Eğildi... Çimenlere tutunmaya çalıştı... Ve dünya ile bağını koparıp kendini bıraktı Gomis!
O bildiğimiz kükreyen enerjisi sıfırlanmıştı.
İlk tepkimiz, sıra dışı olayı anlamlandırmak gayretiydi...
Korneri beklerken dirsek mi yemişti, kafasına bozuk para falan mı gelmişti?..
Saliseler içinde Kasımpaşalı futbolculardan kale arkası tribünlere kadar çevresindekileri “şüpheli” olarak gözaltına aldık, sorguladık, mahkemeye çıkardık, beraat ettirdik.
Zihnimizdeki tüm Gomis dosyalarını tarayan nöronlarımız, önümüze henüz transfer olurken yarım ağız bahsedilen sağlık sorunu ile kulüp doktorunun “bayılmalara rastlayabiliriz” açıklamasını koydu; “tamam” dedik, “o hastalık”.
Endişemiz katlandı...
Fenerbahçe için Alanyaspor maçı, Başakşehir galibiyetinin tekrarı da değildi, Beşiktaş ile haftaya oynanacak hayati derbinin provası da...
Olmasın zaten...
Hele ilk yarı gibi hiç olmasın. Fenerbahçe için bir tek önemi vardı Alanyaspor maçının; o da Başakşehir ile Beşiktaş arasında soluklanırken, galibiyete süreklilik kazandırmak.
Ve bunu yaparken Beşiktaş’a kopya vermemek!
İkinci Dünya savaşını bitirecek Normandiya çıkarmasından önce yumuşatma bombardımanını sürdüren Müttefikler, Normandiya’ya attıkları her bombaya karşılık farklı kıyılara üç bomba atmışlar ki, Almanlar asıl niyetlerini anlamasın...
İşte Aykut Kocaman’ın Alanyaspor maçında patlattığı “Aatıf-Valbuena bir arada, Dirar kulübede” bombası, aslında Beşiktaş’ı aldatmak içindi her halde... Sadece Dirar’ı dinlendirmek veya Valbuena’yı dolapta asılı damatlık takım elbise pozisyonundan çıkarmak olmasa gerek. Gerçi ilk yarıdaki iki golün asistlerini Valbuena ile Aatıf yaptı ama haftaya aynı takımı, benzer futbolu beklemesin Beşiktaş.
45 dakikaya iki gol sığdıran, maçı 3-0 kazanan takıma biraz daha iltifat gerekse de aynı süreçte sahada yaşanan “korkulan geçmiş” fotoğrafları buna engeldi.
Evet... Her zaman oyuna hakim ols
Galatasaray gibi “tapusu” milyonlarca “manevi sahipli” bir kulübü, öyle süpermarket gibi, banka gibi satamazsınız ha deyince!
Çünkü asıl varlığı, stadı, arsası, betonu hatta futbol portföyü değil, ona gönül veren milyonlardır. Onlar ikna edilmezse, malın heybeti biter, ışığı söner, metrekare/kilo hesabına girer her şey.
Bilirkişim Aşık Veysel:
“Güzelliğin para etmez bu bendeki aşk olmasa”...
***
O nedenle, gönüldaşlar küsmesin, malın fiyatı düşmesin diye her koşulda yarışan, kazanan takıma zarar vermemeye, sahayı çaptan düşürmemeye çalışacaksınız. Borç harç; ne olursa olsun kuyruğu dik tutacaksınız futbolda.
Peki, taraftar futbolla mutluyken nasıl rıza gösterecek kulübün satılmasına?
“Beğenilmek”, “hayranlık duyulmak”, “takdir edilmek” insanoğlunun peşinde koştuğu ve asla doymadığı içgüdülerden biridir. O kadar güçlüdür ki, kimileri eksiği kapatmak veya dozu arttırmak için “kendi kendini beğenmek” yoluna sapabilir.
İşte bu nokta “zurnanın zırt dediği yerdir”.
Basın toplantısında “Fenerbahçe bizi oynatmamak için sahadaydı, bu da ne kadar büyüdüğümüzü gösteriyor” açıklaması yapan Başakşehir teknik direktörü Abdullah Avcı’ya bir dost tavsiyesi:
Başkalarının takdiri ne kadar muhteşem bir şeyse, benim “ototakdir” dediğimi, tıp literatüründe “narsizm” yazan kendi kendini beğenme/övme eylemi, o kadar sevimsizdir.
Hele eleştirilmesi gereken bir eylemin sonucunda yapılıyorsa.
Hele akla ve mantığa aykırıysa!
Sormak lazım Abdullah Avcı’ya; sahaya “rakibi oynatmak için çıkan bir takım” var mıdır?
