Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Avrupa’nın orta yeri kan revandı… Soykırım, tecavüz, toplama kampları, sıradandı o günlerde. Kadim Bosna av, Sırplar avcıydı. Ve medeniyetin göbeğindeki av çok kanlıydı.
Uluslararası toplum henüz çıkarını hesaplamamış olmalıydı ki, üç maymunu oynadı 3,5 yıl… Görmediler, duymadılar konuşmadılar.
Bir gazeteci kabus gibi olsa da yüzyılın olayını görmek, izlemek, yazmak istemez mi? Spor gazetecisi kimliğimden pişmanlık duyduğum tek süreç o zamandı.
Ben Yugoslavya’nın çöküşünü medyadan izlerken Tuzla gibi bir cennet doğaya doğan Pjanic ilk adımlarını silah sesleri eşliğinde atıyor ve insan marifetiyle yaratılmış yeryüzü cehennemini hissediyor olmalıydı. En azından babası Fahrudin ile annesi Fatima’nın telaşından endişesinden anlardı tekinsiz bir şeyler olduğunu.
SAVAŞTA BOSNA YOLU
Servis arkadaşım, dostum -artık rahmetli- Yahya Vatansever yetişti imdadıma ve Saraybosna’da yer kalmadığı için savaşta hayatını kaybeden Boşnakların futbol sahalarına gömüldüğünü fısıldadı kulağıma.
Tekrar ettirdim Yahya’ya… Doğruladı. Futbol çağındaki gençler çocuklar, bir zamanlar futbolsever Boşnaklar artık çimenlerin üzerinde değil altındaydı. O coğrafyadaki dehşetin çıtasını gösteren tokat gibi bir sembol değilse neydi bu?
Dört gün sonra Ben, Yahya ve genç foto muhabiri arkadaşım Cüneyt Şengül Saraybosna’ya ulaşmak için Belgrad’daydık. Saraybosna’ya giden otobüs ararken Yahya “konuşmayın” dedi. “Türk olduğumuzu anlamasınlar”!
Sırplar kadar zalim ve radikal olmasalar da Bosna’yı paylaşım yarışında Hırvatlar da vardı çünkü.
Savaşların en kirlisi iç savaşta normaldi.
Ulaştık Saraybosna’ya… İstanbul-Bolu kadar yolu eski belediye otobüslerimizi aratan kırık dökük araçta tam 20 saatte gidebildik… Adım boyu kontrol, otobüsten ayrılmak yasak, inip tuvalet aramak muhtemelen vurulma sebebi olarak.
İnsan, üzerine çevrili namluların sayısı arttıkça kanıksıyor galiba ölmeyi. Gittikçe daha az gözetiyorduk kendimizi.
Pjanic’in babası, ailesiyle birlikte henüz Lüksemburg’a ulaşmadıysa dostlarına akrabalarına ulaşmaya çalışıp, kapının eşiğine gelmiş katliamdan nereye kaçabileceklerini hesaplıyor olmalıydı eş zamanlı olarak.
Çünkü Tuzla bitmişti… En sonunda Cukiç yönetimindeki Bosnalı Sırp birlikleri, Tuzla kentinin Kapiya semtini bombalamış, saldırıda 71 sivil hayatını kaybederken, 150’den fazla sivil yaralanmıştı. Miralem savaş çocuklarından biriydi artık.
DUMANI ÜSTÜNDE SARAYBOSNA
Saraybosna ise kuşatma altındaydı. Dünyanın en güzel yeşiline sahip şehrin üzerine barut dumanı çökmüştü. Tepelere yerleşmiş Sırp keskin nişancılardan korunmak için devrilip siper haline getirilmiş araçların arasından geçerek Yahya’nın bulduğu kiralık eve vardık.
Ama ne ev… Mevsim kış ve ne doğal gaz ne elektrik var. Hepsini kesmiş Sırplar. Gizli gizli getirilen 100 dolar ödediğimiz bir pizzayı paylaşıp yine 100 dolar verdiğimiz bir kolayı içtik, sabaha kadar titredik.
Sabah gördük ki, haber doğruydu.
Sarajevo Stadı askeri merkez yapılmıştı çoktan. Çevresindeki antrenman sahaları kabristan. Cüneyt müthiş fotoğraflar çekti, biz feci röportajlar yaptık. Döndüğümde yazımın başlığı “Saraybomba” idi.
MOSTAR’IN KÖPRÜSÜ TUZLA’NIN SEMBOLÜ
Saraybosna’ya kadar gelmişken savaş gazisi Mostar köprüsüne saygı duruşunda bulunmamak, tam ters istikamette olsa da iç savaşın en zalim yüzünün tanıklarından Tuzla’ya taziyede bulunmamak olmazdı.
Çok tehlikeliydi ama tehlikesiz yer yoktu ki Bosna’da.
Mostar Köprüsü o zarif boynunu bükmemişti modern çağın vahşilerine. Onlar da kırmışlardı. Kırıp beş asırdır taçlandırdığı Neretva nehrine atmışlardı. Yıkık haldeki orta bölümün üzerindeki derme çatma yamayı aşmak cesaret işiydi.
Bir de çevrenin sessizliği… İnsan yoktu zaten. Varsa gizlenmişti. Kuşlar, böcekler bile korkmuştu vahşetten.
Tuzla ondan daha feci.
Artık Tuzla’nın simgesi Osmanlı’dan kalan güzelim köprüler camiler değil, kendini Birleşmiş Milletler üssüne yakın bir ağaca asarak canına kıyan ve tahmin etmesi zor olmasa da intihar sebebi asla bilinmeyecek olan Ferida Osmanovic isimli genç Boşnak kadındı.
O güzelim bembeyaz Tuzla evleri Hollanda peyniri gibi delik deşik olmuş hayalet şehre dönen kent acı ve ölüm maskesi takmıştı. Suçsuz, silahsız şekilde katledilenlerin hayaletleri vardı sadece. Yutkunamıyorduk bile; boğazımız sıkılır gibi.
Tuzla’nın bomboş sokaklarında karşıdan karşıya koşarak kaçan bir çocuk görmüştüm sadece. Fırtına gibi koşuyordu. Şimdi küçük Miralem olduğunu hayal ediyorum. İyi ki, zamanında gidip katliamdan kurtulmuş Pjanic ailesi. İyi ki, futbolcu babası ondaki futbol yeteneğini görmüş, teşvik etmiş.
DÖNÜŞ PJANİC’İNKİ GİBİ
Saraybosna’ya döndüğümüzde Yahya müjdeyi(!) verdi:
Dönüş yolu kestirmeydi! İç savaş başladığından beri Saraybosna hava alanına ilk kez sivil uçak inecek biz de ona binecektik.
Evet bindik… Ama BM askerlerinin verdiği startla, apronda makinalı tüfek takırtıları arasında koşarak. Sanki dönüş değil kaçıştı bizimki. Sanki Pjanic ailesinin kaderini paylaştık Bosna çıkışı.
Bize üç gün yetti Bosna’nın ve iç savaş denilen şeyin ne kadar insanlık dışı olduğunu ömür boyu unutmamamız için.
Miralem’in çocukluğuna denk gelmesi çok iyi. Belki bozmamıştır psikolojisini.
Gördüğünüz gibi… Miralem Pjanic düşen uçaktan kurtulan biri kadar şanslı bir Bosnalıymış küçükken! Yirminci asrın büyük felaketinden kurtulup, futboluyla birlikte büyüyüp onu bize ikram etmek üzere Beşiktaş’a geldiği için bizim ne kadar şanslı olduğumuzu varsın siz düşünün artık.