“Belki yarın, belki yarından da yakın” her kulüp ve her takım, günün birinde “Fener Ol” kampanyasının bir benzerine muhtaçken, üstelik Galatasaray en büyük adaylardan biriyken, rakibin bu yaşamsal icadına Galatasaray Başkanı Sayın Mustafa Cengiz’in alay/istihza/küçümseme hatta “hakaret” ile yaklaşımı neden ola ki?
“Gerekmez” Galatasaray’a dese, mümkün değil inanmayanlar kulübün bilançosuna ve muhaliflerin açıklamalarına baksın.
Şampiyonluğu getirisi ile iş bitti sanıyorsa, “Bir UEFA Kupası kazandık, iki yakamız bir araya gelmedi” cümlesi tarihe geçmiş Ali Dürüst’ü hatırlatayım.
**
Öyleyse, fena mı önünde denenmiş ve başarılmış bir örnek olması? Şimdi lazım değilse, koy cebine joker gibi... Fenerbahçe çuvalla para toplar, UEFA kabul ederse ne ala... Sana “yol” olur, taraftarına “teşvik” değil mi?
Geçtik hepsini, “haset” benliğini ele geçirmiş “istikbal hissini” bile yok etmişse, ezeli rakibe karşı kibarlığını koru bari!
Ne gezer!.. Galatasaray Başkanı ne dilenciliğini bıraktı “Fener Ol” kampanyasının, ne çocukların kumbarasına el sokmasını.
Galatasaray’ın maddi/manevi tüm enerjisini borçlu olduğu devasa taraftar motorunda, gıcır gıcır bir “şampiyonluk susturucusu” olmasa, kimse uyuyamazdı dün gece Sarı-Kırmızı camiada... Ama yönetim mışıl mışıl, taraftar işin makarasında;
“Ne yani; Vedat Muriç, Messi mi”?..
Hayır... Nereden çıktı?
Gerçi, “uzanamadığı üzüme koruk diyen tilki” biraz özensiz ambalajlanmış, kuyruğu dışarıda kalmış ama bir de gerçek var ortada; Vedat kim, Messi kim.
Olsa... Zaten ne işi var bu coğrafyada?
Bankalar Birliği’nin himmet, himaye ve denetimine muhtaç Fenerbahçe ile Galatasaray mı pey sürecek Messi veya ayarı için?
Fenerbahçeli boş durur mu?.. O da tabağı boş göndermiyor Galatasaraylıya… İçine de Vedat Muriç’i hak ettiğinden çok süsleyip püsleyip buram buram nispet kokan yanıtını koyuyor:
Canım kardeşim Enis, sonuna kadar hakkını veren bir adamdı Fosforoğlu soyadının… En karanlık devirlerde bile özündeki cevher fosfor gibi pırıldar, yüzüne vururdu aydınlık.
Kristal sesi, kusursuz Türkçesi ve yitip gitmek üzere olan kent soylu nezaketiyle ışıl ışıl yapardı çevresini.
Hep ezilenlerin yanında olmak, musluğun başındakilere uzak durmak bilinçli tercihiydi. Dünyadan nasiplenecekse, hak ederek almak isterdi… Ve hemen paylaşmak…
Sanatçılığın “onurlusu” böyle bir şey olsa gerekti.
Evet… Büyük bir sanatçı ve yüce bir ruhtu Enis Fosforoğlu.
Ne mutlu bana… 45 yıl kardeşim, sırdaşım oldu.
Dün Moda Camii’nde vedalaştık. Alkışladım tabi… Alkışı en çok hak edenlerden biriydi.
Cumhuriyet Tarihi’nin en vahim kumpasını sezen, direniş bayrağı açan ve bu direnişi organize hale getirebilen ilk vatanseverlerdendi Fenerbahçe’nin eski başkanı Aziz Yıldırım.
Hem de nice galaksi apoletli paşalar kendilerini almaya gelen badem bıyıklı savcılara itaat ederken... Sessizliğe gömülüp pozisyon belirlemeye çalışan sarı-lacivert kanlı kırk yıllık dostlarından sportif rakiplerine kadar bir sürü aymaz, “suçlu olmasa ne işi var içeride” derken... Bir kupa memleket kadar önemliyken!
