Galatasaray Başkanı Sayın Mustafa Cengiz, kendisiyle şöyle bir muhasebe yapıyor olmalı:
“Her şeyden önce uğurlu adamım!.. Galatasaray’a başkan oldum, ayağımın tozuyla şampiyonluk kupasını kaldırdım.
Yeni sezon geldi, yine şampiyonluk yarışının tepesinde takım... Fenerbahçe’nin “taraftara el açıp” topladığı parayı Galatasaray’a futboldan kazandıracağım.
Tamam; sezona santraforsuz başlayıp Şampiyonlar Ligi’nin lokum gibi grubundan çıkamadık ama hatadan döndük...
Türkiye Kupası’nda finalistiz.
Tribünler dolu.
Mali yapıyı az da olsa toparladım...
Süper Lig’deki “son mola” milli maç ve yerel seçim sebebiyle verildi ya... İşte o ara, sanki kurumsal stratejilerini ve hedeflerini “revize” etti şampiyonluk kulvarındaki güzide kulüplerimiz.
Herkes kendine ayar verdi!
Dikkat edin; “sanki” diyorum...
Çünkü “hayatın doğal akışına uymayan” hiçbir gelişmenin, futbol gibi yüzlerce parametrenin etkilediği bir yarışta aynı şüphecilikle ele alınmaması gerektiğini biliyorum.
***
Mesela Başakşehir... Futbolunu, futbolcularını, hocasını ve dahi yönetim şeklini öve öve bitiremediğimiz takım, tıpkı Ziraat Türkiye Kupası’nı “terk ettiği” gibi şampiyonluk yarışını da bırakmaya uğraşır oldu göz göre göre!
Gümbür gümbür giderken frene bastı, dört haftada on puan kaybetti, zirveden indi...
Bu kadar “terso” sezonun 7,5 ay sonraki ilk deplasman galibiyeti altın tepside gelmeyecekti tabi. Sahada Kasımpaşa’yı, Riva’da VAR’ı geçip kazandı Fenerbahçe ama “diş söker” gibi.
Hakkını yemeyelim... Hakem başlama düdüğü ile birlikte Fenerbahçe rakip ceza alanına sarı-lacivert yazılmış “dikkat çalışma var” tabelası çaktı, haldır haldır işe başladı.
Çünkü karışan görüşen yoktu orada... Ceza yayından ötesi savunmasızdı. Kasımpaşa’nın yıldızı Trezeguet hiç geri gelmediği için İsla ve Dirar bir kanada yerleşmiş, Hasan Ali’nin takviyesi ile harikalar yaratan Valbuena diğer kanadı parsellemişti.
O kadar rahattı ki Fenerbahçe kanatları, artık Eljif bile santrafor gibiydi.
Maçın “şantiyesi” Kasımpaşa kalesiydi ama çok vahim ve beklenmedik “iş kazası” Fenerbahçe kalesinde yaşandı.
Skrtel ve Sadık’ın yokluğunda on maç sonra ilk onbirde başlayan Neustadter’in tıngır mıngır geri pası Harun’un ayağı altından kaleye giriverdi ve yine ilk golü yemiş oldu Fenerbahçe...
Tabi kaleyi nişanlayan Neustadter ile aklı başka ayağı başka yerde Harun bu golün sanıklarıdır ama U17 maçında bile yenmeyecek kendi kalesine gol hadisesi, Fenerbahçe gibi bir devin düşme hattına ne kadar acemi ve
Bakmayın siz İddaa’nın oranlarına falan... Tiyo, Mustafa Cengiz Başkandan:
Pazar günü oynanacak Galatasaray-Beşiktaş derbisinde kazanması ve şampiyonluk ateşini en azından birkaç hafta daha harlı tutması kuvvetle muhtemel taraf, Beşiktaş’tır...
Neden?
Sayın Cengiz’in medya spor müdürleri ile yaptığı toplantıda dile getirdiklerini alt alta yazın, sezonun kaderini mühürleyecek derbi arifesinde “bu neyin açıklaması” diye sorun; yanıtı kendiniz verin.
Derbiyi kaybetme olasılığının ön hazırlığından başka bir şey olamaz “bayram değil seyran değilken” Fenerbahçe’ye öpücük göndermek... İbra’sız Genel Kurul’la gündem tazelemek, deve dişi gibi Galatasaraylılara savaş ilan etmek, aynı damdan düşmüş eski başkana şimdi/şu anda sahip çıkmak, başka hangi sebeple olabilir ki? Sayın Cengiz haklıdır... Başkanların bir görevi de felaketlerde bile kulübü ayakta tutmaktır.
Onun da kestirmesi belli.
