Bir onlar eksikti, reyting ölçen şirketleri ve dizi yapımcılarını da bastılar, tam oldu.
Manşetler müthiş:
“Fatmagül de şikeci çıktı.”
Hadi be.
Sanki ölçümlerde sonuncu çıksa, “Fatmagül’ün Suçu Ne?” izlenmeyecek.
Sanki “Muhteşem Yüzyıl” izlenmeyecek.
Sanki “Öyle Bir Zaman Geçer Ki” izlenmeyecek.
İki bakanın yaptığı açıklamalarda ortaya koydukları sayılar, biraz şaşırttı beni.
O açıklamalardan önce sorsalardı, “Bir hanede elektrik faturasına mı daha çok para ödenir, cep telefonuna mı?” deselerdi; duraksamadan derdim ki:
“Elektrik faturası tabii.”
Neden?
Çünkü bizim evde durum öyle.
Elektriğe, dört kişinin kullandığı cep telefonları için harcanan paradan iki misli fazlası ödeniyor neredeyse.
Oysa Enerji Bakanı Taner Yıldız’a göre:
Futbol Federasyonu Başkanlığı’ndan sonra EXPO Yürütme Kurulu Başkanlığı da, doğrusu hiç fena bir makam değil.
Önce, hayırlı olsun.
Ve Mahmut Özgener kardeşimi yolun başında uyarmak isterim:
Eğer kendini İzmir’deki itiş kakışın girdabına kaptırırsa, işi zor.
Çünkü o zaman hem bir hayli yara bere alır.
Hem de hedefe ulaşmak, EXPO’yu İzmir’e kazandırmak; hayal olur.
O hayalin suya düşmesi ise bir adım sonrası için aşılması olanaksız bir engel oluşturur.
Eğer kişisel veya kurumsal bir çıkarınız yoksa...
Eğer önyargılı değilseniz...
Eğer üzüm yemek yerine bağcıyı dövmek gibi bir derde kapılmamışsanız...
Doğru söze ancak “doğru” denir!
Örnekse, Banu Şen’in “EXPO çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?” sorusuna; Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın verdiği cevap gibi; “Bilerek, kişisel olarak mesafeli duruyorum. Somut olarak yapılması gereken neydi? Hükümetin İzmir’in EXPO adaylığı kararının vermesi, bu karar alındı. Resmi başvuru yapılması lazımdı, 78 bin Euro’nun yatırılması gerekiyordu. ‘İZKA, Büyükşehir Belediyesi, Özel İdare yatırsın’ demedik. Yatırdık. Paris’te bir ofis lazımdı. ‘Bizim ofisimiz var’ dedik. Ona da para ayırdık. ‘Verin İzmirliler’ demedik. Gelenleri ağırlayacak organizasyon yapılması gerekiyordu. Onu da yaptık. Bana birisi, EXPO’yla ilgili bunlar dışında somut ne yapılmış, anlatsın.”
* * *
Söz doğru.
İş öyle bir hale geldi ki, her gün yeni bir gözaltı, yeni bir tutuklama olmazsa, sanki o gün boşuna yaşanmış olacak.
Memlekette çivilerin yerinden çıktığı malumdu elbet.
Ama bu kadarı...
Hayret!
Gidiş, geliş ya ülkenin bütünü Açıkhava Hapishanesi’ne dönüşecek; ya dışarıda kalanlar koruma altına alınacak.
Daha da tuhafı onca tutuklamaya, bunca davaya karşın henüz hiçbirinde “sonuç” yok.
Yani...
Yapılan hazırlığı ile alınan kararları ile çıkılan “EXPO yolculuğu” içimize tam sinmese de, çare yok.
“Kervan yolda düzelir” umuduyla devam edeceğiz yola.
Ve bu arada...
EXPO kafilesinde kimi ararsan var ve hatta ilk seferde “unutulanlar” için dargınlık kırgınlık olmasın diye “ekstra bir kararname” çıkarılmıştı ya.
Olmadı.
Kadrodaki “asıl eksiğin” kimse farkına varmadı.
Bilirsiniz, “Fala inanma, falsız da kalma” derler.
Aynı sözü şu şekilde uyarlamak da mümkün:
“Kamuoyu araştırmalarına inanma, araştırmasız da kalma!”
Araştırma şirketlerini yöneten arkadaşlar kusura bakmasın ama yaptıkları çalışmaların, en azından “kamuoyuna yansıyanları” böyle bir algı yaratıyor.
Örnekse...
Türkiye’deki bir araştırma şirketinin bulduğu sonuca göre, ülkemizde “kendini mutlu hissedenlerin” oranı yüzde 87,6 çıkmıştı.
Diğer yanda uluslararası bir şirketin dünyanın 124 ülkesinde yürüttüğü “mutluluk anketinin” sonuçlarına göre ise Türkiye ahalisinin yüzde 16’sı kendini “mutlu” saymıştı.
Sayın Başbakanı merak ediyoruz.
Gerçi ABD Başkan Yardımcısı, Katar Emiri ve KKTC Başbakanı ile yaptığı görüşmeler sırasında çekilen “tek karelik fotoğraflar” yüreğimize biraz olsun su serpiyor.
Hele yüzünün güldüğü anlar, bizlerin de yüzünü güldürüyor.
Yine de içimiz rahat değil.
Çünkü ilk açıklama 28 Kasım günü yapıldı:
“Sayın Başbakanımız, 26 Kasım 2011 tarihinde, laparoskopik yöntemle, başarılı bir sindirim sistemi ameliyatı geçirmişlerdir.”
O açıklama, aynı zamanda bugüne kadar yapılan tek açıklama oldu.