Yalnız iklimler değil, insanların alıştıkları özel yaşam tarzlarında da değişiklikler oluyor. Son günlerde Almanya’nın Bavyera eyaletinde bir halk oylaması yapıldı. 2022 yılında hükümet tarafından yapılması şiddetle istenen kış olimpiyatları için halka danışıldı. Ve halk hayır istemiyoruz dedi. Herkes şaşkın. Bilhassa politikacılar ve spor idarecileri. Hatta Franz Beckenbauer. Bunun Alman sporu için bir hezimet olduğu söylendi.
Halk olimpiyatlar için ormanlara ve çevreye zarar verildiği kanaatinde. Burada tabi enteresan bir toplumsal özellik ortaya çıkıyor. Kişisel ekonomik hayat düzeni yüksek ülkelerde halk, yaşam tarzlarına etki edecek değişiklikleri istemiyor. ‘Havamıza, suyumuza, yaşamımızda alıştığımız tabiat zenginliklerine müdahale etmeyin, bu spor için olsa bile’ diyorlar. Anlaşılan gelecekte şehirlerin yapısını değiştirecek her türlü sosyal faaliyet halkın tepkisini çekecek. Tabi demokratik yönetilen ülkelerde.
Sınava giren öğrencilerin ‘heyecandan bildiklerimin hepsini unuttum’ demesi moral ünitesinin psikolojik açıdan ne kadar önemli olduğunu gösterir.
Ama ne varki profesyonel futbolcu asla sınava yeni giren öğrenci değildir. Profesyonel sporcu bilhassa profesyonelliğe adımını attığı günden itibaren kendine güvenini belli bir düzeye getirmiş kişidir. Büyük bir maça girerken bu kendine güven hali sporcunun gerginlikler ve heyecanlar karşısında hata yapmamasını ve takımına uyumunu sağlayacaktır.
Profesyonel sporcu, profesyonel olana kadar geçen zamanda kendi kendine moral vermeyi, heyecanını yenmeyi, kondisyonunu kontrol etmeyi, bilhassa maçı kazanmak için gerekli motivasyonu öğrenmiştir. Bütün bu psikolojik özellikler büyük sorumluluklar ortaya çıktığında önem kazanır. Morali iyi olan ve kendine güveni olan takıma fazladan psikolojik baskı yapmanın anlamı yoktur.
Ama maalesef ülkemizde istim sonradan gelsin diyen mentalite son milli takımın maçlarında bu önemli hususları adeta pas geçmiştir. O pisi pisine gelen yenilgiler, anlamsız yenilen goller, sonradan gelen telaşlı mücadeleler hak etmediğimiz sonuçlara sebep olmuştur. Önümüzde yeniden yaratılması düşünülen genç milli
Nedense kültürel yapımızda hep kendimizi haklı görmeye zorlayan bir dürtü vardır. Araba kazası yapan iki sürücünün biri muhakkak bir diğerini suçlu bulur, kırmızı ışıkta geçmiş olsa bile. Mesela politikacılar hiç suçlu olmazlar.
Öbür yandan bir teknik direktör çıkar kaybedilen bir maçtan sonra ‘suçlu benim derse’ inanmayız, ‘o bir nevi suçsuz olduğunu söylemek istiyor’ deriz. Suçlu olmak ve ya olmamak muhasebesinde bir kültürel dengesizliğimiz olduğu meydanda. Yani nedense suçlu aramak ve ya suçluyu bulmak hususunda adaletli olmayı beceremeyiz.
Eskiden futbolda kaybedilen bir maçtan sonra hep hakem suçlu bulunurdu. ‘Hava yağışlı, saha çamurluydu’ derlerdi. O yüzden fazla koşamamışlardı. Yani derinine inmeyi hiç kimse sevmezdi. Bakın şimdi yazacağımızı da kimse doğrulamaz. Türk Futbolu’nda suçlu kondisyon yetersizliği derseniz ve suçlu sadece ve sadece futboldaki profesyonel anlayış yokluğu derseniz size gülerler.
