Heyecan dolu bi hafta yaşıyorum. Önceki yazılarımda üstü kapalı bahsettiÄŸim televizyon programım, Tivibu Tivilife kanalında yayına girdi. Programın adı; Köfte Dedektifi. Dilerim izlersiniz, izlerken de keyif alırsınız. GeçtiÄŸimiz salı günü kanalın lansmanı için Ä°stanbul’daydım. Güzel bir lansmanla yeni kanalın, yepyeni programları izleyicisiyle buluÅŸtu. Bugüne kadarki tüm Ä°stanbul seyahatlerim gibi bu da çok hızlı bir yolculuk oldu.
Lansman gecesinin ertesinde öÄŸle yemeÄŸi için uzun bir süredir gitmeyi istediÄŸim, eski dostum Lokman DaÄŸ’ın da ortağı olduÄŸu Dönerci Kadir Usta’ya gittim. Lokman, midye sektöründen medya sektörüne geçen bi Mardinli. Cevval gazeteciliÄŸinin yanında, yaptığı yemek programlarıyla hassas bir damağı olduÄŸunu gördük. Dönerci Kadir Usta ile de gastronomi yolculuÄŸunu baÅŸka bir yere taşımış.
DediÄŸim gibi uzun zamandır gitmek istiyordum Kadir Usta’ya, bizim kanalın lansmanı vesile oldu ve geldim. Ancak ne yazık ki Kadir Öner usta ile tanışmak kısmet olmadı. Çünkü o da bir seyahate gitmiÅŸ.
Lokman
1997 senesi, henüz bi kaç aylık evliyiz Ebruyla. Her ne kadar o dönemin modern kafalı gençleriysek de, elimizden geldiÄŸince örf adetine saygılıyız ana babamızın.
Yok gelin mevlidiydi, evin ÅŸu eksiÄŸiydi, falancaya gidilmeli, filancalar gelmeliydi ne varsa büyüklerimizin aklında, kırmadan, dökmeden yapmaya çalıştık.
Tam o dönemdi yanılmıyorsam, annem, ”Teyzen size gelmek istiyor Fedo” dedi. Bi hafta sonu, ya da bizim iÅŸ çıkışımızdı yanılmıyorsam, rahmetli annem ve rahmetli Fatma teyzem geldiler evimize.
Yeni evliyiz, öyle üç öÄŸün yemek vb. piÅŸmiyor henüz.
Ebruyla ikimiz de aynı gazetede çalışıyoruz, sabah beraber çıkıp, akÅŸam beraber geliyoruz iÅŸten. ÇoÄŸu zaman ya dışarda yiyoruz ya da dışardan yemek sipariÅŸ ediyoruz.
O gün de öyle oldu. Annem ve teyzeme yemek yapamamıştık. Dışardan pide söyleyelim dedik, ki biz de, annem ve teyzem de çok severdi pideyi.
Ben Karşıyaka damadı olduÄŸumdan o dönem pek bilmiyorum Karşıyaka’yı. EÅŸim Ebru aradı bi pideciyi, verdi sipariÅŸleri.
Normalde yarım saatte gelmesi gereken sipariş, bir saate yakın s
Robert Bosch, “Ä°nsanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim” demiÅŸ. Kesinlikle katılıyorum. DoÄŸru demiÅŸ! Malum yeme içme sektörünün yiyen, içen tarafında biri olarak gittiÄŸim dükkanlarda aradığım en önemli ÅŸey “güven”. Bu duygunun kolay oluÅŸturulamadığının da ziyadesiyle farkındayım. Güven duygusunu yaratmanın zorluÄŸunu bilmekle birlikte kaybetmenin de zamanın en küçük birimi, bir “an” kadar kolay olduÄŸunu çok net biliyorum.
