Maalesef

7 Haziran 2015

Kim derdi ki gün gelecek futbol, dünya gazete ve televizyonlarında birinci haber olacak diye. O da oldu işte.

Çocukluğumuzda yavaş yavaş bir futbol mafyasından bahsedilir olmuştu. Daha sonraları futbol organizasyonları kurulduğunda Afrikalı delegelerin oylarını Rolex saatlerle değiştirdikleri fısıltı halinde söylenmeye başladı. Zamanla futbol endüstrisi tavan yaptı. Futbolculara milyonlar verilir oldu. Devletler şampiyonlukları ülkelerinde yapabilmek için sıraya girdiler. Bu sırada da FIFA denilen futboldan sorumlu üst kurul siyahından beyazına, şehir devletlerinden dünya devletlerine kadar her çeşit otoriteyi içine alan bir kuvvet oldu.

İşte bu otoriteler şampiyonlukları kendi ülkelerinde organize edip ekonomi ve prestijlerini yükseltmek için çeşitli faaliyetlere geçtiler. Ve seçimleri küçük petrol devi ülkeler ve diktatör rejimler kazanmaya başladı. Bir anlamda ‘Parayı veren düdüğü çalar’ denilirken, birdenbire koskoca FIFA’nın temelleri rüşvet skandallarıyla sarsıldı. Esasında rüşvet her zaman vardı. Ama paralı küçük devletler büyük devletleri mat etmeye başlayınca işin suyu çıktı. Kuvvetler dengesi bozulmuştu.

Düşünün ki bir üst düzey sorumlu FIFA yöneticisi New

Yazının Devamı

Masal gibi

26 Mart 2015

Masallar güzeldir. Zira sonları hep iyi biter. Biz şarklılar masalları çocukluktan sonra da dinlemeyi, okumayı severiz. Mesela Beşiktaş-Brugge maçından evvel otoriteler milyonlara güzel masallar anlatmıştı. Muhakkak galip gelinecekti. Herkes de inanmıştı. Çünkü masal bu ya. Otoritelere göre kondisyonumuz da, motivasyonumuz da zirve yapmış durumdaydı. Ama maalesef böyle olmadığı masal bitince anlaşıldı.

Unutulmamalı ki ülkemizde ne kadar moral pompalasanız da ufak bir darbede, mesela bir gol yemede, kırmızı kart görmede, kondisyon yetersizliğinin ortaya çıkmasında takımın sanki bütünü çöküyor. Profesyonellik nedense birden bire amatörlüğe dönüşüyor. Abuk sabuk goller yeniliyor. Boş kaleye atılan şutlar kale direkleri üstünden sonsuzluğa gönderiliyor. O anda seyircinin Allah Allah sesleri ve küfürleri ayyuka çıkıyor.

Profesyonellik antrenmanlarda gösterilen gayretli çalışmalardan, motivasyonun psikolojik öğreniminden, kondisyonun devamı için sağlıklı ve düzenli bir yaşamdan geçmektedir. Yani bir anlamda bunu kavramış bir zeka kompleksinden geçmektedir. Atatürk boşuna söylememiş, ‘Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklı olanını severim’ diye... Sorsak ayıp mı olur?

Yazının Devamı

Farklı düşünmek

23 Şubat 2015

Bazen sıkıldığınızda farklı düşünceler ortaya atmanız faydalı olur. Bunalımdan çıkmak için. Mesela şu sıralarda futbolda teknik direktör mü önemlidir yoksa takımın kendisi mi diye düşünebilirsiniz. Takımın arka arkaya yenilmesinde niçin hep suçlu teknik direktördür? Takımın bütününün hiç mi kabahati yoktur? Büyük kulüplerin yaşadığı farklı mağlubiyetler karşısında niye fatura teknik direktörlere çıkarılır?

Biz bile mesela arka arkaya gelen mağlubiyetlerden sonra dünyanın en iyi teknik direktörü Löw ile onun benzerlerini kapının önüne koymadık mı? İşte bu yüzden takımların da insan gibi bir kişilikleri olduğu ortaya atılabilir.

Mesela son zamanlarda Almanlar’ın Dortmund takımı arka arkaya nedeni bilinmez yenilgiler aldı, durdu. Başlarında hala bu takımı şampiyonluklara götüren bir teknik direktör var. Peki şimdi takımın kişiliğini düşünmez misiniz? O kişilik ne oldu da böyle yenilgiler yaşayıp, sonradan toparlandı.

