Kazandığımız yabancı maçlardan sonra tarih yazdık başlığının kullanılmasını yadırgıyorum. Çünkü tarih geçmişi işaret ediyor. Bana göre bir maçı kazanmışsak geleceğe bir adım atmış oluyoruz. Tabii ki çocuklarımız, torunlarımız geçmiş tarihi okuyup renklerinden gurur duyacaklardır.
Londra’daki, Paris’teki, Madrid’deki çocuklar da artık takımlarımızın adını öğreniyorlar. Bizim geçmişi unutup geleceğe bakma hakkımız var. Zira son maçların ikinci devrelerinde ölüp ölüp dirilmedik mi, yüreğimiz ağzımıza gelmedi mi? Onun için teknik direktörlerden bir ricamız var. Ne olur ikinci devrede defans yapmaktan vazgeçin.
Bizim takımlara hücum daha fazla yakışıyor. Savunma oyunu hem futbolcularımızın hem bizim sinirlerimizi perişan ediyor. Ümidimiz tarihte Viyana’yı alamadık ama inşallah önümüzdeki gelecekte Madrid’i fethederiz.
İngiliz asilzadeleri Şampiyonlar Ligi’nde yenilmeyi gururlarına yedirememişler. Yenilmelerinin suçlusu Türk hakemiymiş. Bu İngilizler de artık çok oluyorlar.
Avrupa Birliği’nden zaten çıkmak istiyorlar. Euro’yu kabul etmiyorlar. Bize kalırsa Şampiyonlar Ligi’nden de çıksınlar ve kurtulsunlar. Saçmalığa bak, hakemimizi polise bile şikayet etmişler. Tutuklatsalardı bari. Şunun şurası bir maç be kardeşim.
Kızdığım birkaç nokta var. İspanyol hakemin biri Türk ligini hakarete varacak şekilde bir alt lig gibi görüyor. Hele hele İtalyan basınındaki beylerin Cüneyt Çakır’ı bir daha görmek istemiyoruz diye zırvalamaları. Hadi İngilizleri anladık. İspanyollar ve İtalyanlara ne oluyor?
Ekonomik krizler ve skandallar başlarına vurmuş galiba. Sanki İngilizlere yaranmak istiyorlar. Kendi liglerindeki ırkçılık suçlamalarını unutuyorlar. Bütün bu gürültülerden sonra İngilizler kıvırmışlar. Onların liginde bu hareketler kaza gibi görülür ve kart çıkmazmış.
Ama şimdi öğrenmişler ki Şampiyonlar Ligi’nde bu hareketlere kırmızı kart gösterilirmiş. Ve bu yüzden hakemimizi affetmişler. Avrupalı ve İngiliz dostlarımız gelecekte Türk hakemlerine ve Türk futbolcularına alışacaklardır.
Tatsız konuları yazmanın ne faydası var ki. Şimdiden milli takımın son oynadığı Çek Cumhuriyeti maçını tartışarak ay-yıldızlıların geleceğini düşünmenin ne anlamı varki. “Dün dündü” demeyin. Eskilerde spor yazarları Avrupa ve Dünya kupalarında milli takımın geleceğini böyle maçlardan sonra haftalarca tartışırlardı.
Bakın şimdilerde öyle bir heyecan var mı? Zaten ümitler de dağların arkasında. Şimdilerde varsa yoksa Didier Drogba. Deprem oluyor sanki. Soranlar bile var. Acaba karşılamada kırmızı halı döşenmiş midir diye. Ya yöneticiler, adamın iyi ki sırtına çıkmamışlar. Şaka bir yana böyle sporcuların görgü ve heyecan anlamında Türk sporuna tabii ki faydaları olacaktır. Buna şüphe yok. Ama yöneticiler için Türkiye’yi Dünya Kupaları’nda görmemek üzücü olmuyor mu?
Tabii ki takımlarının renklerine aşık olmaları iyi bir şey de ama milli takım başka bir şey. Avrupa’daki işçi çocuklarının bizim yetiştirdiğimiz çocuklardan ne farkı var. Birisi çıkıp bunu çok büyük bir spor yöneticisine sorsa acaba ne cevap alırdı.
Bizler kim ne derse desin, milli takımımızı özlüyoruz. Hiç unutmadan söyleyelim, Almanya-Fransa milli maçında hem Fransa Cumhurbaşkanı, hem Almanya Başbakanı bir
Yazdıklarından dolayı sevimsiz olmak her spor yazarının talihinde vardır. Taraftarın sevgilisi futbolcu, şöhretli futbolcu taraftara göre bara gider, gece hayatını sever, evliyken yabancı hanımlarla para harcar. Sizin anlayacağınız hayatını yaşar.
Kalkar onun aleyhine yazarsanız sevimsiz olursunuz. “Eğlenecek tabii, milyon euroları niçin kazanıyor ki” derler. Ama işte bize göre bu iş öyle değil. Bizim meşhurlar niye dışarıda başarılı olamıyorlar işte bundan.
Profesyonel futbolculuk onlara dışarıda yavan geliyor da ondan. Orada hele hele gece hayatınız bir afişe olsun yandı gülüm keten helva. Gelecek hafta yedek kulübesini boylarsınız. Çünkü orada profesyonel futbolcu gıdasını, uykusunu, antrenmanını, aile hayatını düzenlemek zorundadır. Kondisyon ve moral her şeyden önce gelir.
