Bu aralar pek seyahat edemiyorum. Fırsat buldukça köydeki evimizde zaman geçiriyoruz. Eşim Ebru’yla tarlaya bakıp “Bu sene bi şeyler ekelim” diye muhabbetini yapıyoruz da, henüz ektiğimiz tek bir fide yok desem yeridir. Ekeceğiz ama, çok inançlıyız bu sene. Tabi çalışmak gerekiyor, inanç yetmiyor tarladan ürün alabilmek için. Bunca laftan sonra “Tembelsin arkadaş sen” dediğinizi duyar gibiyim. Eh bu konuda pek de haksız olduğunuzu söyleyemem. Geçen hafta başında yine çok heveslendik tarlaya bi iki bi şey ekelim diye ama benim yüzümden olmadı. Çünkü tam işe başlamak üzereyken “Ebuş hadi bi Bayındır’a inelim, belki bi iki fide alırız” diyeceğim tuttu. Dedim ya gezemedim pek bu aralar. Ebru’dan “Olur” cevabını alınca hızlıca çıktık yola.
Köyümüzle Bayındır merkez arası yaklaşık 17 km. Bunun 13 kilometresi, tıpkı bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla anayolla birleşen, eşsiz bir Bayındır Ovası manzaralı yol. Hiç acele etmeden, manzaranın keyfiyle vardık Bayındır’a. Aslında bi iki fide diye çıktık yola ama daha yarısında unuttuk amacımızı. Uzun zamandır gitmemiştik Bayındır’a. Aracımızı park ederken fark ettik ki, tam bir tarihin içindeyiz. Çünkü park yerimiz Bayındır arastanın hemen yanı başındaydı. Taş döşenmiş sokakları, rengarenk tarihi evleri, dükkan önlerinde bahar güneşi eşliğinde çaylarını yudumlayan amcaları görünce biz de daldık bu tarihin içine. Zaman tüneli gibi bi yer burası. Eski lokantaları, helvacısı, pidecisi, köftecisi ne ararsan var. Bayram arifesinde alışverişe çıkmış herkes. Çocukların cıvıltısı, alınan bayramlıklarını sımsıkı ellerinde taşımalarını görmek çocukluğumuzu anımsatıyor bize. Bu duygularla dolanıyoruz sokakları. Ara sokaklardan birinden aşağıya doğru inerken bi yorgancıya takılıyor gözüm. Selam verip giriyorum içeriye. İki eski dost çalışıyor dükkanda. Pıtır pıtır yorgan dikiyorlar. Ama ne dikmek. Rengarenk, desen desen yorganlar, yastıklar dikiyorlar. Sezgin Genceroğlu dükkanın sahibi. 48 yıllık yorgancı kendisi. Hep Bayındır’da çalışmış. Arasta restore edildikten sonra şu anki yerlerinde çalışmaya başlamış eski arkadaşı Süleyman Küçükoğlu ile. Süleyman amca da 48 senelik yorgancı. Son 17 senedir Bayındır’daymış. Ondan önce hep gurbette yapmış işini. “Eskisi gibi değil işler” diyor ustalar, “Bir ev geçindirmek mümkün değil, emekliyiz ikimizde, bi gelirimiz olmasa mümkün değil yürümez bu iş.” Kendilerinden sonra da kimse yapmayacakmış bu işi. Biraz üzgün, biraz kırgınlar zanaatlarının devam etmeyecek oluşundan. Genelde elyaf malzemeden yorgan dikiyorlarmış. “Yün yorgan istemiyor mu kimse?” diye sorunca Süleyman usta “Pahalı geliyor insanlara, yarı yarıya fiyat farkı var. Gerçi insanlar yün yorganın ömrünün elyaftan fazla olduğunu ve vücudun ağrılarını aldığını bilseler pahalı oluşuna bakmazlar ama neyse işte bitiyor meslek evlat, bitiyor” diyerek batırıyor elyaf yorgana iğnesini. Çay iç diye ısrar ediyor iki usta da, bi dahakine, deyip ayrılıyorum. Hemen aşağıdaki helvacıdan helvamızı alıp, Bayındır’a her geldiğimizde yemeyi ihmal etmediğimiz Bayındır’a has etli ekmekçide alıyoruz soluğu. Gelirseniz Gürkan Pide’de, Ali Apaydın ustanın ellerinden bi etki ekmek yemenizi tavsiye ederim.
Bi iki fide diye geldik aslında ama dedim ya pek tembelim bu tarla tapan ekim dikim işlerinde. Sevgili eşim Ebru “E, hani fide alacaktık Fedo?” deyince manalı bi tebessümle “Neye niyet neye kısmet Ebuşum” diye türlü şirinliklerle alıyorum gönlünü ve ekim işini bi başka zamana erteliyoruz. Etli ekmeklerimizi yiyip Bayındır’ın ara sokaklarından ana yola doğru giderken, stadyumun yan tarafına minik bir lunaparkın kurulduğunu görüyoruz. Durup seyrediyoruz çalışanları. Çocukluğum canlanıyor gözlerimde, mahalleleri gezen seyyar dönme dolap geliyor aklıma.
Ve yine koca arabasıyla kaynamış yumurtacı amcanın yumurtalarını arkadaşlarımızla tokuştura tokuştura tükettiğimiz günler geçiyor gözlerimin önünden. İşçiler lunaparkı kuruyor ben onları izliyorum ama sorsanız ne yapıyorlar diye, bilmiyorum. Çünkü o anda ben hayatımı izliyorum, çocukluğumu seyrediyorum bi film gibi... Bugün 23 Nisan, o lunapark cıvıl cıvıl biliyorum. Çifte bayram yaşıyor çocuklar bu yıl. Hem şeker bayramı hem de Atatürk’ün armağanı Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı. Bi fide diye çıktık yola ama bambaşka şeyler yaşadık bugün. Dilerim güzel şeyler hep güzel kalır. Dilerim kimse güzel şeyler için “artık hiçbir şey eskisi gibi değil” demez... Şeker Bayramımız, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun...