Lokal liglerden evvel ortalık biraz olsun şenlendi. Şampiyonlar Ligi maçları ve Avrupa Ligi maçları bunaltıcı sıcaktan yumuşamış beyinlerimize akşam serinliğinde iyi gelir oldu. Bu arada bir maçın, devre arasında bir yayın doğrusu ilgimizi çekti. Ağzımız açık kaldı. Eh biz de değişiklik olsun diye anlatalım dedik.
Bir Alman spor profesörü şöhretli bir Alman takımının kampüsünü ziyaret ediyor ve sağlık kontrollerini inceleyip, anlatıyor. Mesela futbolcuların ayak parmakları teker teker kontrol edilip birbirleriyle olan anatomik ve ortopedik durumları inceleniyor. Uyumsuzluk varsa düzeltilmelerine ve tedavilerine çalışılıyor. Göz muayenelerinde oyuncuların oyunda birbirlerine olan mesafelerinin kontrolleri araştırılıyor. Anormallik varsa düzeltiliyor. Bu, pasların yerini bulması için çok mühim bir olgu.
Kandaki laktakın maç öncesi ve sonrası değerleri metabolik kan şeker değişiklikleri tartışılıyor, hepsi masaya yatırılıyor. Yani futbolcu olmak çık sahaya oyna demekle olmuyor. Buradan anlaşılıyor ki Alman genç milli takım ve yetişkinlerinin şampiyonlukları boşuna değil. Aklımıza gelmişken soralım dedik. Biz acaba ayaktaki parmak değişikliklerine futbolcularımızda ne kadar
Önümüzdeki sezonun futbol maçlarının fikstürü belli oldu. Attila Gökçe kardeşimiz önümüzdeki maçları yıldız savaşlarına benzetiyor. Benzetmede de haklıdır. Bakın Dünya Futbol Şampiyonası geldi ve rüzgar gibi geçti. İçinde milli renklerimiz olmayınca bu tip enternasyonal maçlar bizim için adeta yavan geçiyor. Son final maçına kadar. Ama yerli ve milli maçlarımız hiç de öyle değil. Her hafta bir heyecan, bir futbol ateşi, içimizi ısıtıyor ve adrenalinimizi artırıyor. Tıpkı yıldız savaşlarında olduğu gibi.
Dikkat ederseniz yeni transferlerin ve yeni teknik direktör arayışlarının dedikoduları bile dünya şampiyonasının heyecanını gölgeledi. Yeni sezonu hayırlı olsun diye selamlarken içimizde bir türlü yenemediğimiz, atamadığımız gizli korkularımız da olduğunu kaydetmeliyiz. Bakın Dünya Kupası’nda renkleri farklı, genetikleri farklı insanlar cıvıl cıvıl, neşe içinde yan yana oturdular. Kazananı da, kaybedeni de coşkuyla alkışladılar. Ağlayarak, gülerek, hüzün ve sevinçle. Ama hiçbir kötü olay olmadı. Çünkü provakatörler yoktu. Onun için beynimizin bir köşesindeki kötü korkularımızı yenmek ve unutmak istiyoruz.
Spor insan hareketlerinin en güzelidir. Güzel futbolla birbirimizi
Spor literatüründe öyle kelimeler vardır ki, bunlar bugün modern spor fizyolojisinde adeta unutulur gibi oldular. Mesela kondisyon gibi. Son yıllarda takımlar sanki içlerindeki şöhretlerle bir değer kazanır haldeler. Takımların bütününün kondisyonundan, moralinden bahsedilmiyor.
Fatih Terim birkaç gün evvel ‘yeni bir takım yaratacağız’ diyordu. O da artık şöhretlerin yalnız başına bir takımı kurtaramadığını kabul ediyor. Bakmayın siz Ronaldo’nun maçlarda gol attığında formasını çıkarıp gövde gösterisi yapmasına. Bizce Real Madrid onsuz da her maçı kazanabilir. Mesela Şampiyonlar Ligi maçında iki İspanyol takımının karşılaşmasında kondisyonu olan kazandı. Zira Atletico Madrid’in kondisyonu maçın sonuna doğru sıfıra inmişti.
