Sırası gelen gidiyor bu dünyadan. Önce annem, sonra babam göçüp gittiler. En büyük mirasları güzel anıları bizler için. Babam vefat edeli iki hafta oluyor neredeyse. Onun vefatının ardından gördüm ki, annemiz sadece anılarını değil bir de göçmenlerin o meşhur yemeği “kapama”yı da miras bırakmış.
Yemeğin birleştiriciliğine inancım sonsuz. Bunu da her platformda dillendiririm. Bazen “gurme” diye anıldığım yerlerde “Asla gurme değilim.
Ben lezzetin muhabbetine aşık biriyim” diye düzeltiyorum. Altın tozundan çorba olsa, sofraya oturanların hoş sohbeti olmasa asla keyifle yenmez. Çünkü sofra, yemek birleştiricidir. Bana göre de bu coğrafyanın en birleştirici iki yemeği var. Biri keşkek, diğeri de çiğ köfte. Bugün anlıyorum ki biz göçmenlerin birleştirici yemeği de “kapama”.
Annemin vefatının ardından hemen hemen her ay kapama yaptı babam. Onun geleneğini sürdürerek çocuklarını bir araya getirdi. İlişkileri ve özellikle de aile bağlarının güçlü olması için bunu
1980 - 1990’lı yıllardı. Eski Bit Pazarı’nda, Çankaya Onur Han’ın tam karşı sokağında, şimdiki telefoncular sokağının başlangıç noktasında kel kafalı, iri yapılı bi balıkçı vardı. Her pazar tezgahını açar, koca bi sacın üzerinde sardalya pişirir ekmek arasına koyar, bol soğan ve domatesle şenlendirir ve müşterilerine dükkanı/ GOF sunardı. Ben ki, birçok yerde farklı lezzetler deneme şansı bulmuş biriyim, henüz o kel amcanın yaptığı balık ekmeğin üzerine bi balık ekmek yemedim. Bit pazarındaki balıkçı amcanın daha modern olanını İtalya’da görmüştüm.
Cenova limanında küçük, şirin bir büfede sardalya, gümüş balığı, çimçim karides satılıyordu. Dileyen dilediğini sipariş ediyor ve siparişi kese kağıdında yapılıyordu. Dileyen ekmeğini ve içeceğini alıp ister büfe içinde ister büfenin dışında balığını yiyordu. Bi balık ekmek kadar olmasa da yine de çok keyifliydi. Bi kaç haftadır Bostanlı’da bir balık hamburgercisini takibe aldım. Açıkçası hayalim çeşit çeşit
Ayaklarınızı buz gibi bi suya sokup yemek yediniz mi hiç? Eskiden, benim gençliğimde hiç lüks bişey değildi bu söylediğim. Bi kere doğa daha temizdi. O kadar ki, 1977, 1980’li yıllarda bizim Çamdibi’ndeki evin önünden minicik bi dere akardı ve suyu temizdi. Sonra, şimdi sadece adının suyu çağrıştırdığı Pınarbaşı Mahallesi vardı. Merkezinden ovaya doğru öyle bi su akardı ki, ayağınızı, elinizi 2 dakika tutamazdınız içinde. Bornova’da Laka deresi vardı. Kendi gitti, adı kaldı yadigar. Bunlar benim bildiklerim. Kim bilir İzmir civarında daha bilmediğim, ayağınızı suya daldırırken yemek yiyebileceğiniz ne yerler vardı. Geçen hafta yazdığım yazıda yerel ağızla “Cavırın ağılı” denen, Armutlu, Osmanlar köyü civarında bir yerden söz etmiştim.
Neresi olduğu konusunda birçok soru aldım ama üzülerek net bi lokasyon vermeyeceğim ki, bi anda bozulmasın bu güzellikler. Cavırın Ağılı’nın yerini söylemeyeceğim ama oraya yakın, en az o kadar güzel bi yer tarif edeceğim size. Hem burada yazımın başında da bahsettiğim şeyi, yani ayaklarınızı suya
Sabah sıcak, öğlen sıcak, akşam yine sıcak! Ne yapacağımızı şaşırdık şu günlerde. Öyle ki, yolda bi varil su görsek içine gireceğiz!
Gidebilenler denize gidiyor. Gidemeyenlerse buldukları ilk gölgede “Oh be!” deme telaşında. Hoş bu ara denize gitmek ne kadar mantıklı o da tartışılır hani. Hele hele bilindik yerlerdeki plajlarda deyim yerindeyse iğne atsan yere düşmez!
Denize şöyle bi baktığınızda insan kafasından deniz görünmüyor... Yani başka bir şeyler yapmak, alternatif rotalara kaçmak lazım dedik ve soluğu İzmir Kemalpaşa Armutlu’da aldık.
Önce hedefimiz Çınardibi Köyü’ndeki evimiz. Aracımın ısı göstergesine bakıyorum; 39 derece ve yükseliyor. Armutlu çıkışından, Çınardibi yoluna girer girmez hem manzaramız hem de havanın ısısı değişiyor. Önce 3, 4 derece sonra 10 dereceye kadar çıkıyor değişim. Armutlu-Çınardibi arası 14 km. Aslında kısa bi yol ama biz köye gelene kadar bitmesin istiyoruz.
