Her haftası ya “olumlu bir seriyi” bozan ya da “yeni negatif rekorlar” kırdıran bu acıklı sezon bir an önce bitse de “daha beterlerini yaşamasa bari Fenerbahçe” derken, Trabzon karşısında son saniye golüyle ayağa kalkamadı ama yaşama tutundu Fenerbahçe.
“Hiç olmazsa” yaşıyor hâlâ... Tabi kendi sahasında yenilmemeye sevinecek kadar berbat bir hayat nasıl hayatsa!
Ne diyeceğiz şimdi?
“Ne mutlu Fenerbahçe’ye; Trabzonspor’la Kadıköy’de berabere kaldı” mı?
Ey sevinç yumağına dönenler; lütfen ezmeyin içimizi.
Dün az daha katmerleniyordu Fenerbahçe dramı... Yine tersten birinciliklerden “En çok ilk golü yiyen takım” unvanını cebine koydu ama Trabzonspor’un 22 yıllık “Kadıköy’de galibiyet alamama” serisinin bitmesine son saniyede olsa da izin vermedi.
Beterin beteri olmadı yani.
Son beş maçını kazanmış Trabzonspor karşısına kaleler arasına bir çizgi çekerseniz, takımın sol yanı farklı başladı. Ersun Yanal, Valbuena yerine Ayew’in savunmacı yönünden yararlanmayı düşünmüştü. Orta sahaya koyduğu Jailson iyi oynarsa Mehmet Topal’ın stoperler arasına girip Hasan Ali ile Isla hücuma katılacak, Zajc hem ileri hem geri iki yönlü oynayacaktı hesapta.
Lakin ilk yarı boyunca şansını sadece merkezden denedi Fenerbahçe. Orada sıkışıp kaldı. Sadece üç şut atabildi rakibinin biri gol olan 9 şutuna karşı. Baskı karşısında topları kaptırıp, ikili mücadeleleri kaybedip, dönen topları kalesinde gördü.
Gole kadar oyunun tek hakimi, tek toplarla makine gibi hızlı ve akıcı oynayan Trabzonspor’du. Ama attığı golde hıza, akıcılığa ihtiyaç duymadı... Set hücumu sonunda göstere göstere golü attı Yusuf Yazıcı.
Fenerbahçe ancak golden on dakika sonra oyunda dengeyi yakaladı. Sebebi de orta sahasının pres yapmaya başlaması. Bu sırada Trabzonspor’un “beraberlik golünün zamanı geldi” gibi tuhaf bir ruh haline girmesi ve frene basması da etkiliydi Fenerbahçe’nin üstün gözükmesinde.
Valbuena girdikten sonra, çift santrforlu Fenerbahçe’nin baskısı arttı. Özveri ve istekle oynayan Valbuena’nın direkten dönen topu ile zirve yaptı.
Fenerbahçe’de hiçbir şey yoksa bu sefer heyecan ve tepki vardı!..
Sarı kartlar hep Fenerbahçe’nindi mesela...
İkinci yarıda tüm hatlarıyla gol arayan ev sahibi, oyunu bir anlamda “Rus Ruleti”ne çevirdi. Kaybedilen topla veya tamamlanamayan hücumla, hızlı rakibin boş Fenerbahçe sahasına girmesi, skoru büyütmesi işten bile değildi ki, hem örnekleri yaşandı hem de Fenerbahçe on kişi kaldı bu sebepten.
Ondan önce Ersun Yanal “bireysel istikbalini” çok yakından ilgilendiren maça bir kere daha dokundu ve maçın başından beri ıslıklanan Ayew’i çıkarıp Eljif’i aldı, takımı yine tek santrfora çevirdi. Eljif “neden en baştan beri yoktu” dedirtecek kadar çok çalıştı, uğraştı, hatta gol de kaçırdı.
Açıkçası on kişi kaldıktan sonra biraz da can havliyle daha baskılıydı Fenerbahçe... Ancak küstürdüğü futbol son saniyeye kadar Fenerbahçe’nin yüzüne gülmedi. Bu sefer de kaleci Uğurcan’ın klası ortaya çıktı.
Maçın son saniyesinde serbest vuruştan gelen beraberlik, aslında hiç de sevinilecek bir şey değil elbet...
Ancak maçın öyküsü, takımın on kişi kalması, puan cetvelindeki berbat konum gereği her puan altın değeri, sahayla birlikte tribünleri de bayram yerine çevirdi.
Gülmek mi lazım ağlamak mı?..
Neyse... İsteyen zafer bellesin bu maçı... Takımı ve tribünleri bu duruma muhtaç hale getirenlerin problemi.