“Cambaza bak”!
İnsan zamanla yontulur, incelir ya... Volkan Demirel tam tersine.
Gittikçe kabalaşıyor!
Söylem ve eylemlerindeki kabalıktan bahsetmiyorum Volkan beyefendinin... Allah’ı var, o konuda çok istikrarlıdır kendisi. Dün neyse bugün aynı.
Benim söylediğim sık sık tevessül ettiği “cambaza bak” operasyonlarındaki kabalığı... “Kör kör gözüne” yapıyor artık yapacağını...
Evet... Fenerbahçe kalecisi Volkan Demirel’in Trabzonspor derbisi ardından rakip takımın istatistikçisine kafayı takmasını ve “özür dilemezse gidip otobüsten alacağını” açıklamasını, Fenerbahçe’yi yönetenlerin de içinde olduğu çok kaba bir “cambaza bak” operasyonu olarak değerlendiriyorum ben.
Yönetimin “azmettiren ile sevinerek kabullenen” arasındaki çizginin bir yerinde durduğuna inanıyorum... Da, tam yerini bilemiyorum. Aksi halde Fenerbahçe ikinci başkanı hapşırır gibi anında refleks gösterip “Volkan’ın arkasında olduğunu” açıklamaz, Başkan Ali Koç ayaküstü “adet yerini bulsun” uyarısıyla geçiştirmezdi olayı.
Kolay mı?.. Sayın Koç’a muhtemelen seçim kazandıran ve başkan olduktan sonra da titizlikle uygulayıp takdir gördüğü “barışçıl yönetim” düsturunun altına dinamit koydu Volkan. Daha yeni yeni düzelen
Her haftası ya “olumlu bir seriyi” bozan ya da “yeni negatif rekorlar” kırdıran bu acıklı sezon bir an önce bitse de “daha beterlerini yaşamasa bari Fenerbahçe” derken, Trabzon karşısında son saniye golüyle ayağa kalkamadı ama yaşama tutundu Fenerbahçe.
“Hiç olmazsa” yaşıyor hâlâ... Tabi kendi sahasında yenilmemeye sevinecek kadar berbat bir hayat nasıl hayatsa!
Ne diyeceğiz şimdi?
“Ne mutlu Fenerbahçe’ye; Trabzonspor’la Kadıköy’de berabere kaldı” mı?
Ey sevinç yumağına dönenler; lütfen ezmeyin içimizi.
Dün az daha katmerleniyordu Fenerbahçe dramı... Yine tersten birinciliklerden “En çok ilk golü yiyen takım” unvanını cebine koydu ama Trabzonspor’un 22 yıllık “Kadıköy’de galibiyet alamama” serisinin bitmesine son saniyede olsa da izin vermedi.
Beterin beteri olmadı yani.
Ne zaman geleceğe ilişkin bir uyarıda bulunacak olsa, kahvesini sehpaya bırakır, parmağını kalem gibi düzleyip, yaprak kadar ince porselen fincanın tabağına dokundurur ve “şuraya yazıyorum” derdi rahmetli büyük annem Mükerrem Hanım...
Nostradamus külliyatı kadar kehanet sığmıştır o antika fincan tabağının zarif kenarına.
Galiba aile geleneği...
Ben de şuraya yazıyorum:
“Şenol Güneş’ten sonra Beşiktaş’ta tufan”!
Neden?
Çünkü, seçim kozu olarak kullanmak için hoca arayışını öteledi ve şimdiden geç kaldı Beşiktaş yönetimi... Önce Şenol Hoca’nın nemasını son kırıntısına kadar toplamak istiyorlar ki, yeni bir isim ileri sürmek o defterin kapanması demek.
Son Genel Kurul’da oy kullananlar da dahil ne kadar Fenerbahçeli varsa hepsinin aklını kemiren ama -dile getirmeyi geçin- kendi kendilerine bile sormaktan çekindikleri soruyu ben sorayım:
“Seçimde sandıktan tekrar Aziz Yıldırım çıksaydı, bu hale düşer miydi Fenerbahçe”?
Bırakın üstün gayret göstermeyi, kendi kapasitesini/alın terini bile sakınan futbolcuları, çaresiz/paniklemek üzere hocalarıyla, ezilerek yenildikleri Anadolu takımının futbolcuları tarafından matrağa alınan bu hale...
Adam, “bakarsın beni transfer etmek ister” diye düşünmüyor bile.
“İstese de ne işim var ligin altındaki takımda” rahatlığı her halde.
Bu duruma düşer miydi Fenerbahçe?
Mesela Kadıköy’de Galatasaray ile berabere kalınca eşeğini bulmuş garibana döner miydi?