Duyduğuma göre dünyanın en güzel doğa yollarından biriymiş burası. Önce zeytin ağaçları ile başlıyor yol.
Anayoldan Kuşadası’na doğru şööyle bi sallandığınızda sağınızda uçsuz bucaksız bi deniz, biraz ileride marina, ta ötede ise Güvercin Ada manzarası karşılar sizi.
Geçen Cuma günü bu manzaraya bir de ‘insan seli’ eklendi.
Türkiye’nin sokak konseptiyle düzenlenen ilk tematik festivali, Kuşadası Sokak Festivali’nin kortej kalabalığıydı bu.
O kadar çok özlemişiz ki bir arada olmayı, birbirimizden çekinmeden, hep bir ağızdan şarkılar söylemeyi o kadar çok özlemişiz ki, bir arada olmak o kadar güzel ki, anlatamam.
28 Temmuz’da başladı festival. Bugün son günü.
Her anı dolu dolu bir organizasyon oldu.
Ayhan Sicimoğlu
Köfte sevdamı duymayan kalmadı artık. Kaldıysa da yaptığımız televizyon programıyla herkesin haberi olmuştur. Köfte Dedektifi programım için epey köfteci dolaştım. Genel olarak gittiğim köfteciler güzeldi. Ancak bazıları “daha güzeldi”!
İşte onlardan biri Konya Keresteciler Sitesi’nde bulunan Köfteci Sofu. İsmail Tatgil aslında bir muhasebeci. 1950 yılında yanında çalışanlar ayrılınca İsmail amca kendini bir lokantanın mutfağında bulmuş. Askerliğini yaptıktan sonra kendi işyerini açmış İsmail usta. Mesleğe başladığı günden bu yana yaptığı ürünleri hiç değiştirmemiş. Kuzu şiş köfte, kuzu şiş ve tavuk şiş yapıyorlar dükkanlarında.
Siparişin yanında salata, soğan, yeşillik hemen geliyor. İsteyene cacık da var. Enteresan olansa köftenizi yerken cacık dahil biten yancılar hemen tamamlanıyor. İkinci, üçüncü cacığa para ödemiyorsunuz yani.
3 kuşak bir arada çalışıyorlarmış düne kadar ancak İsmail amca pandemiden beri seyreltmiş dükkana geliş gidişlerini. Başta söylediğim gibi, benim İsmail amcayı tanımam, çektiğimiz Köfte
Hani meşhur bi söz var ya; terzi kendi söküğünü dikemezmiş diye, benim durumum tam da öyle! Köfteydi, festivaldi, köydü derken oturduğum semti, Bostanlı’yı şöyle bi gezmeyeli yıllar olmuş neredeyse. Öyledir bu iş. Nasılsa oralısın ya, sonra gezerim, sonra dolanırım duygusu taşırsın hep. Ama bi bakmışsın semtin şekli şemali değişivermiş. 26 yıllık İzmir Karşıyaka damadıyım ben. Hanım köylüyüm anlayacağınız. Geçen gün kaynanama gittik, serin serin oturup çaylarımızı yudumlarken oğlum Efe “Baba ben tost istiyom” deyince isteğini yerine getirmek üzere kalktık.
Bostanlı çarşıya uzandık baba oğul. Şöyle diyeyim, İzmir Bostanlı pazar yerinin oradan, trafiğe kapalı alandan, taa Bostanlı Camii’ne, oradan da tiyatroya kadar uzanan şahane bir yürüme alanı olmuş. Köprüden itibaren araç trafiği var ama ona rağmen neredeyse Kıbrıs Şehitleri kadar hareketli bi güzergah olmuş burası.
Kafeler, restoranlar, balıkçılar, söğüşçü, kokoreççi, midyeci, her keseye hitabeden dükkan var
Bu köşeden hep güzel şeyler yazmaya gayret gösteriyorum. Çevremizde olan onca olumsuzluğa rağmen iyi tarafından bakmaya çalışıyorum her şeye. Fakat gelin görün ki bazen iyi tarafından da baksanız, bakış açınızı da değiştirseniz üzüntünüze mani olamıyorsunuz. Size son dönemde sık sık köyüm Çınardibi’nden sözediyorum. Doğasının, insanının güzelliğinden bahsediyorum. Yerli domatesini, barbunyasını ve şahane kirazlarını anlatıyorum. Zaman zaman da köyden manzaralar paylaşıyorum, efsane kiraz ağaçlarını storylerimde gözlerinizin önüne getiriyorum. Mayıs başında telli duvaklı gelinlikler bürünmüş kiraz ağaçlarının çiçeklerini paylaştığımda, kiraz bol olacak bu sene demiştim. Öyle de oldu. Hani şu meşhur replikteki gibiydi her şey; dalları bastı kiraz! Ara sıra gittiğim köy kahvesinde yüzler gülüyordu. Yeni seneye dair hayaller kurulmaya başlanmıştı bile kirazın bolluğu ile bitlikte. Ve ne olduysa haziran ayı ortasında oldu. Bi kaç zamansız yağmur geldi geçti önce. Ama kiraz