Geçen gün dünyaca ünlü haftalık bir dergide Bayern Münih takımına giden Barcelona’nın eski hocasına ait bir hayat hikayesi okudum. Guardiola, Romalı imparator Mark Aurel’i ve benzeri kitapları okur, tartışırmış. Teknik direktörün odası böyle kitaplarla doluymuş. Şimdi de yeni kulübünün başına geçeceği zamana kadar New York’ta dinleniyormuş, eğleniyormuş. Pardon gece kulüplerinde değil. Müzeleri ve
Biz işte böyleyiz. Misafirimizi, sevdiklerimizi ağırlarken en çok yedirmeyi severiz. “Sneijder soluğu Reina’da aldı” başlığını okuyunca misafirliğimize sevindim.
Adamcağız nereden bilsin Reina’yı, götürmüşlerdir elbet. Dönerimizi, baklavamızı da inşallah tattırmışlardır. Afiyet olsun. Ümit ederim ki Hollandalı yıldız çabuk kilo almaz ve semirmez. Dünya çapında kral futbolcu bu. Kondisyonunu kaybetmez. Nedense transfer olan yabancıları yediriyor, içiriyor başımızın üstünde yerin var diyoruz ve sonra... Sonrasını boşverin tartışmayalım.
Bir zamanlar Hagi Türkiye’ye gelirken Almanya’nın ünlü haftalık dergilerinden biri Hagi’nin yaşının geçtiğini futbolunun artık bittiğini yazmıştı. Bulun o yazıyı ve okuyun.
Ne oldu? Hagi Türkiye’yi sevdi ve Galatasaray ile mucizeler yarattı. Çünkü o tam bir prosefyoneldi. O zamanlar Reina da yoktu. Ama şimdi profesyoneller aldıkları milyonlarca dolarla anılıyorlar magazin dergilerinde. Eh şimdi Sneijder, Reina’da işe başladıysa bu iş bitmiş demektir. Ve sonu tahmin ediyorum iyi gelecektir.
Bir zamanlar profesör Freud adlı bir psikiyatr, psikolojide reform yaratan tezler ortaya atmıştı. İçimizde ve şuurumuzun derinliklerinde öyle kuvvetler vardır ki, bu içgüdülerin kontrolü öyle kolay değildir.
Bilhassa seksüel içgüdüler ve benzerleri tatmin edilmezlerse saldırgan olabilirler. Ve hiç arzulamadığımız halde saldırganlığa dönüşebilirler. Mekanik gelişen bu saldırganlıklar öyle terbiye ve eğitimle bile önlenemezlerdi.
Ani intinktif denilen bu mekanik davranışlar bilhassa hiddet ve şiddetle aniden gelişebilirlerdi. Psikanaliz dediğimiz bilim dalı işte böyle gelişti ve bugüne kadar geldi. Görüldüğü gibi futbolda bu mekanik davranışlar sıklaşmaya başladı. Zidane’ı hatırlayın. Bu efendi sporcu bile istemediği halde rakibine kafa atmıştı.
Bu tip kafa atmalar, tükürmeler ve diğerleri süper ego ile bile kontrol edilemediğine göre ne yazık ki sahalarda sık sık ortaya çıkacaktır. Ne yapalım gülü seven, dikenine katlanır.
Futbol kültürü ile ülke kültürü artık anlaşılan paralel gitmiyor. Mesela Almanya gibi bir ülkenin futbol arenasında olanlar, futbol kültürüne hiç yakışmıyor. Bu yüzden Alman kulüpleri ve ligin futbol sorumluları oturup buna bir çare aradılar. Ve ortalık karıştı.
Adeta politikadaki gibi taraftarlar sokaklara döküldü. Prensipte alınacak kararlar biraz daha hafifletildi. Ve prensipler sonunda açıklandı. Ama kimseyi memnun etmedi. Gelecek sezon artık arenalara girişlerde özel yetişmiş profesyonel kişiler, tıpkı hava meydanlarındaki gibi sıkı kontroller yapacaklar. İcabında çıplak bırakma bile var. Tribünlerde ayakta durulacak yerlere bilet satılmayacak. Tribünlerdeki kameralar hemen her yere konacak, maçlardan önce taraftar liderleri ve kulüp idarecileri karşılıklı görüş alışverişinde bulunacaklar. Bu prensiplere futbol kültürünü korumak adı verildi. Darısı başımıza demek içimden gelmedi. Biz futbol kültüründe biraz daha mı iyiyiz ne...
Para ile kültür kazanılabilir mi? Bence hayır. Peki kültürsüzlükle para kazanılabiliyor mu? Evet. Gelelim açıklamaya. Eskilerde futbol para getiren sosyal ve toplumsal bir uğraş değildi. Zaman değişti. Milyonlar ve hatta milyarlar futbol aşkına düştü.
Devlet başkanları, politikacılar kem gözle bakılan futbol için tribünlere gelerek boy gösterir oldular. Sizin anlayacağınız futbol sosyetikleşti. Futboldan büyük paralar kazanılmaya başlandı. Büyük bir endüstri gelişti. Ama ne yazıkki bu futbol ateşi son zamanlarda adeta bir saldırganlık havasına büründü.
Bu yüzden Şampiyonlar Ligi’nde, UEFA Avrupa Ligi’nde oynanan maçlarda sahalara ve tribünlere televizyon kanallarına bile akseden afişler asılmaya başlandı. Lütfen birbirinize saygılı ve efendi olun diye. Çünkü ne yazıkki futbol kültürü zenginliğine rağmen henüz opera kültürü gibi gelişememişti.
Bu arada bilhassa ülkemizde televizyon futbol oturumlarında tıpkı tribünlerde ve sahalardaki gibi maalesef söz ayağa düşmeye başladı ve bu adeta bir kültürsüzlük örneği oldu. Reyting uğruna. Görülüyorki kültür para ile kazanılamıyor. Ama kültürsüzlük para getiriyor. Ne yazık değil mi?