MHP lideri Devlet Bahçeli, son dönemde artan öğrenci olaylarını değerlendirirken, hem 68 olayları konusunda öğrencileri hem de bugün Türkiye’yi yöneten 68’liler kuşağını uyardı.
Bahçeli’nin öğrencilere yaptığı uyarı, 68 kuşağının düştüğü tuzağa düşmemeleri yönündeydi. Kendisi de aynı kuşaktan olan MHP lideri, bu dönem gençliğinin devrimciler ve ülkücüler olarak olayların içine çekildiğini ve çok acı tecrübelere sahip olduklarını vurguladı.
Aynı tuzağa düşmeyin
Bahçeli, bu anımsatmayı yaptıktan sonra bugünün üniversite öğrencilerine, 68 gençliği gibi birbirlerine düşmemeleri gerektiği uyarısında bulundu. Bazı olayların ve öğrenci hareketlerinin 68’de olduğu gibi provokasyon nitelikli olabileceğine dikkat çekti, son olayların birbiriyle zincirleme içinde gelişmesi üzerinde özenle durdu.
Bahçeli, öğrencileri genel olarak uyarırken bugünün ülkücü gençliğine de mesaj vermeyi unutmadı. MHP lideri, bugünkü ülkücü gençliğin provokasyonlara gelmeyeceğine, tuzağa düşmeyeceğine, ancak demokratik yasal zeminde demokratik haklarını kullanacağına inandığını belirtti.
Bahçeli’nin şu değerlendirmesi dikkat çekiciydi:
MHP lideri Devlet Bahçeli, geleneksel hale getirdiği yıllık kahvaltılı basın toplantısını dün gerçekleştirdi.
Rahat bir ortamda soru-cevap biçimindeki basın toplantısında değişik bir Bahçeli profili gördük. Gazetecilerle sıcak bir diyalog içinde şakalaşan, soruları cevaplarken arasına espri katmayı unutmayan, televizyon dizilerinden, parmağındaki yüzüğü nasıl dizayn ettiğinden söz eden, yüzüğüyle objektiflere poz veren, her MHP’linin nasıl 24 oy toplayacağını matematikle izah eden, twitter’dan söz eden, güler yüzlü bir Bahçeli gördük.
Yüzüğün sırrı
Bahçeli, meslektaşlarımızın sorusu üzerine parmağındaki yüzüğü nasıl dizayn ettiğini anlatırken, elini yüzüne götürerek foto muhabiri arkadaşlara görüntü verdi. Bahçeli, yüzüğünün sırrını açıklarken, “Yüzüğün bir yanında Selçuklu, diğer yanında Osmanlı ve üzerinde de Türkiye Cumhuriyeti var. Dizaynını birlikte yaptık” dedi ve gülerek ekledi:
“Yüzüğün reklamını bu kadar yapmak doğru mu, onu da bilmiyorum ama, arkadaşlara gösterelim.”
Demokratik Toplum Hareketi’nin (DTH) gündeme getirdiği kent meclislerinin Öcalan’ın projesi olduğunu ve “dört ayaklı paradigması”nın ayaklarından biri olduğunu yansıtmıştım.
Öcalan’ın DTP ve BDP’ye yaptığı önerilerin her biri ayrı bir tartışma konusu. DTP ve BDP bir taraftan bu örgütlenmeleri yaşama geçirmek için çaba gösterirken, bir yandan da yeni anayasa için çalışıyor. İktidarın yeni anayasa sözünden hareketle önerilerini gündeme getirdikleri gibi ayrı bir anayasa taslağı çalışması da sürdürüyorlar.
Anayasal güvence
Öcalan esas itibarıyla “ulus devlet”e karşı düşünceler açıklıyor olsa da, “Kürt milliyetçiliğine” dayalı hareket ve örgütlenmenin ulaşmak istediği hedef farklı görünmüyor. “Devlet olmayan ama devletin işlevini görecek kongre örgütlenmesi ve toplum düzeyinde komünal örgütlenme” olarak özetlenecek yaklaşımı, daha önce anarşizmi anımsatıyor. Öcalan, bunu reddetse de öz itibarıyla ütopik nitelikli bir toplumsal ve sayısal sistem öneriyor. Bu da ayrı bir tartışma konusu kuşkusuz.
Öcalan’ın anayasa önerisi ise İspanya Anayasası’nı anımsatan, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, bütün kültürlerin demokratik bir şekilde varlığını ve kendini ifade etmesini kabul eder”
Demokratik Topluk Kongresi’nin (DTK) gündeme getirdiği, “Kürt halkının kendi güvenliğini ve örgütlülüğünü oluşturması” bağlamında tartışmaya açılan “öz savunma güçleri” yeni bir kavram değil.
DTK’nın mahallelere kadar inecek “Kent meclisleri” esasen “Kürt meclisleri” olacak. “Kürt halkının örgütlülüğü” anlamı Abdullah Öcalan’ın, “her alanda ve her konuda örgütlenin” talimatından başka bir şey değil.
Öcalan’ın çizdiği yol
DTK ve BDP’nin Öcalan’ın çizdiği yol haritası dışında bir siyasi faaliyetleri olduğu söylenemez. Öcalan’ın İmralı’da verdiği savunma ve sonrasında AİHM’ye gönderdiği ek savunmalarda bu yol haritasını görmek mümkündür.