İşe psikoloji yönünden bakmayın. Takım bunalıma girdi mi teknik adam istediği kadar ayağını yere vursun, tırnaklarını yesin, Brezilya bile olsa 7 gol yer. O sırada milyonlar verip yeni bir çalıştırıcı da getirsen takımın dengesi hemen yerine gelmez. Bunalım

Yazının Devamı

Futbol borsası

26 Ocak 2015

Bugünlerde spor meraklılarının transfer haberleri yüzünden herhalde kafaları allak bullak olmuştur. Listeler kabarık ancak icraat sıfır. O kadar kafa karıştırıcı gelişmeler var ki sanırım profesyoneller bile işin içinden çıkmakta zorlanıyorlardır.

Yabancı futbolcu piyasası ortalığı karıştırdı. İyi de oldu denilebilir mi? Kim kimi nasıl satacak, kim kimi nasıl alacak? Adeta borsa krizi. Bu krizi çözmek galiba ekonomistlere kaldı. Zira kulüplerin mali durumları da hiç iç açıcı değilmiş. Yani bundan sonra paran varsa ne ala. Yoksa alt yapıya yönel. Ama orada durum vahim deniliyor. Sizin anlayacağınız artık bir taraftar olarak öyle kahvede oturup takımınız hakkında konuşamayacaksınız. Çünkü bu krizde ve borsada takımınızın renkleri bakalım ne şekil alacak. Belli değil.

Zaten eldeki şöhretler için de ‘ha gitti ha gidecek’ dedikoduları ayyuka çıkarken, teknik direktörler de son durumda ofsaytta kalacaklar. Zira artık bu durumda onları kulüp başkanları ve ekonomistler yönlendirecekler. Yani renkleriniz biraz bulanık olacak. Çünkü sormak lazım:

‘Statlar son günlerde dolmuyor. Taraftar olarak sizin de mi kafanız karıştı, maçlara gitmiyorsunuz?’

Yazının Devamı

Sakatlıklar

23 Aralık 2014

Teknik Direktör Bilic takımdaki sakatlıkları yoğun maç trafiğine bağlamış. Son yıllarda hakikaten maç takvimleri çok yüklü. Hem lig, hem kupa, hem Avrupa maratonu gibi... Yıllarca evvel olimpiyatlardan önce bir dünya kongresine konuşmacı olarak davet edilmiştim. Sporda sakatlıklar konusunu bana vermişlerdi. Frankfurt’taki eski opera binasında yapılan kongredeki konuşmam daha sonra Almanca olarak neşredilmişti. Bu konuşmamda spordaki sakatlıkların kondisyon yetersizliğine veya yorgunluğa bağlı olduğu tezini savunmuştum. Profesyonel sporcuda kondisyon yetersizliği ve yorgunluğa yol açan faktörler şöyle sıralanabilir: Toplumsal yaşamdaki düzensizlikler, eşlerle ve sevgililerle olan gerginlikler, beslenme yöntemine dikkat edilmemesi, psikolojik dengesizlikler, mesela gece hayatı gibi.

Kondisyonu iyi olan futbolcu hem kendini hem rakibini koruyacak enerjiye ve bilinçliğe sahiptir. Bu enerjiyi yalnız başına sporcunun antrenmanlarla kazanması mümkün değildir. Sporcu bilinçliliğini bir eski hatıramla belirtmek isterim. Bayern Münih’in bir zamanların meşhur golcüsüne bir lig şampiyonasının hemen arkasından, “Şimdi kim bilir nasıl eğleneceksiniz?” demiştim. O da “Profesyonel sporcunun

