Gazeteler ticarete konu herhangi bir mal veya ürün olarak görülemezler. Kamuoyuna bilgi vermek, kamuoyu oluşturmak ve kamuoyu adına erkleri denetlemek gibi özel bir işlevleri vardır. Bu özellikleri nedeniyledir ki, gazetecilik kamu hizmeti niteliği ve sorumluluğu da taşır.
Milliyet, gazeteciliğin bu işlevlerini 61 yıldır hakkıyla yerine getirdiği için Milliyet olmuştur.
Gazeteler herhangi bir ürünün üretildiği fabrikalar, gazeteciler de Taylorizmin vida sıkıcıları değildir.
Bu nedenle de gazetelerin değeri sadece makine parkıyla ölçülmez. Gazeteler, gazetecilik işlevleriyle ve faaliyetleriyle, bu görevi yürüten gazetecilerin fikri çalışmalarıyla ve sonuçta okurlarıyla bir bütün olarak değer ifade ederler.
Demokrasilerde diğer üç erki halk adına denetleme işlevi gördüğü için de dördüncü erk olarak anılırlar.
Bu itibarla gazetelerin el değiştirmesi sadece hisse sahiplerini değil, o gazetecileri de, gazeteyi her gün okura sunan diğer çalışanları da, okurlarını da kamuoyunu da ilgilendiren bir işlemdir.
Milliyet’in satışından sonra ortaya çıkan sorunlar karşısında Milliyet yazarları dahil gazetecilerin ve diğer çalışanların gazetenin geleceğiyle ilgili kaygı duymaları
Milliyet, Türk basınında en etkin en güçlü gazetelerin başında gelir. Bu müstesna yerini, 61 yıldır özenle koruduğu ve yerleştirdiği gazetecilik ilkelerine ve etik değerlerine borçludur.
Milliyet, Türk basınına evrensel gazetecilik ilkelerinin taşınmasına öncülük etmiş bir gazetedir. Bu işlevini 61 yıl boyunca ödünsüz bir biçimde görmüş ve okuyucudan hak ettiği karşılığı da almıştır.
Milliyet’i sert rekabet koşullarında hep başarıya götüren bu değerleri, bu değerlerle yetişen kadroları ve desteğini hiçbir zaman eksik etmeyen bilinçli okurları olmuştur.
Milliyet’in bugün bilim adamları, araştırmacılar, tarihçiler ve diplomatlar tarafından doğru bilgi kaynağı olarak görülmesi ve referans olarak kullanılması bu özelliklerinin gurur verici bir sonucudur.
Abdi İpekçi çizgisinde kökleşen değerleriyle Milliyet bir gazetecilik ekolüdür.
Milliyet’in “basında güven” sloganıyla anılmasının nedeni de budur.
- 23 Eylül’de Siirt-Baykan’da 4 terörist,
- 29 Eylül’de Şırnak-Beytüşşebap’ta 3 terörist,
- 19-26 Ekim arasında Şırnak-Kazan-Kavaklı vadisinde 35 terörist,
- 1 Kasım’da Van-Çatak’ta 3 terörist,
- 12 Kasım’da Hatay-Amanoslar’da 1 terörist,
- 5-23 Aralık arasında Şırnak-Cudi dağında 27 terörist,
- 25 Aralık’ta Bingöl-Karlıova’da 2 terörist,
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, gazetecilerin aklından geçen soruları bildiği için başından önlem aldı:
- Bugün kültür ve sanat için buradayız, başka konular sormayın.
Biz gazeteciler ise Gül’e, milletvekillerinin maaşlarına gece yarısı yaptıkları zammı sormaya hazırlanıyorduk. Gül de bunu tahmin ediyordu.
Gazeteciler birbirimize bakıp, “işi kültüre nasıl bağlarız” diye düşünürken, “O zaman” dedim, şöyle sorsak:
- Kültür Bakanı’nın maaşı ne oldu acaba?
Böylece milletvekili maaş zammını sormuş olduk ama Gül, tuzağa düşmeyecek kadar deneyimliydi, yanıt olarak sadece güldü...
