Ne zaman geleceğe ilişkin bir uyarıda bulunacak olsa, kahvesini sehpaya bırakır, parmağını kalem gibi düzleyip, yaprak kadar ince porselen fincanın tabağına dokundurur ve “şuraya yazıyorum” derdi rahmetli büyük annem Mükerrem Hanım...
Nostradamus külliyatı kadar kehanet sığmıştır o antika fincan tabağının zarif kenarına.
Galiba aile geleneği...
Ben de şuraya yazıyorum:
“Şenol Güneş’ten sonra Beşiktaş’ta tufan”!
Neden?
Çünkü, seçim kozu olarak kullanmak için hoca arayışını öteledi ve şimdiden geç kaldı Beşiktaş yönetimi... Önce Şenol Hoca’nın nemasını son kırıntısına kadar toplamak istiyorlar ki, yeni bir isim ileri sürmek o defterin kapanması demek.
Doğal olarak tahmin ve öneriler başladı. Göreceksiniz, bir adım sonra sosyal medyaya kalacak bu hayati seçim. Yani, I. Dünya Savaşı gibi siperden sipere savaş ve uzlaşamaz cephelere bölünme aşaması.
Yok yere bir sürü isim yıpranacak. Tercih edilen hoca, göreve taraf olmuş kitlelerin hoşnutsuzluk rezerviyle başlayacak. Zaten Şenol Güneş devri, Demokles’in kılıcı gibi yeni hocanın tepesinde... İlk tökezlemede herkes üzerine çullanacak. Beşiktaş gelecek sezonu tek hocayla tamamlayamayacak muhtemelen.
Masanın diğer tarafından bakınca, Beşiktaş’a hoca olamazsa yok yere yıpranacak, olursa kabak başına patlayacak ilk isim Sergen Yalçın.
Zamanı mıydı Sergen Yalçın’ın?
Örnekle anlatayım:
Düzmece senaryolarla Bağdat’ı dönülmez akşamın ufkuna sokan kabus başladığında ABD medyası “Scud füzelerinin düştüğü yeri öğrenmek için CNN’e bakıyor” diye Saddam’la makara yapıyordu.
Trajediyi kara mizahla sulandıranlar tamamen haksız değildi. Tarihte ilk kez bir savaş canlı yayındaydı... Peter Arnett adındaki ünlü Amerikan savaş muhabiri, işgal kuvvetlerinin bomba yağdırdığı Bağdat’taki otel penceresinden tüm dünyaya canlı yayın yapıyordu ve o sırada 70’ine merdiven dayamıştı.
35’indeyken Vietnam savaşında haberleriyle Pulitzer ödülü kazanmış muhabire, bir masa bir sekreter verip terfi ettirmek(!) köşe yazarı falan yapmak kimsenin aklına gelmemişti Amerika’da.
İyi ki de gelmemişti; habercilik kazanmıştı.
Demem o ki, “terfi” motive eder... Emek, iş ve beyin hacmini genişletir, başarı için gereklidir. Kaçınılmazdır ama edene de ettirene de yarar sağlamaz her daim.
Şimdi Sergen Yalçın terfi aşamasında. Şenol Güneş’ten sonra Beşiktaş’ın ona teslim edilmesi öneriliyor.
Gerçekleşirse kimsenin diyecek lafı olmaz ama ecnebi düğünlerinin “itirazı olan ya şimdi konuşsun ya ebediyete kadar sussun” uyarısını rehber alıp “doğru zaman mı acaba” diye sormak lazım.
Endişelenmemiz gereken, Sergen’in tam olgunlaşmadan ziyafet sofrasına konması... Anadolu takımında beğenilip transfer edilen, İstanbul’da kızağa çekilerek tedavülden kaldırılan genç yeteneklere benzemesidir.
Tamam... Sergen Hoca, içindeki potansiyeli bulup çıkartması gereken bir takımda “tam puan” aldı.
Peki, potansiyeli ve gücü her sezon şampiyonluğa ayarlı Beşiktaş’tan önce lig tarihinin altıncı şampiyonu olmaya namzet bir takımla çalışıp o boyuttaki hocalığın sayısız parametrelerini sınasa, hissetse, yaşasa, sonra Beşiktaş’a gelse daha iyi olmaz mı?
Yalçın da Beşiktaş da duruyor durduğu yerde.
Kimse bir şey kaybetmez Sergen Hoca’nın olgunlaşma süreci uzarsa.
Kime anlatıyoruz ki!.. Beşiktaş Yönetimi, Şenol Güneş’in popülaritesini oya tahvil etmek, yeni hocayı da seçim jokeri yapmak niyetinde besbelli.