“Yolculuğun kendisi varış noktasından önemlidir” diye moda laflardan biri var ya... İşte Başakşehir maçı hem yolculuk hem de varış noktasıydı Fenerbahçe için. Hatta çıkış!..
Kaybederse bundan ötesi yoktu ki...
Kazandı, yolculukta bir kavşak oldu bu hafta... Hiç unutulmayacak, belki de varış noktasını başka semtlerden alıp Kadıköy’e taşıyacak bir kavşak hem de.
Ne diyelim; “yolun açık olsun Fenerbahçe”...
Başakşehir galibiyeti, Fenerbahçe’nin gizli kalmış potansiyelini ortaya koydu her şeyden önce... Özgüvenini onardı. Alternatif ve göze hitab edebilen oyunu olduğunu kanıtladı. Gelecek zorlu maçlar için ivme yarattı. Moral verdi ve sezon sonuna 13 hafta kala zirveyle arasındaki farkı iki puana indirdi.
Daha ne olsun... Mucize gibi.
Peki Fenerbahçe, herkesin onayladığı gibi kendisinden “uzak ara iyi oynayan” Başakşehir’i deplasmanda nasıl yendi?
Her hafta lafa “Fenerbahçe mutlaka kazanmak zorunda” diye başlamak tamam da... Bizimki “Türk’ün Türk’e propagandası” gibi Fenerbahçe taraftarını gaza getirmekten başka işe yaramıyor sanki!..
Pek yemiyorlar ama tekrarlıyoruz.
Çünkü şampiyonluk yarışından uzaklaşmış hedefsiz bir Fenerbahçe’yi hayal bile edemiyoruz.
Açık gerçek, bir kayıpla sezonun uçup gitmesi ise... İşin günahı vebali aynı lafı temcit pilavına çevirenlerde değil Fenerbahçe’yi bu koşullara getirenlerdedir bilesiniz.
***
Evet... Aynen devam:
Başakşehir karşısında mutlaka kazanmak mecburiyetinde Fenerbahçe.
Tarih 16 Eylül 1998... PKK azmış, Abdullah Öcalan Beka vadisindeki malikanesinden terörü yönetiyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Hatay’a gitti. Kısa ve net konuşmasını “sabrımız tükendi” cümlesiyle noktaladı. Teröristbaşı hemen bavulunu toplayıp Suriye topraklarını terk etti, beş ay sonra Kenya’da paketlendi.
Neden yaptım bu hatırlatmayı?
Makamlar/rütbeler, bir yandan o makamın/rütbenin sahibi ile büyür ve şereflenir, bir yandan da arkalarındaki topyekun gücü temsil ederler.
Yani “sözü geçer” olmasında, “ağırlığında” bir arıza varsa, kabahat makamda/rütbede değil, oradaki insandadır... Ya hakkını veremiyordur makamın/rütbenin, ya da istediğini alamayıp arkasındaki büyük güce ayıp ediyordur her şeyden önce.
Fenerbahçe teknik direktörü ile hakemler arasındaki sorunda olduğu gibi...
Fenerbahçe Takımının “komutanı” sistemden, sistemi oluşturan kurul veya bireylerden şikayet ediyorsa, şüpheleniyorsa, kendi özeli değildir... Fenerbahçe adına düşünüp konuşuyordur, arkasında aynı fikirde Fenerbahçe vardır.
Fenerbahçe’yi yöneten gücün çıkıp aynı şeyi tekrarlaması gerekmez.
Böyle dram devlet tiyatrolarına bile ağır gelir!.. Önce mağlup, sonra galip, son çeyrekte berabere dakikalar geçirip futboldaki her sonucu doksan dakikada yaşayan, iki pozisyon direkten dönen, yediği iki gol de bireysel hatalardan gelen bir takımın sahadaki macerasına dramatik sözü bile hafif kalır aslında...
Zaten sonuçları yüzünden “trajik” de denilebilir!
Hem takım, hem Aykut Kocaman hem de taraftar açısından sabır sınavı gibi olması dışında, Beşiktaş berabere kalmış Başakşehir ile Galatasaray zorlu maçlara çıkmak üzereyken kaybedilen iki puan intihar gibi bir şeydi. Böylesi görülmedi...
İlk yarı direkten dönen iki Fenerbahçe pozisyonundaki kör talihi geçelim... Asıl Fenerbahçe’ye devreyi mağlup kapattıran gol Aykut Kocaman’ın sezon başından beri dert yandığı “bireysel hataların” çok daha “kör kör gözün parmağına” tekrarı, kısmetsizliğin daniskasıydı.
Neden? Volkan Dirar’ı uyarmadığı için...
PAF takımında olamayacak bir hata.
Üstelik bu kadarla kalsa iyi... İkinci yarıda “asist” şekli de tekrarı olacaktı Mehmet Topal’la...