Hizbullah sanıklarının tahliyesiyle alevlenen tartışmada hükümet cephesi eleştiri oklarını yüksek yargıya yöneltti.
Ağır eleştirilerden biri Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’ten geldi. Yıllarca Adalet Bakanı olarak da görev yapan Çiçek, CNNTürk’teki Ankara Kulisi programında Murat Yetkin’le yönelttiğimiz soruları yanıtlarken, Yargıtay ve Danıştay’la ilgili olarak, “Seçim kulisinde fazla zaman harcıyorlar” eleştirisini yaptı.
Çalışmak yerine kulis
Çiçek’in Yargıtay ve Danıştay üyelerine yönelttiği eleştiri kurumda yapılan seçimler için kulis faaliyetlerine fazla zaman ayırmaktı. Çiçek, yüksek yargı üyelerinin kulis faaliyetlerinin siyasetçilerden bile fazla olduğu mesajını verdi. Çiçek, “hatta” dedi:
“Bakanlığım döneminde HSYK toplantısı sürerken bazı üyeler, gidip bir oy kullanalım gelelim diye toplantıyı terk ederlerdi. Yargıtay’da, Danıştay’da sürekli seçim vardır. Üyelerin odasına biri girer biri çıkar.”
“Demokratik seçim ve yargı için doğal değil mi?” diye sorduğumda ise Başbakan Yardımcısı Çiçek, “İyi de hem bunu yapıp hem zaman darlığından şikâyet etmek olmuyor” anlamında bir yanıt verdi.
12 Eylül referandumuyla kabul edilen anayasa değişikliklerinin gerektirdiği yasa çalışmaları devam ediyor. Bu çalışmaların biri de askeri yargıyla ilgili.
CNN-Türk’teki Ankara Kulisi programında Murat Yetkin’le birlikte konuk ettiğimiz Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, bu konudaki sorularımızı yanıtlarken, askeri yargıyla ilgili yapılan hazırlıklar hakkında bilgiler verdi. Çiçek’in bu konudaki sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Komutanların yargılanması
Referandum sonrasında askeri yargıyla ilgili bir çalışmanız oldu mu?
- Askeri ceza mevzuatıyla ilgili de 84 maddelik bir düzenlemeyi aşağı yukarı bitirdik. Bir-iki konuyu Sayın Başbakan ile görüşmemiz gerekiyor.
Tutukluluk süresiyle ilgili tartışma, yargının sorunları tartışmasına dönüştü. Türkiye’de davaların yıllarca sürmesi artık kanıksanmış bir olgu, maalesef. Bu nedenledir ki, vatandaş, “mahkeme kapısına düşmekten” çok çekinir. Mahkemeye gitmektense, ya hakkından vazgeçer ya da hakkını başka yollarla aramaya yönelir.
Tutukluluk hali
Kuşkusuz yargının en önemli sorunlarından birinin tutukluluk hali olduğu son olaylarla bir kez daha ortaya çıktı. Tutukluluk yasada bir “istisna” niteliğinde bir önlem olarak tanımlanıyor. Uygulamada ise tutuklu yargılamanın istisna değil, asıl yargılama biçimi haline geldiği görülüyor. Böyle olunca da tutukluluk hali önlem olmaktan çıkıyor fiilen cezaya dönüşüyor.
Temyiz dahil mi?
Tutukluluk süresinin hesaplanmasına temyizde geçen süre dahil mi? Türkiye’de dahil ediliyor. Temyiz aşaması da yıllarca sürdüğü için sanık ilk derece mahkemesi tarafından mahkûm edilse de tutuklu statüsünde duruyor. Temyizde geçen süre de tutukluluk süresinden sayılıyor.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 102. maddesindeki değişiklik hükmünün yürürlüğe girmesiyle başlayan tartışma sürüyor. Bu hüküm ile azami tutukluluk süresini dolduran sanıklar tahliye edildiler.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, özel yetkili mahkemelerdeki davalarla ilgili azami tutukluluk süresini 10 yıl olarak belirledi. Bu karar iki yönden eleştirildi. Birincisi Ergenekon davası gözetilerek sürenin çok uzun olduğu eleştirisiydi. 10 yıllık hesabın yanlış yapıldığı öne sürüldü. İkincisi 10 yıllık tutukluluk süresini dolduran Hizbullah sanıklarının tahliye edilmesiydi. Bu tahliye, domuz bağı cinayetleri nedeniyle kamu vicdanını rahatsız etti.
Tartışmalar bu eksenden, yargının iş yükü açısından sürdürüldü. Özellikle Yargıtay, davaları zamanında karara bağlamamakla eleştirildi. Konu, hükümetle Yargıtay arasında bir tartışmaya dönüştü.
10 yılın sorumlusu
Önce özel yetkili mahkemelerde görülen davalarda azami tutukluluk süresinin 10 yıl olarak belirlenmesine değinelim.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin bu yöndeki kararı, CMK’nın 102. ve 252. maddelerine dayanıyor. 102. maddenin 2. fıkrasında, “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre zorunlu
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ankara’daki üniversitelerin öğrenci konseyleri başkanlarını Köşk’te öğle yemeğinde misafir etti. Sorunlarını dinledi. Üniversitelerin konsey başkanı olan öğrenciler Köşk’teyken, dışarıda toplanan öğrenciler de protesto için bir araya gelmişlerdi.
Önce şunu belirtmek gerekir ki, Cumhurbaşkanı Gül’ün öğrencileri davet edip dinlemesi yerinde bir tutumdur. Rektörleri atayan Cumhurbaşkanı’nın üniversite gençliğinin sorunlarıyla bizzat ilgilenmesi de isabetlidir. Bu işin birinci yönü.
