Fenerbahçe kazanırken bile insanı futboldan soğutuyorsa, sebebi sistemidir... Ama yapacak bir şey yok. Kıyıdan bu kadar uzaklaşınca, artık geri dönemez Fenerbahçe... Sonuna kadar aynı sistemle yüzmeye devam edecek mecburen...
Karşı kıyıya nasıl, ne durumda çıkacak meçhul ama Fenerbahçelileri iki sıkıcı ay daha bekliyor; orası kesin.
Dünkü skora bakıp sistemin faziletlerinden bahsedecek olanlar dört Volkan’ın bir direğin kurtardığı Malatya gollerini de hesaplasınlar.
Fenerbahçe öylesine dengeli, o kadar temkinli bir futbol oynamaya çalışıyor ki, futbolcuları ikili mücadeleden bile kaçınıyorlar disiplin bozulur diye. Kanattan rakip sahaya giren, topa basıp duruyor “fazla mı geldim” korkusuyla.
Bu sistemde “iyi savunma var” desen değil... İyi hücum; o da yok... Mücadele, sadece rakip sahasından çıkarken üzerine koşup hata yapmasını sağlamakla sınırlı. O sıradan topu kaptıysan gol atmak serbest. Onun dışında fanteziye giriyor ki, disipline aykırı.
Bu demek değil ki futbolcular işlerini yapmıyor... Tersine, yüksek eforla oynuyorlar. Fizik güçleri de iyi olduğu için oyundan düşmüyorlar. Ama gereksiz yanan ampul gibi enerji boşa gidiyor sistem yüzünden.
Ayrıca Fenerbahçe sistemi tam anlamıyla
İnsanlık tarihinin en büyük komutanı Mustafa Kemal Atatürk, insanlık tarihinin en büyük devlet adamı olmaya adım adım yürürken 16 Mart 1923 tarihinde Adana Türk Ocağı’nda savaşı tarif etmişti:
“Hayat-ı millet tehlikeye maruz kalmayınca, harp bir cinayettir”...
Evet... Savaş kötüdür, acıdır ama yaşamak için yutulması gereken zehir zemberek bir ilaçtır gerek olduğunda.
Gün geldi, “hayat-ı millet” tehlikeye girdi, Türkiye’nin “bekası” gerektirdi, savaşıyoruz teröristlerle.
Savaşı kazanmak için cephe gerisinin önemini bilmeyen var mı?
Çok şükür Mehmetciğin fazlası var eksiği yok. Ama her askere kurşun kadar, karavana kadar şarttır manevi destek ile moral anavatandan.
Vefakâr kadınlarımızın atkı bere örmesi, dolma sarıp göndermesi neyse Futbol Federasyonu Yönetimi’nin Mart ayı toplantısını Kilis’e, çarpışmaların en yakınına, seslenme mesafesine taşıması da odur.
Kırk yıldır her koşulda yazı yazarken gürültüyle işe yarar duyumu otomatik ayırması için eğitilen beynime “kulak kesilme” emri verdiren, masa komşum orta yaşlı zarif hanımefendinin cümlesi oldu.
“Ali Koç’un burcu da koçmuş biliyor muydun”!..
Karşısındaki arkadaşına söylüyordu.
“Ay adamın yüzü güzel, adı güzel, burcu güzel... Allah yolunu açık etsin”...
Neydi bu?.. Popüler kültür parantezinde bir muhabbet mi, yoksa kulüpten birinin temennisi mi?
Arkadaşının sorusu gazeteci gibiydi... Ali Koç’a platonik takdirlerini sunan hanımefendinin Fenerbahçe kulübü ile bağını da açıklıyordu bir yandan:
“Seçilecek mi bari”?..
Keşke Aykut Kocaman “bırakıp gitme hakkını” ligin ilk yarısında kullanmasaydı da böyle zor günlere saklasaydı...
Mesela rakipleri üçer puanla yola devam ederken kendi sahasında Akhisarspor’a hakkıyla yenildiği, hakem ve fikstür şikayetlerinin eskidiği şu 24. hafta tam zamanıydı!..
Öncelik rakibin plan ve avantajlarını engellemek olan iki Beşiktaş derbisinden sonra, rakibin hesap kitap içinde olması gereken kendi sahasındaki Akhisar maçında, şampiyonluğa sıkıca tutunacağı bir seriye başlaması gerekmez miydi Fenerbahçe’nin?
İnanan beri gelsin!
Bir kere Fenerbahçe’nin seyircisi inanmıyordu. Tribünler yarı yarıya.
Sahadakilere gelince; alışmışlar bir kere rakibe angaje “edilgen” oyuna, inisiyatif kendilerine geçince ne yapacağını şaşıran müsamere çocuğu gibilerdi.
Gayret, çaba, efor, iyi niyet tamam da... Gol atmak, kazanmak gibi konuları çalışmamışlar daha! Onlar bekleyecek, rakip hata yapacak, onlar bastıracak, rakip hata yapacak ki, gol atsınlar. Kendi iradeleriyle yaptıkları iş yok sanki.