Bugün size “güven” üzerine inÅŸa edilmiÅŸ bir hikaye anlatmak istiyorum. Biliyorsunuz, pek öyle zincir maÄŸazaları yazıp çizmem. EÄŸer yazıyorsam da bana göre kendi sektöründe bi fark yaratmıştır. Geçen hafta Ä°stinye Park AVM’ye gittim sevgili abim Turgay Kılınç’la birlikte. Pek öyle AVM gezen biri deÄŸilim. GidiÅŸ sebebim La Pollo’s isminde bir tavuk dönerci. Bakmayın havalı bir Ä°talyan adı oluÅŸuna, klasik bir dönerci burası. Dönerci ama sadece tavuk döner yapıyor. Ve dönerini tavuk buttan sarıyor. GöÄŸüs
Geçen gün köydeki evimizde akÅŸam yemeÄŸinde derin bir muhabbet vardı. Kıymetli köylüm, dostum Aykut SarıhanlıoÄŸlu dedi ki; “Abi iyi ki küçük de olsa bir toprağımız var. Ä°nsanın kendi gıdasını üretebilmesi kadar güzel bi ÅŸey yok”.
YaÅŸadığımız salgın, hemen yanı başımızdaki savaÅŸ, toprağın, kendi kendine yetebilmenin önemini bir kez daha ortaya çıkardı. Evet, Aykut dostum bu düÅŸüncesinde çok haklı. Temelde bu düÅŸünceden olmalı ki, tüm dünyada insanlar kırsal kesimlere yerleÅŸmeye baÅŸladı. Belki bu, “Acaba kentten köylere bir geri göç olabilir mi?” sorusunu bile getirdi akıllara. Ancak ben öyle olduÄŸunu düÅŸünmemekle birlikte, daha önce kaleme aldığım bir yazıda da dediÄŸim gibi, bizim gibi kentlerden köylere giden, toprak sahibi olan insanların yerleri deÄŸerlendirilebilir. Kısaca ben arazimi iÅŸleyemiyorsam, iÅŸleyecek birine imkan saÄŸlanabilir. Ya da komÅŸularla bir dayanışma yaparak tarlalar birlikte iÅŸlenebilir. Çünkü bu ÅŸekilde arazisi olanların büyük çoÄŸunluÄŸu tarım konusunda bilgisiz.
Uzun zamandır bi yere gidememiÅŸtim. Üç gündür Akhisar’dayım. Akhisar Belediyesi’nin davetiyle “Leziz Akhisar” etkinliÄŸine geldim.
HoÅŸ ben etkinlik olmasa da sık sık geliyorum Akhisar’a ama ÅŸehirdeki deÄŸiÅŸimleri, yenilikleri ve daha önce görmediÄŸim, bilmediÄŸim yerleri görmek açısından çok iyi oldu.
BaÅŸka illeden gelen genç influencer arkadaÅŸlarımla gezdik bu güzide ÅŸehri. Lezzet mekanlarını ziyaret ettik. HerÅŸey ÅŸahaneydi.
Bu kez birÅŸey çok dikkatimi çekti, gezdiÄŸimiz yerlerdeki esnaf sosyal medyanın etkisini farketmiÅŸ, daha ilgiliydiler yapılan organizasyona.
Dikkatimi çeken ÅŸeylerden biri de aslında uzun yıllar önce yapılması gereken birÅŸeydi.
BildiÄŸim kadarı ile Akhisar, Türkiye’nin en çok zeytin aÄŸacının bulunduÄŸu yer. Zeytin çeÅŸitliÄŸi çok fazla yani. Ancak bugüne kadar hep sofralık zeytin aÄŸarlıklı bir üretim yapılmış. Zeytinyağı da olmuÅŸ ama çok fazla öne çıkmamış.
Hatta 4-5 yıl önce katıldığım bir organizasyonda, Akhisar’da butik zeytinyağı iÅŸletmelerinin eksikliÄŸi gündeme gelmiÅŸti.
Köfteye olan sevdamı bilmeyen yoktur. “Bilmiyorum” diyenler de yakında, çektiÄŸimiz televizyon programıyla öÄŸrenecekler. ArkadaÅŸlarım arasında eÄŸlence konusu benim köfte aÅŸkım. Köftehor diyen de var, köfte bakanı diyen de. Ama benim için ciddi iÅŸ köfte. Öylece “Köfte iÅŸte” diyebileceÄŸim bir konu deÄŸil. Malumunuz bir Balkan göçmeniyim. Köfte bizim kırmızı çizgimiz yani. Hatta o kadar ki, uzun seneler boyunca “Köfte Balkanlar’dan geldi Türkiye’ye” diye övünç meselesiydi bende. Taa ki, bundan 10 sene evveline kadar.
