Hani büyüklerimiz gerçekleşmeyen bir işin, hedefin, hasretin ardından “Allah her şeyin hayırlısını versin” derler, gençler de “avutmak için” söylendiğini sanıp kulak ardı ederler ya...
Aslında ulaşılmış hedefler, arzular için de geçerlidir o...
Bazen yerine gelmeyen istekler de hayırlı sonuçlar doğurabilir!
Galatasaray’ın UEFA 2. ön eleme maçında Östersunds’dan aldığı “net” yenilgi ve yediği iki gol de -bugün moralleri yerle bir etti ama- yakın gelecek için çok hayırlı olabilir Sarı-Kırmızılı camiaya!..
Hatta “kesin” olduğunu söyleyebilirim.
***
Henüz Galatasaray’ın hazır ve tamam bir takım olmadığı, hatta takım bile olamadığı malum... Asıl bu koşullarda “bahane bulunacak” bir sonuç alsaydı, mesela İsveç’ten bir beraberlik kurtarsaydı, İstanbul’da on kişi kalarak hakem faciasıyla falan elenseydi vaziyet berbat olacaktı.
Sezar’ın hakkı Sezar’a!.. Sneijder krizinde Galatasaray Yönetimi’ni beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, lakin olayı “çok iyi analiz ettiklerini” ve “yüzde yüz doğru tespitlerde” bulunduklarını inkar edemezsiniz.
Ki, bu özellik çok önemlidir bir yönetici için.
Ne dediler Hollandalı sağlık kontrolünden geçince?
“Her halde başka bir takım için kontrole girdi”!
Makara yapıyorlar sandınız değil mi?
Hayır... Çok ciddiler. İşi biliyorlar... Olayın farkındalar...
Gördünüz; aynı günün akşamı Sneijder Florya’ya gidip antrenmana çıktı.
Mavi boyalı pervazları tüten bacası olmasa terk edilmiş sanılacak sıvasız briket kulübeye yaklaşırken hamurlu ellerini plastik leğenden çıkardı sundurmadaki kadın... Merak ve endişeyle bize baktı ellerini ovuşturup yapışanları temizlerken. Biraz da gerildi sanki.
Kızıyla birlikte gelen iki yabancı kim ola ki?
Hemen tanıttım kendimi... “Kızınız başarılı bir sporcu, sizle madalyalarıyla fotoğraf çekmeye geldik”!
İçinden “oh” dedi eminim.
Havayı yumuşatmak, yarenlik etmek için hafif kırmızıya çalan hamuru işaret ettim ve “akşam börek var galiba” boşboğazlığı ettim.
“Tarhana” dedi. “Kışlık yapıyorum”.
Ağrı’ya ulaştığımda“kimdir buranın en iyi sporcusu” diye araştırıp Zerrin’i bulduktan sonra, ona ya ikinci ya da üçüncü sorum “sabah ne yedin”e aldığım “tarhana çorbası” yanıtının öznesi böyle üretiliyordu demek ki...
Eski “mirasyedi günlerini” yaşasa, sahada olmayan agresifliği eskisi gibi masada arasa, Fenerbahçe’yi sorgulardım “bonservisi elinde maaşı kalitesinde Sneijder’i niye almıyorsun” diye!..
Beşiktaş’ı da Trabzonspor’u da Başakşehir’i de... Şampiyonluk niyeti olan her kulübü sorgulardım.
Belli ki, Otlukbeli Savaşı gibi kıran kırana bir lig olacak... Size futbol katkısını geçin; daha sezon açılışında Galatasaray gibi bir adayı yarış dışı bırakıyorsunuz Sneijder’e kendi formanızı giydirerek.
Değmez mi biraz masrafa?
Ama “Sneijder zaten yapacağını yaptı Galatasaray’a” diye düşünüyor olmalılar!
Ki, mantıklı...
Kalırsa, “sportif direktörlükten” profesyonel yönetim kurulu üyeliğine terfi edecek Hollandalı yüzünden, İgorTudor ya gider ya da teknik direktörlük yerine ‘politika’ yapmaya devam eder..
Aykut Kocaman provası yapılmış elbise gibiydi Fenerbahçe için... Valbuena, Dirar ve Mehmet Ekici iyi kumaştan şık transferlerdi ama Fenerbahçe’nin perişan hali sadece sahada başlayıp skor tabelasında bitmiyordu ki!
Güven bunalımına girmişti Fenerbahçe.
