Arkadaşlar, aranızda bir AFP’de (Avrupa futbol Prensliği) forma giyen TC vatandaşı ile gurur duymayan TC vatandaşı var mı?
Hele Real Madrid’de yıldızlaşan, Bayer Münih’i sırtlayan bir evladımıza saygı/sevgi duruşunda bulunmayacak, şerefine gözyaşı dolu kadehler kaldırmayacak bir kişi mevcut mu?..
Düşünsenize Barcelona’da üç Türk’ün birden sahaya çıktığını... Veya Manchester United’de...
Geçtik futbol endüstrisinin kartellerini...
Orta sınıf bir Avrupa kulübü, Türk futbolcularıyla UEFA’yı kazansa Türkiye’de gündem donmaz, siz oraya düzenlenen turlara katılmaz, biz tefrikalar yazmaz mıyız.
Yine de durumu “Futbolcunun yerlisi yabancısı olmaz” soğukkanlılığı ile karşılayanlar varsa, onlara lafım yok.
Aşmış o arkadaşlar.
Ama “hayali bile cihana değer” diyorsanız; hiç lagaluga yapmayın, siz de benim gibi Süper Lig’deki “Birleşmiş Milletler Gücü” takımlarına karşısınız.
Bu demek değildir ki, kafatasçısınız.
Dünya’da her birey ve her ülke kendi vatandaşı için “pozitif ayrımcılık” yapar; belki de bir tek Türkiye’de ayıplanır.
Çünkü aklı karışıktır güzel ülkemin güzel insanlarının.
Hem de bir yandan “bizde futbolcu yetişmiyor” derken, bir yandan “futbolcunun yetişeceği trene turistleri doldurmayı” zevkle/şevkle onaylayacak kadar karışık.
Derler ki, “kulüpler alt yapıdan yetiştirsin”...
Uğraşmıyorlar işte... Onlar da hepimiz gibi kestirmeci.
Hem kavun değil ki bu; orda uzakta yetişip olunca masaya gelsin... Futbolcu oynayarak yetişir. Oynayacak mevki yoksa bir-iki süper yetenek dışında kimse çıkış tünelini bulamaz, ezilir gider.
TC pasaportu verip Milli takımı doldurmaya adam ararsınız gün gelir.
Açık söylüyorum...
Tamamı yabancı futbolculardan takımlar aynı zamanda futbol seyircisini “yabancılaştırma” riski içerir. Taraftarlık duygusunu “soft” hale getirir.
Aslı orada dururken “miş gibi” olanlar yerine Avrupa’dan bir takım seçip tutarsın, olur biter.
Demek ki, bir takım kurallar lazım.
Yasak denilen şey elbette insan için utanç kaynağıdır aynı zamanda.
Lakin toplumların huzuru ve küresel rekabet denilen -ayak uyduramadığında küresel sömürü ile muhatap olacağın- şu düzende insanının ve ulusunun çıkarları için yasak gerekebiliyor.
En azından rekabette eşit koşullara sahip olana kadar.
Yoksa, “onlar ortak sen Pazar”!..
Bakın size yarım asır süren bir öykü anlatayım:
Cumhuriyet 40 yaşını doldururken babam genç bir mühendis olarak bütçesi zorlanmadan gıcır gıcır bir Buick almıştı... Gaz verdikçe burnu kalkan salon salomanje lüksünü hayal meyal hatırlarım.
Oysa ağabeyimin gençliği keçilerin kaportasını yediği Anadol’da geçti.
Ben ilk arabam Renault 12’yi aldığımda, benim vefakarın, yabancı basında gördüğüm Poshe Carera fiyatlarıyla üç aşağı beş yukarı eşit olduğunu görüp dehşete kapılmıştım.
Neden?.. Çünkü biz büyürken Türkiye “yerli araba” üretmeye çalışıyor, üreticiyi korumak için gümrük duvarlarını kullanıyordu.
Sadece üreticiyi korumuyordu Devlet... Kendini koruyordu asıl.
İyi de oldu... Bugün neredeyse Avrupa ile benzer kalite otomobiller kullanıyoruz.
Düşünsenize hala hepsini ithal etmek zorunda kaldığımızı! Kaç ton fındık ihraç etmemiz gerekirdi acaba?
Rekabet güzel de... Şayet teknoloji ve gelişmişlikte Dünya’nın zirvelerinde değilseniz, gelişmişlere rakip olana kadar “yerli malını” desteklemek zorundasınız. Hatta sonrasında bile.
Peki biz futbolda ilk üçte-beşte-onda mıyız?..
O zaman kapılarımızı “ithalata” sonuna kadar açmamalıyız.
Yoksa ne mi olur?..
Bugünkü perişanlık!..
Parçası oldukları futbol topluca gelişmedikçe özendiklerine yetişmeleri asla mümkün olmayacak kulüplerimiz, sadece futbolumuzun tüm parsasını toplayıp “batmayı geciktirmek” için olmayan kaynaklar yaratarak tamamı yabancı takımlar kurarlar ve Milli Takım’a koyacak oynayan futbolcu bulmakta zorlanırsınız.
Bitmedi... Zor güç bulunan birkaç adam da vazgeçilmez oldukları hissine kapılıp Milli Takım prim sistemini Osmanlı’daki Cülus Töreni’ne çevirir, teknik direktörlerin gidip gelmesinde bile rol kaparlar sahadaki perişan hallerine aldırmadan.
Açıkça yazalım... Bilerek veya bilmeyerek bizi Milli Takım’dan soğutmak yoluyla ulus devlet kavramına futbol üzerinden bir çentik atmak gibi bir misyona odun taşımaktadır bu durum.
Ne uğruna?
Bir takım “aşmış adamlar” şimdi/şu anda daha renkli futbol izlemek istiyorlar diye!
Devam açık yazmaya... Benim milli hislerimde en ufak bir değişiklik olmadı kendimi bildim bileli.
Yani, canlı yayında “Demirören kadar param olsa Kaliforniya’da bir villa alır bu tarafa doğru bile bakmam” diyebilen, işin gideceği yeri ve hangi niyete hizmet ettiğini bilmeden her “yeni”ye balıklama atlayan, “yeni” diye forma rengimizin bile ortadan kaldırılmasına önayak olup sonra eleştiren, silme yabancı futbolcuyu “kulüp başarısı da milli başarıdır” demagojisi ile yanıtlayan,şeytan çekici yeni nesil yorumculardan değilim.
Ama soğudum Milli Takım’dan!
Sadece ben olsam iyi... Tek haneli rakamlara düşen Milli Maç Reytingleri benim gibi pek çok kişi olduğunun belgesi.
Bıraksınlar ben ve benim gibi düşünenlerin eski kafalı olduğunu falan...
Şuna yanıt versinler:
Kendileri bir Avrupa devinde forma giyen TC vatandaşı ile gurur duyarlar mı duymazlar mı?
Veya orta sınıf bir Avrupa kulübü Türk futbolcularıyla UEFA’yı kazansa onlar da coşarlar mı coşmazlar mı?
Evet ise yok birbirimizden farkımız!
Kimimiz biraz daha ben merkezci, kimimiz ülke öncelikli; o kadar.