Nedense maçtan sonra kimse kondisyondan bahsetmemişti. İyi oynamışlardı o kadar. Bu yüzden Fatih Terim futbolda tek tek kişilerin önemi yerine takımda fizyoloji ve psikolojinin bütünlüğüne işaret etmekte haklı. Zira bugünkü futbol karşılaşmalarında takımlar, teknikten daha önemli olan kondisyonlarıyla başarıya ulaşabiliyorlar. Takımlarda şöhretlerin biri gelir, biri gider. Hoş bir seda gibidirler. Spor sayfalarını süslendirirler. Ama takımlar kalıcıdır.
Toplumun yaygın spor anlayışı ile sahadaki spor anlayışının birbirine uygunluğu şarttır. Centilmen spordan bahsederken toplum ile sahanın ve saha derken sporu yöneten yöneticilerin davranışları arasında harmoni yoksa gerginliğin ve acı olayların ortaya çıkması doğaldır.
İngilizlerin ortaya attığı bu centilmen spor anlayışında yara alan spor moralidir. Esasında yalnız profesyonel sporda değil, amatör sporda da müsabakalar bir gizli çatışma havası taşırlar. Bundan kaçınılamaz. Ama kültürel yapı İngilizler’in dediği centilmen spor, eğitim ve öğretimle belli bir düzeye ulaşmışsa korkulacak bir durum ortaya çıkmaz. Bizde de bütün spor akademileri sempozyumlarla saldırganlık ve kırıp dökme oluşumlarının sebeplerini açık açık halka anlatmalıdırlar.
Maalesef son yıllarda centilmen spor anlayışını kaybetmiş bulunmaktayız. Sporda kazanmak da var kaybetmek de sözcüğü unutulmuş durumda. Hele hele büyük kulüp taraftarları sadece şampiyonluk özlemi içindedirler. Sporu spor yapan güzel hareketler sokak kavgaları ile katledilmektedir. Buna dur demenin zamanı geldi de geçiyor. Bugün için sinek ufak gibi gözüküyorsa da ileride daha fazla mide bulandırabilir.
Havaların böyle ilkbahar mevsimini yaşattığı bir zamanda, hele hele futbol mevsiminin en civcivli devrinde Kış Olimpiyatları’ndan bahsetmenin ne anlamı var diyebilirsiniz. Şu anda spor tesislerine elli milyar dolar harcanmış bir kıyı şehri adeta iki mevsim birden yaşıyor.
Denize girenler var, tepede kurulmuş olimpiyat köyünde ise bütün dünya televizyonlarının yayınladığı kış spor karşılaşmaları yapılıyor. Diyebiliriz ki insanlar bulundukları yaşam sahalarının coğrafi ve iklim imkanlarına göre spor yapma meyilindeydiler. Bu artık değişti. Spor yapmayı bilimsel açıdan adeta şart kabul eden ülkelerin halkları spor dallarının her şekliyle ilgilenmeye başladılar ve başarılı da oldular.
Bu bakımdan bizim üç tarafımız deniz, her mevsim karlı dağlarımız var. Neden bu sahalarda çok fazla profesyoneller sporcu yetiştirmiyoruz diye bir üzüntümüz olmalı. Bilmeliyiz ki geniş anlamda ne kadar çok sporcu yetiştirirsek o kadar kolay dünya şampiyonlukları ve olimpiyat organizasyonları yapma şansı yakalarız. Çünkü yalnız tesisler yapmak bir ülkeye sportif puanlar kazandırmıyor. Bunu bilmemiz gerekir.