Akıbeti hızla müebbete doğru giderken sanık sandalyesinden doğrulup “ne şikesi memleket elden gidiyor” haykırışı onun en büyük kehanetlerinden biriydi.
Az daha gidecekti memleket elden.
Gitmedi ve direnişin çoban ateşini yakma şerefi ebediyen Fenerbahçe’ye kaldı.
***
Aziz Yıldırım’ın futbol parantezindeki gündelik öngörüleri her zaman tartışılabilirdi ama makro sportif tespitleri, hep kehanet düzeyindeydi.
“Yeni” kelimesi, yüreğimizi tazelikten gelişmişliğe kadar pek çok “olumlu” tını ile titrettiği gibi “umut” ile eş yumurta ikizidir...
Umut ise her şeydir.
Fenerbahçe takımı yeni sezonda yeniden kurulacağı için hem futbol hem de taraftar dünyasında umudun ta kendisidir.
En azından şu anda öyle.
Geride kalan berbat tercihlerin yapıldığı berbat sezon, ayak bağı olmaz merak etmeyin... Hatadan ders alanlar için yakın geçmişteki yanlışlar “engel” değil “kolaylık” olacaktır bu değişim ve yenilenme sürecinde.
Bedeli ağır da olsa yaşanmış bir kötü tecrübe, bin nasihatten iyidir.
En azından “neler yapılmaması” gerektiğini öğrendi Fenerbahçe’yi yönetenler!
Bazı huylarımız berbat... Hele spor medyasında bir teknik direktörü “övmek” için halefini veya selefini yerin dibine sokmaktan başka yöntem bilmeyen “kanaat önderlerimizinki” berbat ötesi.
Şenol Hoca ile birlikte ivmelenen Milli Takım Fransa’yı evire çevire yendi ya...
Yüceltmek şart oldu ya Güneş’i...
Yöntem belli:
Tokuştur biriyle, kır eskisini, koy reyting tavasına götür omleti!
Kim uğraşacak yeni teknik direktörün teknik, taktik, moral katkılarının zaman/fayda orantısındaki analiziyle. Ve kimin umurunda “harcanan ismin” emekleri.
Skor güzel... Bakarsın ne değişmiş takımda... Hoca.
“Sen de mi İzlanda” diye başlayıp millilerimizi alanda alıkoyan, bulaşık fırçasıyla maskaralık yapan İzlanda’ya, bürokratından ergenine kadar sövüp saymak anamızın ak sütü gibi helalimizdir elbet.
Bir güzel aşağılar, rahatlarız!
Ama kırk yılda bir top bizim ayağımızda... Pozisyonu hiddete kurban etmemek gerek.
Boş verin siniri... Hırsımızı sahada alacaktır kırmızı-beyaz evlatlar.
Biz meseleye “faydacı” yaklaşalım.
“Terbiyesizliğin ne faydası olacak” demeyin... Sebebi anlar, durum tespitini iyi yaparsanız, terbiyesiz yaptıklarıyla kaldığı gibi sizin heybe de dolar.
Evet... Milli Takımımız’ın İzlanda’da muhatap olduğu çirkin karşılama aslında iki şeyin altını çizdi...
Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş muazzam camialardır ve aynı hedef peşinde koşarken kimi zaman itişmeleri, “kavga” etmeleri doğaldır. Hatta mecbur kalırlar, tabanları zorlar onları.
Bilen bilir... Her kavganın bir mevsimi vardır.
Bazen sahada, bazen saha dışında avantaj sağlamak, bazen taraftarı konsolide etmek, çoklukla kendi mensuplarını korumak gerekir.
Şu sıralar bir kavga varsa... Ki, var... Hiçbir hesaba uymuyor!.. Transfer sezonunda “gerekçesi” ayartılan veya elden kapılan futbolcu olabilirdi pek ala. Oysa defteri kapanmış bir sezon üzerinden sürüp giden, hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan ağır bir mücadele gündem.
Volüm sonuna kadar açık olmadığından ağırlığı belli olmayabilir. Fakat ağızlardan dökülen, zabıtlara girenler yenir yutulur şeyler değil.
Bağlayıcı, rencide edici, yanlış zamanda ve gerekçesiz bir savaş, yeni sezonun yol haritasını çiziyor.
Üstelik kavga “vekaleten”!