Manisa-İzmir arası tünelden sonra 20 dakika desem yeridir. İzmirliler için şahane bir gezi rotası aslında. Ben ara ara gidiyorum Şehzadeler şehri Manisamıza. Ama biliyorsunuz gidince de ille bir lezzet mekanına uğruyorum. Son Manisa seyahatim de öyle oldu. Sevgili abim Turgay Kılınç’la birlikte önce şehri gezdik ardından da doğruca yemeğe… Turgay abim, “Gelmişken bi Manisa kebabı yiyelim” dedi. Ben burun kıvırınca, senin aklımda kesin bi yer var, diyerek kararı bana bıraktı. Çarşı içinde, arastada bir dükkan gittiğimiz. Baba oğul işletiyorlar. İşlevini, samimiyetini kaybetmemiş bir esnaf lokantası burası. Aşçı Ahmet’in yeri. Çiftçi çocuğu Ahmet abi. 11 yaşından beri lokantacılık işinin tam göbeğinde. İlk açtığında istasyondaymış dükkanı. Son 23 yıldır arastada hep aynı yerde. Yeni yerlerine taşındıktan sonra oğlu İlker’de babasıyla çalışmaya başlamış. Burası tam bir babadan, oğula dükkanı. Ahmet abi de, oğlu İlker’de çok samimi insanlar. Elleri de çok lezzetli. Şu anda sayamayacağım kadar çok yemek çeşitleri
Kardeşim Sevgin ve oğlum Efe ile köydeyiz. Evin çevresinde yapılacak işler var, onları halletmeye çalışıyoruz. Bazen kendimizi de ödüllendirmek gerek fikriyle atladık arabaya ve Akhisar’a köfte yemeye gittik. Eğer böyle aniden Akhisar’a gidiyorsam ve aklımda köfte varsa, bilin ki kesinlikle Muhtar’ın Yeri Dayıoğlu Kasabındayım. Bir saatlik bir yolculuktan sonra tam öğlen vakti vardık Muhtar amcanın yerine. Aslında 200’er gram köfte yeter diyorduk ama köfte o kadar lezzetliydi ki, 3 kişi tam 1.5 kilo köfte yedik! Yemeğin sonunda sevgili dostum Okan Güleşle taze birer çay eşliğinde keyifli bir sohbet yaptıktan sonra hızlı bi Akhisar turu yapmak için kalktık masamızdan. Yol üzerinde, eski tren yolu üzerinde kurulu pazarı gezdik önce. Çilek, marul, soğan, darı aldık. Çok beğendik pazarı. Ardından arabayla hızlıca dolandık Akhisar’ı. Hava kararmadan İzmir’e dönmek üzere tekrar yola koyulduk. Akhisar çıkışına doğru birden aklıma kardeşim Sevgin’i, Akhisarlıların mesire alanı olan gölete götürmek geldi.
Cumhuriyetimizin kuruluşunun ikinci yüzyılının ilk yazısı bu yazım. Şehrimizle, İzmir’imizle ilgili güzel şeyler anlatacağım sizlere. Tabi küçük küçük serzenişlerim de olacak. Efendim hafta başından beri, 3 gündür İzmir Büyük Şehir Belediyesi bünyesindeki İzdoğa şirketinin konuğuyduk.
Son günlerde gündem olan İZSU arıtma tesislerinden, Homa Dalyanı’na, Tekne turu ile Flamingo gözlemine, Olivelo Yaşayan Parkı’ndan, beni çok heyecanlandıran Efeler Yolu’na kadar pek çok yerle ilgili bilgi sahibi olduk. Bu köşede tek tek anlatmaya kalksam sayfalar yetmeyecek. Sizler detaylı bilgiye www.izdogaturizm.com sayfasından erişebilirsiniz. Bu arada Efeler Yolu son dönemde yapılan en güzel projelerden biri. Doğa ile iç içe olmayı seven herkes, efsanelerle, şahane manzaralarla dolu bu yolu kesinlikle yürümeli.
Flamingo Yolu
Ancak ben size daha çok Homa Dalyanı ve İZSU’dan söz etmek istiyorum. Öncelikle çok geç de olsa belediyemizi, yaptıkları çalışmalarını sadece basın yoluyla değil, sosyal medya
Bundan tam 46 yıl önce baskıcı bir rejimden kaçar gibi geldik anavatanımıza. Cumhuriyetle ilk tanışmamız 8 yaşında Edirne’de bir tren vagonunda oldu. Babama ilk sorulan şey “Soyadınız ne olsun?” oldu. Oysa o güne dek hiç fikri bile sorulmamıştı. Okula gittik, öğrendik ki, Mustafa Kemal Atatürk kurmuş Türkiye Cumhuriyeti’ni. Cumhuriyeti gençlere emanet etmiş. Ve o gençler sahip çıkmışlar bugüne değin Cumhuriyet’e. Bundan sonra da sahip çıkacaklar! Bugün çok daha iyi anlıyorum Cumhuriyet’in kıymetini, babamı daha iyi anlıyorum, Atatürk’ü daha iyi anlıyorum. Anlıyorum ki; bu yazının başlangıcı benim Cumhuriyetle tanışmam. Ve haykırıyorum; Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti. Nice yüzyıllara... Ne mutlu Türk’üm diyene!
