri durmamıştı.
Daha yeni anneydi ki üç bebeğini yoksul Anadolu kasabalarında, yokluklara kurban verdi.
Daha gencecik bir subay eşiyken tanıdı darbeyi.
1960 darbesiyle değişti görev yerleri.
Oğlu Doğan, 60’lar bırakılırken geride Siyasal’da öğrenci liderlerindendi.
Onlarca gencin kanını alan 12 Mart darbesi o dönemde geldi.
Kocasına bu kez sıkıyönetimde mahkeme başkanlığı önerilmiş, reddetmişti.
Artık kocası emekliydi ki Kızıldere katliamını protesto için boykot çağrısı yapan oğlunun tutuklanması haberi geldi.
Cezaevinde mide kanaması geçiren oğlunun refakatçisi olabilmek için günleri aştı, betonu yastığı bildi, inadıyla oğlunu iyileştirdi.
74 affıyla cezaevinden çıkan oğlu yeniden hareketliydi.
Oğlunun arkadaşları da evlatları, evi, zorda kalan herkesin eviydi.
Herkesin “Leman Teyze”si olduğu o yıllarda bir kez daha darbe geldi.
Oğlu, firardaydı, tam 4 yıl hiç göremedi.
“Aranıyor” resimlerinden bakarken oğluna, durmadan endişelendi evinde büyüyen çocuklara.
1984’te oğlunun yakalandığını, küçük oğlunun emniyete götürülmesiyle öğrendi.
İsmini bile işkenceye rağmen kabul etmeyen oğlu, kimliğini, kardeşine işkence yapılmaması için kabul etmişti.
Ve başlamıştı darbenin cezaevleri günleri.
Oğlunu ve diğer çocukları ilk kez gördüğünde tanıyamadı, isyan etti.
İşkenceye karşı harekete geçti, diğer ailelerle bir araya geldi, Ankara’yı durmadan yol eyledi.
Her cezaevine koştu, her hafta otobüslerle Ankara’ya gitti, oradan Diyarbakır’a, oradan Çanakkale’ye, oradan Eskişehir’e ve oradan yeniden başkente.
Ailelerle, Güvenpark’taki banklarda buluştular, simitlerini paylaşıp, her yandaki devlet kurumlarına dağılıp, dayağa, işkenceye buralarda dövüle dövüle karşı çıkıp, aynı banklara döndüler geri.
Yıllar sonra ilk açık görüşe gitmeden hemen önce kocasını kaybetti.
Cenazesini bırakıp evde, babasının ölüm haberini vermek için oğluna girdi cezaevine.
Çıktığında, daha da bilenmişti.
Her yerdeydi.
Bir gün Taksim Meydanı’nda, bir başka gün İnsan Hakları Derneği’nin kuruluşunda.
Derneğin başkan yardımcılığını da üstlendi.
Mesele sadece oğlu değildi.
Katliamdan kaçan Kürtlere ilaç verdi, çocuklarını izini bulamayan ailelere omuz.
Cezaevlerinden çıkardı bir insan hakları geleneğini.
“Ayrımcılığa karşı kadın” sözleşmesinin imzacısıydı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın kurucusu.
Bugün öyle kolayca üzerinden geçilen bir çağrı, bir sözleşme, bir yürüyüş varsa, darbenin o zorlu yıllarında o hep en öndeydi.
Gözaltına alındı, dayak yedi, evi bombalandı, işkenceleri de gördü ama hiç vazgeçmedi.
Ve bırakıp bizleri burada, toprağa verdiği çocuklarına, kocasına, Didar’ına gitti.
***
Eski bir hikâye bu.
Zalimlik de unutulmuyor, zalimler de. Ve iyi hatırlanan hep serin bir gölge oluyor, ölümleri neşeyle alkışlayan denizsiz Ankara güneşinde.
Korkma; iyilik de gölgen de büyük gülüşler de duruyor kalplerde “Leman Teyze.”