Kırk yıldır her koşulda yazı yazarken gürültüyle işe yarar duyumu otomatik ayırması için eğitilen beynime “kulak kesilme” emri verdiren, masa komşum orta yaşlı zarif hanımefendinin cümlesi oldu.
“Ali Koç’un burcu da koçmuş biliyor muydun”!..
Karşısındaki arkadaşına söylüyordu.
“Ay adamın yüzü güzel, adı güzel, burcu güzel... Allah yolunu açık etsin”...
Neydi bu?.. Popüler kültür parantezinde bir muhabbet mi, yoksa kulüpten birinin temennisi mi?
Arkadaşının sorusu gazeteci gibiydi... Ali Koç’a platonik takdirlerini sunan hanımefendinin Fenerbahçe kulübü ile bağını da açıklıyordu bir yandan:
“Seçilecek mi bari”?..
Cevap kısa ve netti:
“Hayır”!
İçim içimi yedi. Karışsam kapı dinleyen halayık durumuna düşecektim. Neyse ki, benim yerime “neden” dedi arkadaşı.
“Aziz bey bir sürü üye yapmış parasını verip”.
Ve Moda’daki bir kafede kahvemi içerken kulak kabarttığım arkadaş sohbetini Ters Köşe’ye taşıma nedenim olan o “vahim” reçete geldi Ali Koç’u takdir eden hanımefendinin arkadaşından:
“Ayol o da satın alsın birilerini”!..
Feci... Şaibeye mi yanarsın, çözüme mi, Fenerbahçe’ye mi?
Yine de yazmayacaktım hukuksuz yolla edinilmiş dedikodu kıvamında öznesi belli olmayan bu kulak kabartmayı ama hafta sonu bir Fenerbahçe divan kurulu üyesi dostuma rastladım. Benimle kulüpte yaşadığı bir olayı paylaştı ve birinci elden onaylıyordu duyduklarımı:
“Kulübe gittiğimde Aziz Bey ile karşılaştım. Yıllardır yüzümüze bakmayan başkan arabasından indi elimi sıktı. Kısa sohbetten sonra arabasına dönerken, derneğe uğra bir sürpriz var dedi”...
Neymiş o sürpriz?.. Kadim dostumun eşi üye değilmiş. Üyenin eşi indirimli üye oluyormuş. Divan kurulu üyesinin eşi daha da indirimli.
Ama bu sefer bedava...
Eee... Onlar da oylarını esirgemezler mutlaka!
Bu denklemi kuranlar, dostum özelinde avuçlarını yalayacaklar ama işin merkezindeki iki nesildir Fenerbahçeli dostum (daha ayrıntı yazamıyorum düşman edinmesin) böyle bir seçim hediyesi alıyorsa, gel de Moda’daki cafede masa komşum hanımefendinin tespitlerine inanma.
İnandığınız anda halı çekilir altınızdan. Demokrasi huni olur kafanıza geçer. Fenerbahçe sevgili olmaktan çıkar muhasebeye döner. Mücadele kaçınılmaz olarak aynı yöntemle yapılır, felaket katlanır.
Oy mezata çıkınca sadece aklını kiraya verenler menfaatlenir ki, o da yemleme düzeyindedir. Menfaatin esas kaynağı, sevdalanılan şeyin maddi/manevi cüzdanıdır son tahlilde. Çirkindir. Tatsızdır. Sonu kötüdür.
Kıymayın Fenerbahçe’ye.
Kocaman tek başına
Şimdi Aykut Kocaman’a ilişkin her eleştirimizi bir kenara koyalım. Onlar baki olsun ama bir kenarda dursun.
Kocaman’ın sırtında kaldıramayacağı kadar büyük bir yük olduğunu inkar edebilir mi hiç kimse?
Koskoca Fenerbahçe... Ne yönetim ortada ne başkan. Hakemden federasyona, rakipten takıma kadar her türlü sorumluluk Aykut Kocaman’ın üzerinde. O konuşuyor, o yıpranıyor. Diğerleri seçim derdinde.