Kufette
Ä°ÅŸi sadece yemek yemenin ötesine götürdüÄŸümde öÄŸrendiÄŸim ÅŸeye çok ÅŸaşırdım. Köfte aslında Çin’den, Orta Asya’dan gelmiÅŸ Anadolu’ya. Hatta ilk yazıtlardaki adı bugünkünden farklı deÄŸilmiÅŸ. KufetteymiÅŸ! Anadolu’da evrilmiÅŸ, müthiÅŸ bir deÄŸiÅŸime uÄŸramış, zenginleÅŸmiÅŸ ve bugünkü yediÄŸimiz formlarına dönüÅŸmüÅŸ. Formlarına diyorum çünkü 400’e yakın çeÅŸidi var
Bu aralar pek seyahat edemiyorum. Fırsat buldukça köydeki evimizde zaman geçiriyoruz. EÅŸim Ebru’yla tarlaya bakıp “Bu sene bi ÅŸeyler ekelim” diye muhabbetini yapıyoruz da, henüz ektiÄŸimiz tek bir fide yok desem yeridir. EkeceÄŸiz ama, çok inançlıyız bu sene. Tabi çalışmak gerekiyor, inanç yetmiyor tarladan ürün alabilmek için. Bunca laftan sonra “Tembelsin arkadaÅŸ sen” dediÄŸinizi duyar gibiyim. Eh bu konuda pek de haksız olduÄŸunuzu söyleyemem. Geçen hafta başında yine çok heveslendik tarlaya bi iki bi ÅŸey ekelim diye ama benim yüzümden olmadı. Çünkü tam iÅŸe baÅŸlamak üzereyken “EbuÅŸ hadi bi Bayındır’a inelim, belki bi iki fide alırız” diyeceÄŸim tuttu. Dedim ya gezemedim pek bu aralar. Ebru’dan “Olur” cevabını alınca hızlıca çıktık yola.
Köyümüzle Bayındır merkez arası yaklaşık 17 km. Bunun 13 kilometresi, tıpkı bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla anayolla birleÅŸen, eÅŸsiz bir Bayındır Ovası manzaralı yol. Hiç acele etmeden, manzaranın keyfiyle vardık Bayındır’a.
Enteresan bi baÅŸlık di mi? Yan yana okuduÄŸunuz bu iki ismin de yaÅŸamımda önemli yerleri var. Kısacık anlatayım. 1977’de Bulgaristan’dan geldiÄŸimizde 2. sınıfı bitirmiÅŸtim aslında ama babam “Türkçe’yi temelden öÄŸrensin” dedi ve tekrar 1. sınıftan baÅŸladım ilkokula. Allahtan okula baÅŸlangıcım 6 yaÅŸ da kaybım bir yıl oldu. Alsancak Ortaokulu’nda okudum ben. Babam, saÄŸolsun bin bir güçlükle kaydımı yaptırdı okula. Zorluklar içinde gidebildim anlayacağınız. Fakat ÅŸahane dostlarım oldu. Efsane bir sınıfımız vardı. 3-F…
Sınıf öÄŸretmenimiz Cemile Sinici, matematikçimiz Ertan Tezer, coÄŸrafya Canan Mora ÅŸimdi aklıma gelmeyen ÅŸahane öÄŸretmenlerimiz. Tek tek öÄŸretmenlerimi anlatamam size ama sorsanız 3-F sınıfını tek tek anlatırım. Ä°ÅŸte o sınıftan bi arkadaşıma gittim bu perÅŸembe günü. Adı Hakan Türker. Daha doÄŸrusu göz doktoru Hakan Türker. Sınıfımızdan çeÅŸitli iÅŸ kollarında çalışan yetenekli birçok arkadaşım var. Genelde lise, üniversite arkadaÅŸlıkları ileriki hayatımıza aktarılırken, nedense bizim 3-F bu kuralı bozmuÅŸ ve biz,