Yabancı ve zaten yaşlı futbolcular bile Türkiye’ye geldikten bir süre sonra profesyonel anlayışı ve görgülerini bir tarafa bırakırlar, vur patlasın çal oynasın havasında yer içer gece kulüplerinde görünürler. İşin tuhaf tarafı bizi öve öve bitiremezler. Adeta
Çabuk heyecanlanan, etkilenen, hele milli duygulara dokunan problemlerde çok alıngan, kırılgan bir yapımız var. Bunu sosyal medyada, politikada yapılan karşıt görüşlü haberlerde daha yakından gözlüyoruz. Ama ne yazık ki problemlerin ciddi bir şekilde derinine inmeyi de kimse istemiyor. Yanlış anlaşılırım korkusu ile.
Bilhassa sporda olabileceklerin çok üstünde ümitlere ve hayallere kapılıyoruz. Normal neticelere ulaşmayı düşünmek ve gayret etmek yerine masallardaki dev adamlara, aslanlara, kaplanlara, diğer çeşitli masal kahramanlarına ümit bağlayarak kendimize göre planlar yapıyoruz. Ne tuhaftır ki şiddetle arzu edilen sonuçlara ulaşamazsak bahaneler uydurarak gelecek bahara ümit bağlıyoruz. 10 yıl sonra olsa bile.
Kimse kimseyi kırmak istemediği için, çok defa da bundan çekindiğimiz için hüsranımızı içimize atıyoruz. Olduğumuz gibi olmayı öğrenmek ve kabullenmek yerine ‘şu şundan oldu, bu bundan oldu’ diyerek kendimize ruhsal doping yapmaktan vazgeçmeliyiz. Ve artık hakiki tenkitleri tartışmasını öğrenmeliyiz.
Toplumsal hayatta bir yerlerde görev almışsanız, bazı sorunlarınız ve zorunluluklarınız var demektir. Mesela bütün modern dünyada Başbakanlar ve muhalefet liderleri birbirlerine sataşırlar. Hatta saldırırlar. Ama Milli Bayramlar’da, resmi toplantılarda protokol gereği yan yana oturmak zorundadırlar. Çaresi yoktur.
Son günlerde gazeteleri okuduğunuz zaman sporda bir türlü açıklayamadığınız şaşırtıcı haberler var. Kulüp başkanlarının önemli bir maçta yan yana gelmemek ve oturmamak için gösterdikleri gayretler dikkat çekiciydi. Son yıllarda bütün dünyada bilhassa taraftar açısından ortamın çirkinleşmemesi yönünde gösterilen çabalar bilinmektedir. Şimdi başkanlar yan yana oturmamaya çalışıyorlarsa taraftarların birbirlerine husumet beslemelerine şaşmamak gerekir. ‘Balık baştan kokar’ sözü boşuna söylenmemiştir. Başkanlık geçici ve gidicidir. Ama taraftar daima kalacaktır.
Spor psikolojisi açısından sözler ve davranışlarla politikayı andıran savaş tamtamları çalmak sporun güzel anlamına zarar verir. Başkanların statlarda ayrı ayrı localarda oturmaları aşağıdaki taraftarlarca yanlış algılanır. Esasında ‘Sporda yenmek de var yenilmekte’ sözü başkanları yan yana oturmaya mecbur
Dünyada halkı bir kaç milyonu aşmayan küçük küçük devletçikler var. Ama bir de bakıyorsunuz ki, bu devletlerden yığınla dünya çapında sporcular çıkıyor. Hani doğrusu ben spor bakanı, milli eğitim bakanı veya sağlık bakanı olsam kendi kendime sorardım; “70 milyonun üstünde bir kalabalığa sahipken neden bende çeşit çeşit spor dallarından büyük sporcu isimleri yetişmiyor veya yetiştiremiyoruz” diye.
