Fransa’dan beri “Arda sopası” ile evire çevire dövülen Milli Takım’ın yaşadığı travmayı nasıl ifade etmişti Mehmet Topal?..
“Takımdaki genç arkadaşlar etkileniyor”!..
Gençler tamam da... Olgunların sinirlerini mi aldılar?
Ayıp olmasın diye kendi gibi tecrübeli millileri ayırmıştı besbelli.
Futbolculuk akademik bir iş olsa Prof. düzeyine gelmiş fenomenlere yakışmazdı saha dışı polemiklerle sahadaki performanslarının düşeceğini itiraf etmek!
Ardından konuşan Fatih Terim, Topal’ın kibarlık edip semptomları daraltmaya çalıştığını belirtmiş, “aslında hepsi etkileniyor” demişti değil mi?
Yaşa bakmaz... Topçu huzursuzluğu kaldırmaz; işine konsantre olamaz.
Fatih Terim’in gayretleri, Arda Turan’ın katkılarıyla kucağımıza bırakılan nur topu gibi Milli Takım sorunumuz üzerine her yorumun “Terim yalakalığı” veya “Terim düşmanlığı” olarak tasnif edildiği şu süreçte, karnından konuşmayanların eski defterlerle birlikte dolaşmak mecburiyeti var maalesef...
Aksi halde fikrinize, durduğunuz yere bakmazlar, “doyduğunuz yer” çirkefliği ile sizi karalamaya çalışırlar ki, laf kalabalığında kaybolsunlar!..
Özellikle medyadaki kifayetsiz muhteris ve reyting arsızı adamlar...
Elbette Terim ve kadro dışı cezası ikinci bir emre kadar uzatılanlara ilişkin söyleyeceklerim var...
Ama ilk veto kararından bugüne kadar Ters Köşe’nin sadece doğru ve haklı olanı savunduğunu, öngörülerin yüzde yüz yerine oturduğunu kanıtladıktan sonra.
Darısı “Terim yalakası” veya “Terim düşmanı” çuvallarını doldurmaya çalışan üretim dışı kanaat önderlerinin (!) başına...
Arda’nın hiç mi suçu yok?
Yorgunluk falan bahane... Evrende zaman da bir boyuttur, hatta her şeyin yerli yerine oturmasını sağlayan odur!
Şimdilik “beklemede” Fenerbahçe...
Osmanlıspor maçı, adeta Fenerbahçe’nin sezon başından bu yana yaşadıklarının 90 dakikaya sıkıştırılmış macera özetiydi.
“Durum raporu” gibi!
Kötü başladı... Düzelmeye çalıştı... Bir türlü mutlu sona ulaşamadı!
Hem maçta, hem ligde!
Peki ya gelecek?..
Fenerbahçe sadece Feyenoord’u yenmedi, berbat başladığı sonra düzelir gibi olduğu bu arada seyircisini bile kaybettiği sezona dönüş müjdesini de verdi.
Geç oldu, güç oldu ama oldu galiba... Çünkü en iyi şekline getirdiği elindeki malzemeyi değiştirmesi mümkün olmadığından, tek ümit o malzemenin birbiri ile uyumlu hale gelmesiydi ki, Feyenoord karşısında halledilen mesele buydu.
Randıman yükseldi.
O da Feyenoord’a yetti.
Feyenoord’un durumu belliydi... Ligde ve özgüvende zirvede bir takımdı rakip. Manchester United’ı bile devirmiş, galibiyet serisini dokuza çıkarmıştı.
Meçhul olan Fenerbahçe idi! Daha doğrusu Fenerbahçe’nin hangi viteste olacağı. Duracak mı, ileri mi, geri mi gidecekti.
İlk dakikalardan itibaren anlaşıldı ki, bireysel olarak hiç de Feyenoord’dan aşağı olmayan Fenerbahçe, eksik yönü takım olmayı bir basamak daha ileri taşımış, ikili mücadele cesaretini arttırmış, takımın uzun boyunu kısaltmıştı.
Nerede bu Fenerbahçe seyircisi? Nerede kırk binler, elli binler? Hadi biletlileri geçtik; nerede parayı peşin vermiş kombineliler?
Bir hikaye vardır... Dev orkestranın kemanlarından biri, konserden kaytarmak için akrabasını ikna etmiş, “çalar gibi yap kimse anlamaz o kalabalıkta” demiş.
Konserde maestro başla işareti verdiğinde sinek uçsa duyulacak bir sessizlik!.. Meğer tüm orkestra kaytarmış.