Yazının Devamı

Bir zamanlar

24 Kasım 2014

Bir zamanlar spor yazarları maçları anlatırlardı, daha doğrusu yazarlardı. Karşılaşmalarda kim ön plana çıkar, hangi takımın tekniği, kondisyonu, motivasyonu daha üstündür kelime kelime kaleme alınırdı. Kale önündeki mücadeleler, atılan şutlar, direkten dönen toplar, kalecilerin fedakar kurtarışları, dakikası dakikasına tarafsız ve edebi bir şekilde yazılırdı.
Herhalde şimdi televizyonlar maçları bütünüyle verdiği için olacak, maç yazıları bir sütunu bile doldurmuyor. Spor yazarlığı adeta bu yüzden magazin yazarlığına dönüştü. Kim kime küfretmiş, maçtan sonra hangi kulüp başkanı kime çatmış, hangi maç seyircisiz oynanacak, hangi oyuncuya kaç maç ceza verilecek buna benzer yığınla dedikodular.
Yıllarca evvel bir Türkiye-Romanya maçını yazmıştım. Top Dolmabahçe’de sahanın ortasında çamura batıyordu. Ve oyuncuların bu topu çamurdan çıkarıp kalelere götürmelerindeki cansiperane gayret görülebilecek bir şeydi. Oyunda teknik de vardı, moral de vardı, motivasyon da vardı. Çamur içinde bu bir futbol gösterisiydi. Ertesi günü gazeteye sayısız okuyucu telefonu gelmişti. Okuyucu maçın uzun uzun yazılmasını sever. Okur hatta iyi yazılmışsa aynı yazıyı bir kaç defa tekrar okur. Maçı

Yazının Devamı

Lig farkı

26 Ekim 2014

Alman televizyonunda Galatasaray-Dortmund maçını anlatan spiker Almanya’daki lig ve milli maçlarına yorum yapan meşhur bir spiker. Maçı anlatırken nedense söz arasında “Türkler’in lig maçlarının kendine özel bir sistemi var” deyiverdi. Acaba spiker Türkler’in kendine özel lig maçları var demekle neyi kestediyordu. Acaba kısa paslarla oynanan, yalnızca sahanın ortasında gelişen ama kaleye gidip gol olmayan, forvet ile savunma arasındaki gedikleri ile dikkat toplayan, bireysel oynanan futbol sistemini mi kastediyordu?

Doğrusu adama gidip sormalı. Galatasaray maçında yerini bilmeyen ve tutmayan, rakip futbolcular kaleye giderken arkalarından koşan savunma oyuncularını görünce akla bu sualler geliyor. Kondisyonu iyi olmayan forvet oyuncularının, yerini tutmayan uzun pasları da ‘Türkiye’de futbol orta sahada kısa paslarla oynanır’ imajı mı veriyor? Ayrıca spiker Türk futbolcuları ancak Türk liginde cesur, atak oynarlar ve moral bulurlar mı demek istedi? Her horoz kendi çöplüğünde öter anlamında. Maçtan sonra Hamit’in sözleri de Alman spikeri haklı mı çıkarıyor? Rakibe nazaran 10 kilometre daha az koştuk. Haddimizi bilmeliyiz. Hedefimiz Türkiye ligleri diyor Hamit. Ne yazık ki

Yazının Devamı

Gol yoksa...

21 Eylül 2014

Gol yoksa futbol da yok demektir. 0-0 biten oyunlarda teknik direktörler bir oh çekip hayatlarından memnun olsalar da seyirciye ne denebilir? Beraberliğe sevinilir mi yoksa maçtan sonra eve giderken acaba dişlerini sıkıp söylenirler mi? Çünkü çok iyi bir futbol oyunu golsüz biterse seyirci için bu bir anlam taşımaz.

O taraftar tribünlere, atılan her golden sonraki adrenalin dejarjı için gelmiştir. O bağırıp çağırmazsa zıplayamazsa ve yakınındaki arkadaşının boynuna sarılamazsa bu işin bir zevki yoktur. Bir takım gol atamıyorsa burada en başta forvet oyuncularının birbirlerine karşı egoist davranmaları gelir. İkincisinde ise bekleri aşamayan korkak kısa paslar rol oynar. Bekleri aşan uzun paslarda ise topa ulaşamayan kondisyonsuz forvetler vardır. Tabii ki gol atmada savunma ile forvetin harmonisinin büyük rolü gözardı edilmemeli. Takım oyunu denilen bütünlük işte buradadır.

Futbol ile 22 kişinin bir yuvarlak top etrafında koşmalarından dalga geçilse bile, zeka olmaz ise topu kaleye sokmak zor olmaktadır. Milyonlarca dolar ve euro işte bu zekaya verilmektedir. Topu kaleye sokabilmeleri için. Tabii çok laf yapan teknik direktörlerle çok konuşan kulüp başkanlarının da zeki

Yazının Devamı