Geçen hafta bi vesile ile Alaşehir’e gittim. Aktif çalıştığım yıllarda çok giderdim Manisa’nın bu güzel ilçesine. Denizli seyahatlerimin hemen hepsinin dönüşü Buldan, Güney, Alaşehir güzergahından olurdu. Güney’den Alaşehir’e inerken, tepeden Alaşehir’in üzüm bağlarının eşsiz manzarasını izlemek en büyük keyiflerimden biriydi. Bu gidişimde manzara izlemeye fırsatım olmadı ama Alaşehir kapaması yemek kısmet oldu. Coğrafi işareti alınmış, kendine has Alaşehir kapaması gerçekten enteresan bir lezzettir. Kapama dendiğinde aklımıza gelen hiçbir kapamaya benzemez. Mesela biz göçmenlerin kapaması kabaca pilavın üzerine konmuş tavuk veya başka bir etten oluşurken, başka yerlerde fırına sürülen veya büyük bir tencerede altında ve üzerinde kömürle pişirilen etlere bu ad verilebilmektedir. Ancak Alaşehir kapaması sözünü ettiğim kapamaların hiçbirine benzemez.
Şehrin birçok yerinde kapamacıya rastlayabilirsiniz. En ünlüsü de Hakkı Usta. Ancak ben daha farklı bir yer
Geçtiğimiz hafta ortasıydı, maaile köyümüz Çınardibi’ne doğru gidiyorduk. Armutlu ile Çınardibi arasındaki şahane manzaralı yolun tadını çıkara çıkara yol alırken telefonum çaldı.
Uzun seneler önce Hürriyet gazetesinde birlikte çalıştığımız, şu anda İzmir İl Basın Müdürlüğü görevini yürüten sevgili dostum Veli Şakır’dı arayan. Hemen konuya girdi ve ilimize yeni atanan İzmir Valisi Süleyman Elban’ın davetini iletti. Dedim ki; “Veli emin misin, hayır olsun, konu nedir?”, “Hiçbir konu yok” dedi Veli, “Vali bey İzmir’in bilinen influencerleri ile tanışmak, sohbet etmek istiyor.”
Açık söylemem gerekirse çok ama çok şaşırdım! Çünkü bugüne kadar dijital dünyanın insanları İzmir’de şehir yöneticileriyle bir araya gelmek, düşüncelerini iletmek için randevu isteyen taraf oldular. Dedim ya çok şaşırdım, işin altında ille bi çapanoğlu arıyorum. Peki bi kısıt var mı davette, şu olsun bu olmasın, benzeri bi
Bu ara çok yoğunum çok! Köyde bi işe kalkıştık ki, sormayın gitsin. Evimizin yan tarafına evin şekline şemaline uysun, doğal bi görüntüsü olsun diye, taa Aydın’dan alıp geldiğimiz kargılarla gölgelik yaptık. Yetmedi, aynı doğal görüntü bozulmasın deyip gölgelik alana taş döşemeyun karar verdik. Aramızda kalsın, Pinterest’ten bi sürü örnek baktım, videolar izledim çimentosuz taş nasıl döşenir diye. Tabir yerindeyse, tıkır tıkır hallolacaktı her şey. İşe başlayınca öyle olmadığını anladım. Şöyle diyeyim, işi sevgili abim Turgay ve kardeşim Sevgin yaptılar ama ne hikmetse ben yoruldum. Yani anlayın işin ne yorucu bi iş olduğunu. Neyse konumuz bu değil. Ama tam da buraya bağlantılı. Pazar günü işimiz bitti. Köyden İzmir’e dönerken canımız lahmacun çekti. Şöyle bi düşündüm ve arabadakilere “Size güzel bi lahmacun yedireyim mi” deyiverdim. Hararetli bi “Evet”ten sonra “Armutlu’da mı yiyeceğiz lahmacunu?” diye sordu eşim Ebru. Dedim ki, Bornova Emektar bu saatte
İlber Ortaylı hoca gençlere diyor ki; “Evlenmek, çeyiz yapmak için para biriktireceğinize olabildiğince çok yer gezin, görün”. Hocanın bu sözleri bizim kafamıza biraz geç dank etti. Ama olsun zararın neresinden dönersek kardır. Geçen hafta köyümüz Çınardibi’de aylak aylak otururken komşum Turgay, “Fedo hadi bu hafta Bulgaristan’a gidelim” dedi. Ertesi gün diğer komşumuz namı diğer Bulgaristan Hallarlı Kısık lakaplı Yılmaz’a da aynı teklifi getirdik. Daha duyar duymaz, “Hemen yola çıkalım” dedi.
Ertesi sabah 04.00’te yola çıktık. Yavaş yavaş, yolun tadını çıkara çıkara vardık İpsala’ya. Burası daha az yoğun olduğu için Bulgaristan’a Yunanistan üzerinden gitmeyi tercih ediyoruz. Neyse tam öğlen vakti, hiçbir sorun çıkmadan geçtik Gümülcine’ye. Hep gitmek istediğim bi köfteci var burada. Numarasını önceden edindim. Gümülcine’ye varır varmaz da aradım. Ama maalesef pazar günleri Gümülcine’de