Aynı anlarda Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise milletvekili maaşlarına yapılan zammı, “İçim burkuldu, Cumhurbaşkanı dikkate alacaktır herhalde” diyerek, eleştirel bir değerlendirme yapmıştı.
Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, çıkardığı yasayı savunurken, aslında itirafta da bulundu.
Sarkozy, Ermeni soykırımı yoktur, demeyi suç sayan yasayı ve Ankara’nın tepkisini değerlendirirken şöyle dedi:
- Bu bizim hâkim siyasetimiz. Siyasi görüşümüz. Türk dostlarımın görüşlerine saygı duyuyorum. Onların da bizim görüşümüze saygı duyması gerekir.
Bu ifadeler, Fransız meclisinin çıkardığı ve ifade özgürlüğünü yasakladığı son yasanın bir tarihi gerçekle ilgili olmadığının itirafıdır.
Sarkozy, açıkça diyor ki, biz siyaset yapıyoruz. Dolayısıyla soykırım iddiasının tarihi bir gerçek olup olmadığından çok bunun siyasetiyle ilgiliyiz.
Sarkozy’nin bu sözleri bir hukuk garabeti olan son yasayı da Ermeni lobisine yaranmak ve o yolla seçimlerde oy devşirmek olduğunu net bir şekilde gösteriyor.
Hangi saygı?
Fransa tahmin edildiği gibi Ermeni soykırımı iddiasını inkâr etmeyi suç sayan yasayı meclisinden geçirdi. Tasarının yasalaşması için oy kullanan parlamenter sayısı dikkate alındığında komik bir durum ortaya çıkıyor.
Yasa 50 küsur milletvekilinin katıldığı bir oturumda 44 oyla geçti. Tasarının Sarkozy’nin olduğu bilindiği halde Fransa hükümeti de aslında meclisi de açıkça sahiplenemedi.
Fransa açısından, “mahcubiyeti” ortaya koyan bir durum.
Türkiye, Fransa’nın yasayı senatodan geçirmesine engel olmak veya geçse bile etkisiz kılmak için neler yapabilir?
Hukuki yollar
En deneyimli diplomatlarımızdan CHP eski milletvekili Şükrü Elekdağ, Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak uzun yıllar çalışmış devlet adamlarımızdan biri.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, yeni anayasa yoluna baş koymuş gibi görünüyor. Heyecan içinde canla-başla çalışıyor.
Ama dertli...
İlgisizlikten yakınıyor:
O kadar ki, dönüp dolaşıp “163 üniversiteden hâlâ ses yok” diyor. Turgut Özal Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi hariç henüz anayasa konusunda görüş bildiren üniversite olmamış.
TBMM Başkanı en çok buna içerlemiş ama umudunu yitirmemiş, bekliyor!
Vatandaşı da ilgisiz buluyor; 73 milyonluk Türkiye’den bugüne kadar 3.771 kişi görüş bildirmiş.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de saçma bir iş yaptığını biliyor olmalı ki, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün telefonuna çıkmıyor, kaçıyor.
Bir cumhurbaşkanına yakışan davranış değil bu. Aradaki sorun ne olursa olsun medeni dünyada bir cumhurbaşkanının telefonuna bir diğer cumhurbaşkanının yanıt vermemesi diplomatik ve siyasi nezakete sığmaz.
Sarkozy’nin yaptığı çocukça bir hareket.
Bir seçim uğruna tarihi çarpıtmanın yanı sıra ifade özgürlüğüne kilit vurması, Fransa’nın üzerinde yükselmek ve öncülük etmekle her zaman övündüğü insan haklarını katletmesi, Türklerden çok Fransız halkının sorunu olmalıdır. Sarkozy’nin ayıbı Fransızları utandırır, Türkleri değil.
Ucuz politika
Sarkozy, ucuz politika yapıyor. Tarihte yaşanmış acıları çarpıtarak ve istismar ederek seçim kazanmaya çalışıyor.