Bu yazı 24 yıl önce kaleme alınmıştır...
“Bunca dost, ağabey ve usta arasında “akrabalık hasebiyle” de olsa Namık Sevik için yazı yazabilmek doğrusu onur kaynağı...
Evet, rahmetli Namık Sevik benim dayımdı...
Güncel manada değil, annemin kardeşiydi...
Yaşam boyu hep onun gibi olmak istedim...
Sadece bir tek şeyde başarılı olabildim; Onu son yıllarda sürekli rahatsız eden “asabi tansiyon”u edindim...
Oysa, insan sevgisinden başlayıp yardımlaşma duygusuyla yükselen ve işine sahip olma prensibi ile birleşip “vazgeçilmez” boyutuna ulaşan, dostluk ve saygı dolu bir yaşam kim bilir ne güzel olurdu...
Dostluk, saygı ve vazgeçilmezlik... Koskoca başarılı bir yaşamı anlatmak için ne kadar kuru ve klişe sözler...
Bizler büyüdükçe kirlenen dünyada, yıllar boyu eve dönüş için son fırsat olarak gördüğü bir arabalı vapurun içinde ve yemyeşil bir arabada son kez boğazı geçerken, Türk bayrağına sarılı sandukaya selam duran polisler ile gözyaşlarını türlü çeşitli yollarla içlerine akıtmaya çalışan dostları, bir de hayatlarında Çakaldağı’na ilk kez gelip onu bir daha göremeyecek olmanın ümitsizliğine katlanan arkadaşları, 7 yıl önce çok iyi anlatmışlardı Namık Sevik’i...
Onu seviyorlardı... Saygı duyuyorlardı ve vazgeçmeye katlanamıyorlardı...
Ağabeyim ve ben, ve o sırada sağ olan annem, dayım yüzünden çiçeğe ve sevgiye boğulmuş cenazelere alıştık. Ama gerçekten şaşırmıştık...
Protokolün doğaçlama yaratıldığı, iş olsun diye kimsenin bulunmadığı ve sevginin hiçbir karşılık beklemeden kırmızı bir halı gibi yollara serildiği bir ortamda önemli bir şeyi anladık;
Bizim dayımıza, annemizin kardeşine duyduğu sevgiyi binlerce insan paylaşmıştı...
Dostları, ağabeylerimiz, dostlarımız bunu bizden daha iyi bilir...
Benim sözüm gençlere...
Belki de Namık Sevik’in vefat ettiği 1986 yılından sonra Babı Ali’ye girmiş gazetecilere;
Onlara geç doğdukları için ukalalık etmek istemem ama, artık bizim yaşadığımız ayrıcalıktan istifade etmeleri olanaksız...
Hiçbir zaman Namık Sevik ile çalışamayacaklar...
Kapıcımız Ali’nin oğlunun ameliyatından, gedikli kanaryamız Osman’ın hastalığına kadar, Babı Ali’nin en üst düzey insanları, politikacılar, işadamları ve Kandıra’daki mısır tarlası sahibi gibi Namık Sevik yardımlarından yararlanamayacaklar...
En önemlisi, her geçen gün komputerize olup, otomasyona bağlanan spor basını da karşılık beklemeden yardımcı olacak bir ağabey bulamayacaklar.
Bizler şanslıyız...
Onun yönetiminden sonra, onun talebelerinin yanında çalışıyoruz...
Hiçbir şey 7 yıl önceki gibi değil, ama 7, ya da 70 yıl sonra kim bilir neler olacak...
Bugün Çakaldağı’na gelenlerden kimse kalmayacak.
Belki Namık Sevik de unutulacak...
Ama inanın adı konmasa bile “dostluk, sevgi ve vazgeçilmezlik” dünya güneşin etrafında döndüğü sürece kalacak.
Namık Sevik benim dayımdı...
Gençliğimde “Namık’ın yeğeni” diye tanıştırılmak bana az koymadı...
Ölümünden 7 yıl sonra hala “açılmaz” denilen kapılar ardına kadar açılıp, “somurtan” yüzler bana onun yeğeni olduğum için gülüyor...
Anlıyorum ki, çağ atlayan Türkiye’de vefa, sevgi ve kadirşinaslık “her şeye rağmen” devam ediyor.
Bunca dost, ağabey ve usta arasında, “bana bu fırsatı veren...” diye bitirmeyeceğim dayım hakkındaki yazıyı...
En sevdiği şarkı, “akşamın olduğu yerde bekle diyorsun, gelmiyorsun” du...
Bilmiyorum, bu şarkıyı neden o kadar içten söylüyordu.”