Sarı-lacivertliler de “anlaşılmaz” mı sandılar acaba?
Daha da vahimi; herkesin gözüne sokmak için yapmış olmasınlar sakın!
İkincisi galiba...
Fenerbahçe bir hafta önce Kasımpaşa’ya beş gol atmış...
Zaten hediye paketi gibi bir haftaydı Fenerbahçe için!.. Beşiktaş, Galatasaray, Başakşehir ikişer puanı çöpe atmış ve Fenerbahçe’nin karşısına ligin en az gol atan takımı Gaziantepspor çıkmıştı.
Daha geçen hafta Kasımpaşa’ya gol olup yağan Fenerbahçe, rakibinin özel durumu nedeniyle düzelmiş miydi yoksa bir sıkımlık barut mu kullanmıştı iyice belli olacaktı.
Skor tatmin edici olmayabilir ama daha ilk yarıda belli oldu ki, Fenerbahçe yavaştan da olsa “üstüne koyarak” geliyordu...
Bir kere hızlanmıştı Advocaat’ın takımı... Akıcı ve futbolcularının yeteneklerini ortaya çıkarıcı oynuyordu.
Yani, temaslı ikili mücadelelerden çekinmiyor, üstelik çoğunu kazanabiliyordu artık. Kaptığı toplarla rakibin bıraktığı boşluklara koşular yapan hızlı adamlarını besleyebiliyordu.
Rakip defans yerini aldığında kanatlarını çalıştırıyor, sık ve net pozisyonlar yaratabiliyordu.
En azından bir devre!..
Advocaat’ın geçen hafta beş atan takımı aynen çıkardığı maçta Fenerbahçe orta sahasındaki Ozan ile sol açık Volkan, Emenike’nin yanında 2 ve 3. santrforlar gibi oynuyorlardı.
Her şeyden önce ufak tefek avantajlar peşinde koşmadan tribünü Galatasaray seyircisine açmak için gayret gösteren Beşiktaş Başkanı Fikret Orman ile “söz konusu Türkiye ise 3 puan teferruattır” diyerek tansiyonu düşüren Galatasaray Başkanı Dursun Özbek’e teşekkür etmek lazım bu futbol bayramı tadındaki derbi için...
Evet... Özlenen keyifli, bol pozisyonlu heyecanlı bir futbol ve medeni tribünler...
Kimin kazanması gerektiğinden önce huzura hasret Türkiye’nin kazancına bakın siz de.
Futbola gelince, Galatasaray, ilk yarıda sanki senaryosunu kendi yazdığı bir oyunu sergiler gibi iki gol atıp muhteşem bir skor yakaladı ama rakip Beşiktaş’tı...
İkinci yarının senaryosunu devre arasında Şenol Güneş yazmıştı ve Beşiktaş müthiş bir geri dönüş yaparak beraberliğe ulaştı.
Galatasaray hem ev sahibi hem de favori gibi başladı maça. Kendinden emin, ne yapacağını bilen, ustalık kokan bir tarzla...
Şenol Güneş, Olcay’ı sağa alarak Sneijder’in de sola kaymasıyla Carol-Tolga-Bruma’dan oluşan klasik baskın timini durdurmak istemişti ama ilk yarıda asla başarılı olamadı. O tim takır takır çalıştı. Carole mükemmel. Bruma müthiş. Sneijder istekliydi.
Bu ülkenin en iyi teknik direktörü ile en iyi futbolcusu papaz olmuş, medya üzerinden temkinli ama tam gaz savaş içindeyse; üzülürüz tabi...
Nadir ve dolu “testilerimizden” hiçbirinin kırılmasını istemeyiz. Üstelik birbirlerine çarpa çarpa... Onlar bizim milli üretimlerimiz!.. Yerine koyamayacağımız değerlerimiz.
Ama savaş alanı Milli Takımsa, gırtlağımıza kadar olayın içindeyiz hepimiz. Tarafı da oluruz, yargıcı da.
Biz, TC kimliği taşıyanlar... Milli Takım’ın forma renginden primlerine, hocasından yıldızına, ümitlerinden kavgasına her meselesinde yetki ve sorumluluk sahibiyiz çünkü.
Tıpkı zaferlerinde sokaklara dökülüp kutladığımız, onları başımıza koyduğumuz gibi...
Hem bir şey söyleyeyim mi?..
Bizi kolumuzdan tutup, hiç yoktan yarattıkları, yönetmeyi beceremeyip, çözemedikleri kavganın içine sürükleyen Fatih Terim ile Arda Turan’ın ta kendisi.