Ne hikmetse yabancı bazı federasyonlar oturup kendi gönüllerine göre dünya futbolunda bir sıralama yapıyorlar. Değer biçme ölçülerinin ise ne olduğunu bilmiyoruz. Esasında böyle bir değer sıralamasını biz de yapabiliriz.
Zaten onların sıralamasına bakınca bizim aklımızdan geçen isimler birbiri ardına geliyor. O zaman biz niye bu haberleri manşet yapıyoruz. Son günlerde böyle bir sıralamayı Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu yapmış. Bu sıralamada Trabzonspor, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın önünde. Bugünün ölçülerine göre Galatasaraylı ve Fenerbahçeli taraftarlar fanatik olmasalar bile ‘yok yahu’ diye ayağa kalkmazlar mı?
Nedense bizler hep yabancı ölçülere ve değerlere kendimizi kaptırırız. O değerler doğrudur. Halbuki kendi içimizde samimi ve ölçülü bir değerlendirme yapma yeteneğimiz yok mu? Açalım istatistikleri, alalım son maçlara ait değerleri, seçelim futbol otoritelerimizi ve bakalım onlar ne diyecekler. Yabancılarla bizim değerlerimizi bir karşılaştıralım. Ne dersiniz olmaz mı? Nerede durduğumuz böylece anlaşılamaz mı?
Son yıllarda sosyolojik açıdan etkili insan gruplarını futbol taraftarları teşkil etmektedir. Bu etki politikada da zirveye ulaşmış gözükmektedir.
Ama böyle derken bazı batılı yazarlar futbol maçlarındaki ilginin artık eskisi gibi tribün dışına taşmadığını, futbola karşı bir ilgisizliğin başladığını kaydetmektedirler. Onlara göre futbol endüstrisi kazanç için hiç durmadan yeni yeni karşılaşmalar ve turnuvalar icat etmektedir. Bu da tribünleri dolduran futbol aşıklarının dışındaki kültürel gruplarda bir soğukluk yaratmaktadır.
Yine onlara göre çok şöhretli takımların karşılaşmalarındaki kalabalıkları ve heyecanı diğer karşılaşmalarda görmek zor olmaktadır. Belki burada sosyolojik ve politik açıdan bir noktayı belirtmek gerekmektedir. Kalkınan ülkelerdeki, üçüncü dünya ülkelerindeki futbola fazla ilgi statların içinde ve dışında devam ederken, kültürü yüksek, zengin, demokratik ülkelerde ise tribünler dışındaki futbol ilgisi yavaş yavaş kaybolmaktadır. Anlaşılan bu ilgiyi çoğaltmak da yeni yeni karşılaşmalar organize etmekle olmayacaktır.
Her yıl sonunda geçen senenin muhasebesini yapmak yazarlar için adeta bir alışkanlık haline gelmiştir. Tabii ki geçen yıl içinde üzüldüğümüz ve sevindiğimiz olmuştur. Üzülmüşüzdür futbolda Dünya Kupası’na katılamadığımız için. Üzülmüşüzdür, hatta utanmışızdır bu turnuvaya katılacak olanlardan bazılarının bizden iyi olmadığını bildiğimiz için.
Sevinmişizdir Galatasaray ve Trabzonspor futbol takımlarının Avrupa’daki başarıları sayesinde. Onurlanmışızdır, geçen yıllar içindeki bir sürü probleme rağmen Fenerbahçe’nin yine de Avrupa’daki en iyi yirmi takım içinde anılmasına. Hangi takımı tutarsak tutalım içimizi ısıtan bir sevinç duygusu yaratmıştır bu seçim. Bir anlamda 2013 yılının zorluklarını ve iniş çıkışlarını unutup 2014 yılına ümitle bakıyoruz.
Hele hele bazı başkanların Avrupa’da karşılaşacakları şöhretli takımlara rağmen ümit verici konuşmaları da geleceğe moralli baktıklarını göstermektedir. Böylece 2014 yılının sporumuz için 2013’den daha başarılı geçeceğini ümit etmek arzusundayız.