Küskündü... Gergindi.
Tepeden tırnağa tatsızdı.
Son söz söylenmiş, “bir kısım” Fenerbahçeli “Başkan değişsin” istiyordu.
Öyle az buz “bir kısım” da değildi hani!.. Genel Kurul’u bilemem ama tribünü ölçek alırsanız “dörtte üç” gibi.
Taraftar genelinde hoşnutsuzluk, tribün özelinde protesto ve sezonlar boyu süren yol ayrımı, birkaç iyi transfer ve garanti belgeli hocayla bitecek gibi değildi.
Önce vatana, millete ve Fenerbahçe’ye hayırlı olsun yeni Aykut Kocaman devri...
Gerçi Fenerbahçe yönetimi, sıradan bir nikah rutinini bile bize çok görüp “itirazı olan ya şimdi söylesin ya da sonsuza kadar sussun” demeyip, 24 Şubat’ta Milliyet’in ortaya çıkardığı radikal değişimi son ana kadar muallakta bırakmayı tercih etti ama imzadan önce biz yine de söyledik çekincelerimizi...
Aykut hocamız iyi idi, hoştu fakat doğal olarak yaşanması gereken coşkuyu bile minimuma indirmekte üstüne yoktu.
Oysa Fenerbahçe’nin en büyük ihtiyacı hele şu süreçte- kaybolup gitmiş coşkusuna kavuşmaktı bir an önce.
İmzası bile taraftarı ayağa kaldırmalıydı Aykut Kocaman’ın.
Olmadıysa, nedeni geçmişte “cool” ile “anlaşılamayan filozof” arasındaki gel-gitleri ve bazen abarttığı “sosyal mesafeleridir”.
Neyse... Bakarsınız takımın yapısı, gücü, tarzı yaratır o coşkuyu.
Açık konuşalım... Şu mütevazı futbolumuzda haddini aşan, şımarıklık eden, dayılık yapan, kendini iki gömlek büyük görevlere yakıştıran emekli-faal ne kadar adam varsa, hepsi referansının sayın Cumhurbaşkanı’ndan olduğu algısı yaratmaya çabalıyordu.
Devletin en üst kademesindeki bir fotoğrafa kafasını soktuktan sonra, en üst düzeyden bu ilginin ve sevginin sorumluluğunu bir kenara bırakıp gözünü tepelere diken, tepelerdekilerle hesaplaşmaya kalkan kifayetsiz muhterislerden geçilmiyordu ortalık.
Evet... Cumhurbaşkanımız sayın Erdoğan futbolu da futbol adamını da seviyordu. Yakınlık gösteriyordu.
Ama ne kadar sık görüşürse, ne kadar ilgi gösterirse o kadar istediğini yapabilecekleri ve dokunulmaz olabilecekleri anlamına gelmezdi ki bu...
Eşyanın tabiatına aykırıydı.
Futbolu seven Cumhurbaşkanı, sevdiği insanlar eliyle futbolumuzun sevimsiz bir kavga odağı haline gelmesine katlanamazdı.
Ve verdi ayarı!..
Fatih Terim’e inanıp güveniyoruz değil mi?.. Tipini, tarzını, egosunu beğenip beğenmemek, sevip sevmemek değil… İşine, tespitlerine, bizi yanıltmaya çalışmadığına inanmak/güvenmekten bahsediyorum...
Yanıt “evet” olmalı; aksi halde niye milli takımı ve Türk futbolunu ona memnuniyetle emanet edelim.
O zaman, altını çize çize dile getirdiği milli takım üzerinden yürütülen “futbolun yıkıcı iktidar mücadelesine” odaklanmamız lazım.
Çünkü iddia ettiği, bir milli oluşumun bekası için güvendiğimiz insanların, o oluşumu ele geçirmek amacıyla mücadele vermesi; bu arada asıl hedefimiz “beka”nın tam tersini yaşamamız.
Kimin sebep olduğunu bilemem ama ortaya çıkan sonuç tam da bu...
Milli takımı hasta etti birileri.
* * *
Terim diyor ki, iltihabı Arda vakası olan bu yıkıcı hastalığı bulaştıranlar, koltuklarda gözleri olan, Ay-Yıldız’dan çıkar uman, futbolun içinde yapılanmanın dışındaki insanlardır. Amaçları ele geçirmek istedikleri mevzileri istila etmeden önce ağır toplarla zayıflatmaktır.