3 Temmuz sürecinde de benzeri yaşanmış ve Aykut Kocaman altından kalkmıştı. Lakin o süreç çok farklıydı. Kenetlenmiş bir Fenerbahçe camiası vardı. Çok sular aktı. Şimdi bırakın gaz ve cop yemesine rağmen caddeleri, adalet saraylarının, hapishanelerin avlularını doldurmayı, tribüne bile gelmiyor Fenerbahçe taraftarı.
Neden?.. Sahadaki futbol yüzündense, Aykut Kocaman tek başına bu hale getirmedi. Ondan öncesi de var.
Çok konuşan çok hata yapar. Aykut Kocaman da çok konuşmak zorunda.
Bir de buradan bakılması lazım Kocaman olayına.
Güneş de kaos çıkarırsa
Açık söylüyorum, Trabzon’a inen Beşiktaş’ın hocası Şenol Güneş’e “sattın Trabzonspor’u” diye bağıranların “Fenerbahçeli” olduğunu iddia eden birine rastlasam kızmazdım bile!
Önce şaka mı yapıyor veya akli dengesi yerli yerinde mi diye daha dikkatli bakardım. Sonra aramdaki mesafeyi koruyarak cevap vermeden geçip giderdim. Ama iddia sahibi Şenol Güneş’in kendisi olunca, ne diyeceğini bilemiyor insan.
Şenol Hoca’nın akıllı olduğu malum. Şaka yapmadığı da kesin.
Demek ki var bilgisi belgesi...
İyi de... Neden?..
Usta’m neden seslendi uzaktan emniyet görevlilerine “bunlar Fenerbahçeli” diye?
Sıradan bir laf atmayı tartışılacak boyuta taşıyıp işin içine rakip bir takımın adını da karıştırarak Trabzon’da sevimsiz olmanın, Fenerbahçe’yi düşman edinmenin, Beşiktaş’ı teknik direktör kaosuna sürüklemenin anlamı/gerekçesi nedir?
Evet... Şenol Güneş baskı altına girdiğinde sorun halledici durumdan sorun çıkarıcı pozisyona geçmektedir maalesef. Bilgelik ile agresiflik arasındaki bu salınımı açık sözlülüğü patavatsızlığa çevirdiğinde iyice karmaşıklaşmaktadır. Zararı en başta kendisinedir.
Biz bilge Şenol Güneş’i istiyoruz ama onun tercihi belirleyicidir.
Ölümsüz ‘Cep Herkülü’
O kadar geriye gitmeyin... Cumhuriyet tarihimizi anlamak için bile o devri yaşamışların “tanıklık” ve “hatıra” eserlerinin ne kadar kıymetli olduğunu hatırlayın, yazının değerini anlayın.
Diyeceksiniz ki, artık kayıt var, internet var, gelecek nesiller istediğine bakar...
Evet, o kaynaklar sonsuza kadar kalacak ama sunacakları kuru rakamlar, görüntüler. Hiç heyecanı hisseden, olayı yaşayan insanın duygusunu, gözlemini katarak belgelediği ile bir olur mu?
İşte Tayfun Bayındır dostumun kaleme aldığı “Cep Herkülü Naim” de zamanın bileğini bükecek böyle bir eser.
50 yıl sonra, yüz yıl sonra birileri mutlaka kapağını açıp bilgilerini zenginleştirecek, araştırmalarını süsleyecek satırlar bulacak o kitapta.
Beni bu günden şaşırttı mesela... Hatırlatarak şaşırttı.
Arif Nusret Say, yarışması için Bulgarların izin vermesi gereken Naim’i takip eden gazetecilere diyor ki, “Henüz netleşmiş bir şey yok. Israrla para istiyorlar. Pazarlığa bile başladılar. Son 2 milyon dolar noktasına kadar geldik. Ama bu çok yüksek bir rakam. Son kararı artık sayın Özal verecek”.
2 Milyon dolar... Çok yüksek...
Olimpiyatlar boyu bir ülkeyi gururlandıracak, spordaki en büyük iftihar sebebimiz olacak sporcunun podyuma çıkabilmesi için 2 milyon dolar.
Şimdi bir kulüpte pinpon takımı kurabilmek için Çinli sporcuya veriyorlar o parayı.
Bir golü bir milyon dolara gelen günümüz futbolcularına bakınca, hayret etmemek elde değil... Ne kadar tutumluymuşuz o zamanlar.
Eline sağlık Tayfun Bayındır’ın.