Su yok, gaz yok
İkinci yönü ise Köşk’ün dışında protesto eylemi yapan öğrencilerdir. Cumhurbaşkanı Gül, dışarıda protesto eylemi yapan öğrencilerin sorunlarını aktarmalarına da olanak sağladı. Bu öğrencilerin temsilcilerini Köşk’e aldı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen de bu öğrencileri dinledi.
Üzerinde durulması gereken bir diğer konu ise protesto için toplanan öğrencilere polisin müdahale etmemesiydi. Bu öğrencilerin üzerine -bir gün önce ODTÜ’de yapılanların aksine- tazyikli su sıkılmadı; gözyaşartıcı bomba atılmadı. Öğrencilere müdahale edilmemesi, temsilcilerinin Köşk’e alınması ve olaysız dağılmaları, “demek ki böyle de olabiliyormuş” dedirtti.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 102. maddesindeki değişikliğin yürürlüğe girmesi tartışmaları da beraberinde getirdi.
Tutukluluğun azami süresini dolduranlar tahliye edildi. Aynı hüküm değişikliği nedeniyle tahliyesi beklenenlerden bazıları ise Yargıtay’ın devlete karşı suçlarda tutukluluk süresinin 10 yıla kadar uzayabileceğine hükmetmesi nedeniyle tahliye edilmedi.
Yargıtay’ın “10 yıl kararı” hukukçuları ikiye böldüğü gibi, kamuoyunun domuz bağıyla öldürülüp evlerin tabanına veya bahçeye gömülen cinayet kurbanlarıyla tanıdığı Hizbullah sanıkları ve bazı mafya liderlerinin tahliye edilmesi, kamuoyu vicdanını rahatsız etti. Bu tutuklular, tahliye edilirken Ergenekon sanıkları arasında silahla, şiddetle hiçbir işi olmamış gazeteci ve bilim adamlarının 2 yılı aşkın süredir tutuklu olmalarına karşın tahliye edilmemeleri de eleştiri konusu oldu.
Yargıtay Başkanı Mustafa Gerçeker de tutukluluk sürelerinin uzunluğuna ilişkin eleştirilere katıldı ve yasa düzenlemesiyle çare bulunmasını istedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu eleştirilere ilişkin soruyu yanıtlarken, 10 yıl yorumunun yargı kararı olduğunu anımsattı ve gerekirse yasal düzenleme yapılabileceğini söyledi.
“Tahliye
MHP lideri Devlet Bahçeli, partisinin dünkü grup toplantısında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü Diyarbakır’a yaptığı ziyaret nedeniyle ağır bir dille eleştirdi. Bahçeli, Gül’ün bu ziyaretle Cumhurbaşkanlığı makamını yaraladığını, etnik bölücülere cesaret ve meşruiyet kazandırdığını söyledi.
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) bildirisinde resmi dilin Türkçe olduğu ifadesine önce Cumhurbaşkanı Gül’ün uyması gerektiğini vurgulayan Bahçeli, eleştirisini şöyle sürdürdü:
“Cumhurbaşkanı Gül, iki dilli belediye hizmet uygulamasının birçok örneğini sergileyen ve bölücülüğün odağı haline gelen Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ni ziyaret ederken bunu unutmuştur. Bunun sonucu MGK bildirisi bizzat Cumhurbaşkanı tarafından delinmiş, sıfırlanmış ve hükümsüz hale getirilmiştir.”
Bahçeli, Cumhurbaşkanı Gül’ü, Diyarbakır Belediyesi’nin iki dilli hizmet uygulamasını gözlemeye çalışmakla da suçladı. Cumhurbaşkanı’na Diyarbakır Belediyesi’nin resmi internet sitesine bakmasını tavsiye etti.
Cumhurbaşkanı Gül’ün, MHP lideri Bahçeli’nin bu eleştirisini nasıl karşıladığını öğrenmek istedim. Bu amaçla Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Ahmet Sever’i aradım ve sorularımı ilettim. Cumhurbaşkanı’nın düşüncelerini Sever
Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) açıkladığı özerklik taslağındaki ifadeler, Öcalan’ın ve BDP sözcülerinin söylemiyle örtüşmüyor.
Bu söylem farklılığında, taslağın açıklanmasıyla başlayan tartışmaların ve gösterilen tepkinin etkisi olduğu görülüyor. Taslağın açıklanmasından sonra, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından yayımlanan bildiride dile getirilen görüşleri, bu faktörlerin başında saymak gerekir. Nitekim Öcalan’ın sonradan avukatlarına yaptığı açıklamalarla tutturmaya çalıştığı “ayar” da bunun göstergesi sayılmalıdır.
Taslağın çelişkileri
Taslakta, özerklik ve öngörülen toplum düzeni, “devlet” ve “milliyetçilik” karşıtlığı olarak sunuluyor. Milliyetçilik ve devlet örgütlenmesi reddediliyor. Gerekçe olarak da Öcalan’ın savunmalarında dile getirdiği bir ütopya gösteriliyor. Bu gerekçe, öteden beri bilinen, devlet dahil her türlü otoriteye karşı, “otoritesiz komünal yaşam” olarak özetlenebilecek bir çeşit anarşizm ideolojisi, Öcalan’ın “cinsiyet özgürlükçü, demokratik, ekolojik paradigması” olarak sunuluyor.
Oysa, PKK terörüyle başlayan sürecin siyasal alana taşıdığı yaklaşım ve talepler çık sıkı bir Kürt milliyetçiliğine dayanıyor. Keza, taslağın ifadelerinden de