DTK da bizzat Öcalan’ın bir projesidir. Öcalan, önce “Demokratik Toplum Hareketi” önermiş, bu hareketin örgütlenmeyi, ardından “Demokratik Toplum Partisi”ne (DTP) dönüşmesi talimatını vermiş ve hareket aynı isimle partileşmiştir. Bu örgütlenmenin temeli, Kongra Gel-Halk Kongresi’dir. Bu partinin kapatılmasından sonra kurulan “Barış ve Demokrasi Partisi”nin isim babası da Öcalan’dır. “Kongre”, Öcalan’ın bağımsızlıktan vazgeçtiğini öne sürdüğü tezlerinde “devlet” yerine önerdiği organdır. “Kongre”nin altındaki yaygın örgütlenme ise KCK modelidir.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Ahmet Türk, aldıkları, “Kürt halkının kendi güvenliğini ve örgütlülüğünü oluşturması” kararının, Öcalan’ın sözünü ettiği, “öz savunma güçleri” anlamına gelmediğini açıkladı.
Türk, silahlı bir örgütün söz konusu olmadığını ifade etti. DTK örgütlenme komisyonu, “Demokratik özerkliğin hukuk ve halkın güvenliği kapsamındaki düzenlemeler ve çalışmalar başta olmak üzere diğer tüm boyutların örülmesi bir ihtiyaç olarak tespit edilmiştir. Bu bağlamda halkımızın kültürel ve fiziki soykırıma maruz bırakılma süreci devam ettiği sürece devlet eliyle yürütülen fuhuş, uyuşturucu ve diğer toplumsal istismarlara karşı Kürt halkının kendi güvenliğini ve örgütlülüğünü oluşturması gerekliliği ifade edilmiştir” denilmişti.
Halkın güvenliği ve hâkim
Türk, bu ifadenin Öcalan’ın projesi olan “öz savunma güçlerini” değil, “travmalara karşı önlemleri” amaçladığını belirtti. “Halkın güvenliği” kavramını ise şöyle izah etti:
“Halkın güvenliği, doktoru ile eğitimiyle, mahalle meclisiyle bunlara karşı mücadele verilmesini içeriyor. Amaç halkta duyarlılık oluşturarak güvenliği temin etmektir. Eğitim, örgütlenme, duyarlılıkla ilgilidir. Bu şekliyle bakmak lazım.
Terfi ettirilmeyen ve açığa alınan iki general ve bir amiralle ilgili askeri karar, askeri yargı-sivil yargı tartışmasını yeniden başlattı.
Tartışmayı gündeme getiren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın sözleri oldu. Arınç, askeri mahkeme yargıçlarının kendilerinden üst rütbedeki komutanları tarafsız ve bağımsız yargılayamayacakları anlamına gelen bir yorum yapmıştı.
Bu yorum, generaller ve amiralin açığa alınma kararına karşı yürütmeyi durdurma talebiyle askeri mahkemeye yaptıkları başvuruyla ilgiliydi. İma edilen askeri mahkemenin, komutanlar lehine karar vereceğiydi. Ancak öyle olmadı.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM), komutanların yürütmeyi durdurma talebini reddetti. Bunun üzerine de karar öncesinin tam tersi bir yaklaşımla, “askeri mahkemeden sivil karar” türü yorumlar yapıldı. İktidarı destekleyenler, AYİM’in bu kararını da desteklediler.
Tek kararla yargı
AYİM’in komutanların daha önce terfi ettirilmemelerine karşı açtıkları davada ise aynı AYİM yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Bu karar nedeniyle AYİM’i ve askeri yargıçları ağır dille eleştirenler, açığa alınma konusunda komutanlar aleyhine karar verince bu kez övmek zorunda kaldılar.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM), açığa alınan iki general ve bir amiralin yürütmeyi durdurma taleplerini reddetti.
AYİM Daireler Kurulu’nun verdiği bu karar, 4’e karşı 6 oyla alındı. Kararın anlamı, vekâleten yürüttükleri görevlerden açığa alınan iki general ve bir amiralin dava esastan sonuçlanıncaya kadar görevlerine dönemeyecekleridir.
Generallerin ve amiralin Yüksek Askeri Şûra’da (YAŞ) terfi kararı alındığı halde müşterek kararname ile bu kararın uygulanmamasına karşı açtıkları dava da sürüyor.
İki dava
Generaller ve amiralle ilgili olayda gözden kaçırılmaması gereken iki ayrı davanın görüldüğüdür.
Bu davalar, birbirlerini etkileyecek nitelikte olsa bile iki ayrı olaya ilişkindir. Birinci dava terfi işleminin uygulanmamasına dönüktür. İkinci dava ise ayrı bir işlem olan açığa alma tasarrufu ile ilgilidir.
Wikileaks’in açıkladığı belgeler konusunda kuşku belirten ilk ülkelerden biri de Türkiye oldu.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “İsrail’le ilgili belge çıkacak mı merak ediyorum” gibi ilginç bir ifade kullandı. Ayrıca “özel bir maksat hissediyorum” mesajı verdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise ilk gün “Wikileaks’in ne kadar güvenilir olduğu” sorusunu gündeme getiren bir yorum yaptı ve “Eteklerindeki taşı döksünler bir bakalım” dedi. TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin ise, “ABD’ye rağmen sızma olacağına inanmadığı” yolunda bir değerlendirme yaptı. Şahin, siyasi amacı olan bir komplo algısı taşıdığı izlenimi verdi. Bazı bakanların açıklamaları da benzer çerçevedeydi.
ABD ve İsrail
Türkiye’de devletin zirvesi aynı yönde kuşku belirttiler. Bu kuşku, ABD ve İsrail’i işaret ediyordu.
Bu bilgilerin açıklanmasından “kim fayda sağlıyor” sorusunu gündeme getiren bakanlar da İsrail imasında bulundular.
İsrail’in Ankara Büyükelçiliği dün bir açıklama yaparak, İsrail’in kaynak olduğu haber ve yorumlarının gerçeği yansıtmadığını ifade etti. Ancak, bu açıklama iktidarın üst düzeyinde algı değişikliğine yol açmadı. İsrail’i işaret edenler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki “one minute”