Ama Akhisar programlanmış makine şeklinde bir takım. Savunmada stoperleri Fernandao’yu kucağa alıyorlar, Valbuena’yı ikili basıp kendi yarı alanına kadar kovalıyorlar... Fenerbahçe’nin sağı sallanıyor za
Aykut Kocaman dün geceki kupa maçı için “dört gün öncenin rövanşı değil” diyerek futbolcularına mağlubiyeti unutturmaya çalışmamıştı sadece, motive etmek de istemişti... Ama biraz fazla mı motive olmuşlardı ne!
Gerçekten lig derbisiyle erken kupa finalinin hiç alakası yoktu.
Sertti, gergindi hatta kavgalıydı... Kırmızı kartlar üç kere çıktı.
Ve daha ilginci Fenerbahçe en az rakibi kadar iyiydi!
Sahada gerilimi önce menfaatine kullanan, sonra gerilimin altında kalıp galibiyeti kaçıran bir Fenerbahçe vardı.
Bir kere Beşiktaş yedi rotasyonla sahaya çıkmıştı. Belli ki, Şenol Hoca iki ayaklı kupa maçından çok Trabzon deplasmanını düşünüyor, başta Quaresma önemli futbolcularını dinlendirmek istiyordu.
Fenerbahçe de rakibi gibiydi... Sarı-lacivertlilerin beş rotasyonu vardı ama hepsinin Akhisar maçı nedeniyle olduğu söylenemezdi. Mesela kulübedeki Isla ve Dirar dört gün önce bir kanatı çökerten futbolculardı.
Beşiktaş derbiye yanlış başladı... “Başladığı gibi bitirse” bugün medyanın vurucu timi kartal avına çıkmıştı... Ama çeyrek saatte hatasını anladı, yirminci dakikada bir daha tekrarlamamak üzere yanlıştan geri döndü. Beşiktaş’ın hocası ve futbolcular.
Eski, bildiğimiz takım oldular. Rakip de dahil alkış. Takdir, tebrik hepsini söke söke aldılar sevenden sevmeyenden.
“Hata” insani bir olay... Mühim olan ısrar etmemek.
Madem öyle, şimdi hatadan dönme sırası Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’da!
Çünkü sayın Orman da derbiye yanlış kapıdan girdi.
Öyle “benim açımdan” falan kategorisine sığıştırılamayacak, sübjektif değerlendirmelerin ötesinde, bariz, net, apaçık bir yanlış girişti...
Fenerbahçe teknik direktörü Aykut Kocaman’ın ağzından çıkmayan “ölüm kalım maçı” lafını önce söylenmiş kabul etti, sonra eleştirdi ve rakip takım hocasının “ağzının payını verdi” derbi arifesi.
Üst üste iki şampiyonluk kazanıp üçüncüyle flört ederken Alman malı bir direğe tosladı diye Beşiktaş’ın hurdaya çıkacağını, futbol tarzı ancak yarım sezonda anlam bulabilen, işe yarar hale gelebilmesi için muhtemelen bir yarım sezon daha gereken Fenerbahçe’ye “kendi oyunuyla” mars olacağını düşünenler fena halde yanıldı.
“Rakip oynasın sen kazan” fena fikir değildi ama mükemmele erişmediği sürece rakibin kazanması daha büyük olasılık, hatta kaçınılmazdı.
Hele karşındaki Beşiktaş gibi ligin en iyi futbolunu oynayan takımsa.
Güle güle Fenerbahçe, Lig’e hoş geldin Beşiktaş!
Vodafone Arena’da Çakır’ın düdüğü ile başlayan futbol sadece futbol değildi... Aslında “akıl oyunları” futbolun önündeydi.
Özellikle Fenerbahçe’nin akıl oyunları.
Pepe ve Talisca’nın yokluğu yetmezmiş gibi Oğuzhan’ın da son anda sağlık nedenleriyle evine gitmesi, Fenerbahçe’nin taktiğini çok daha efektif kılmıştı.
Şenol Güneş, Bayern Münih karşısındaki şok mağlubiyetten sonra yapılan “ağır” eleştirilere muazzam bir yanıt verdi...
İyi de... Ortada eleştiri falan yoktu ki!
Herkes yazılarına/sözlerine gruptan rekor puanla namağlup lider çıkan Beşiktaş’ı överek başlıyor, Avrupa’daki Bayern Münih fenomeninin altını çiziyor, maçın başında on kişi kalmak gibi Beşiktaş’ın büyük talihsizliğini farklı yenilginin baş unsuru yaptıktan sonra lafı Güneş ve talebelerine teselli ile tamamlıyordu adeta.
Şenol Hoca dünkü basın toplantısında önüne koyduğu notları dönüş uçağında “muhtemel eleştirilere” göre almıştı galiba.
“Beşiktaş sahanın içinde kalırken Beşiktaş’ı saha dışında yıpratmaya çalışanlar” kimdi mesela... Varsa kaç taneydi? Hesaba kitaba girer miydi, yoksa takdir eden milyonların yanında yok hükmünde miydi?..
Terbiyesizlik, saygısızlık nereden çıktı sayın Hoca’m?
Zaten kendisi de farkında olmalıydı “durumdan mağduriyet çıkaramayacağının” ki, eski defterleri karıştırıp tarihi Milli Takım teknik direktörlüğü zamanındaki Dünya Kupası’na kadar çekti ve antika eleştirilerden medet umdu.