Eskiden “Alt yapı yok” der üzülürdük. Şimdilerde sürüsüyle spor tesislerimiz var. Hele hele gösterişli spor akademileri. Ne yazık ki hala doping ile başarılı olmaya çalışan sporcularımız var. Nerede o kondisyonu bilen, sporcu gıdasını dengeleyebilen, çocukken sporcu yapıyı kazanmaya çalışan bilinçli gençler.
Spor milleti olmak her şeyden evvel aileden geçer. Spor yapan, sporun temel prensiplerini günlük hayatta da uygulayan anne ve babalar. Spor görgü ile kazanılır. İlk ve orta okullarda kollarını bir-iki defa havaya kaldıran, bacaklarını aşağı yukarı indirip kaldıran çocuklardan bir şey olmaz. Yani sporcu çıkmaz. Hele hele çocukları her yaş döneminde bilgi hazırlık kurslarına göndermek, üniversitelere hazırlamak için kurs üstüne kurs yaptırmak sağlıksız gençlik yaratmaktadır.
Ne olur ‘Daha resmi maçlar başlamadan ne uğraşıyorsun taraftarlarla?’ demeyin. Gelin taraftar psikolojisini biraz olsun anlamaya çalışalım.
Öyleleri var ki, adamcağız neredeyse çoluk çocuğunu unutmuş, varsa yoksa renklerim diyor. Takımı kazanırsa dünyalar onun oluyor, kaybederse sanki dünya başına yıkılıyor. An geliyor iftiralar, çamur atmalar, bahaneler birbirini izliyor. O kadar ki rakip takımın yokluğunu isteyecek kadar hırsla doluyorlar. Futbol dünyasında neredeyse düşman kardeşleri oynuyoruz. Yazı yazmaya bile korkar olduk. Havadan nem kapıp, yok yok sen bizim takımın düşmanısın diyorlar. Eğer işlerine gelmezse...
Esasında spor dünyanın en zevkli işi. Seyretmek ister galibiyet olsun, ister mağlubiyet olsun bir insanlık içgüdüsü ve sevgisi. Gerisi boş. Ama maalesef öyle olmuyor. Bakın bir büyük üstadımız günlük yazısını nasıl bitirmiş. Tabii sporla ilgili. ‘Söylenenler doğruysa sözleriniz size hiç yakışmadı’ diyor.
Evet taraftarsanız sözlerinizi tartacaksınız, hele hele idareciyseniz her kelimeyi yutkunarak söyleyeceksiniz. Zaten söz teknesindeki dengesizliği gelin politikacılara bırakalım, sporu artık sevimsiz yapmayalım.
Kusura bakmayın bugün yazıyı biraz uzatmak zorundayım. Zira sporda taraftar kelimesini açıklamak kolay değil.
Sportif anlamda taraftar kime denir? Diyelim ki tarftar bir kulübün renklerine aşık bir kişidir. Peki ama aktif spor yapar mı? Bütün sporlardan anlar mı? Hiç okulda futbol topuna vurmuş mudur? Bir potaya yükselmiş midir? Yoksa kendine taraftar süsü verip kahvede işyerinde sokakta fanatik bir eda ile posta koyan bir adam mıdır?
Şimdi gelelim işin ciddi psiko-sosyolojik yönüne. Medeni anlamda taraftar olmak, güzel bir toplumsal beraberlik duygusudur. Sporun her yönüne yönelmektir. Bu taraftarlıkta daha sonra işi fanatikleştirmek yanlıştır. ‘İç güçler, dış güçler bizim şampiyon olmamızı istemiyorlar’ demek yanlış bir paranoyadır. Taraftarlığa yakışmaz. Zira sporu yalnızca kulübünün renkleri için seviyorsan, sana sporsever denemez.
U-20 Dünya Kupası maçlarına senin renklerin yok diye gitmiyorsan, o zaman kuru bir taraftardan başka bir şey değilsin. Bak orada da pırıl pırıl gelecek vaateden dünya çocuklarının maçları vardı. Sen neredeydin? Çünkü sen sporu değil; kulübünün renklerinin mücadelesini seviyorsun. Senin için bir anlamda milli renkler bile kulüp renklerinden