Suskun, pısırık sezonlar, devreler, haftalardan sonra biraz volüm yükselten Fenerbahçe’nin belki de en zorlu maçıydı Alanya’daki… Ya sesini duyuracak ya da artık tamamen susacaktı. Büyük takımlar, büyük sporcular gibidir. Emekli değilse tehlikelidir! Gücünün sınırlarını zorlayarak hedefine ulaşan bir sporcu gibi adeta “çığlık” attı kadim kulüp. Kazandı.
Hem öz saygısını hem de ona gönül verenlerin saygısını kazandı en azından. Az mı?
Fenerbahçe’nin Alanyaspor karşısında yaptığı en kritik iş rakibinin her konuk takıma uygulayıp çoğunda başardığı birkaç basit hamle ile sonuca giden “Çoban matına” düşmemesiydi.
Neydi o tuzak?.. Alanyaspor arkadan oyun kurmaz adeta arkada oynar ve rakibi üzerine çekip hızlı geçişle gole giderdi. Özellikle de sağ kanattan… Alanya’nın arkadaki davetini kırmayan Fenerbahçe, olası tehlikeleri üç şekilde savuşturdu; birincisi topu kaybettiğinde baskı yaparak, ikincisi top rakipteyken 4-1-4-1 dizilerek ve uzun toplarla oynayıp
“Hakem yazmayız” dediysek; kastımız beyaz çizgiler içindeki “hakem kararlarıydı” elbet… Çünkü “art niyet, eyyam, sinsi plan” gibi ahlaki zaaflarla hakemliğin “şöhret ve sosyal getirisini” teraziye koyduğumuzda, kimsenin aklını peynir ekmekle yiyip itibardan tasarrufa gitmeyeceğini düşünür, geçip giderdik.
İstisnalar, haber değeri taşıyan durumlardı.
Hakemlerimiz Avrupa’da önemli maçlara layık görüldüğünde, aralarından biri Dünya’nın en iyi ikinci hakemi düzeyi yakaladığında veya bugünkü gibi bayram değil seyran değilken aniden yarısı bir poşete koyulup çöpe atıldığında, yazarız, yazacağız…
Dünya Futbol Tarihi’nde görülmemiş bir olayı yazmak zorundayız çünkü.
Ayrıca… Sahada adalet beklediklerimizden “çalışma adaletini” mi esirgeyeceğiz, “lekesiz” iş akdi fesih hakkını mı?..
Sahi, ne oldu da son düzlüğe 13 elit hakemsiz girmesine karar verildi Süper Lig’in? Dün erken miydi, yarın geç mi
Seksen dakika on kişi oynayan Fenerbahçe ligin uzak ara en iyi futbolunu oynayan Trabzonspor’a kaybetmediyse ilk sebebi sezon boyu hasret kalınan bireysel özveri, ikincisi ise futbolcuları adeta arkadan iterek eksik 11’i tamamlayan tribündeki 12. Adamdır.
Yara sarma maçına bile yaralanarak başladı Fenerbahçe…
Koskoca Fenerbahçe’yi koca sezonda “saldım çayıra” bırakırsanız, hedefsiz dolanıp isteksiz oynamasına bile karışmazsanız, kendiniz düzeleceğine inanmaz kimseyi de inandıramazsanız, belki Mevla kayırır ama VAR kayırmaz… 17. dakika biterken pozisyona faul bile vermeyen hakemi çağırır ekran başına, kırmızıyı verdirir İrfan Can’a.
Bol keseden VAR cezasının sebebi belli:
Ne olacak yani?.. Şampiyon mu olacaktı Fenerbahçe?
Oysa topunun peşinde koşan İrfan Can’ı durdurmak için, son adımı altına bacağını yatıran bir Siopis vardı pozisyonda. Ve bastığını anladığı anda ayağını çekmeye çalışan bir İrfan Can. Tamam, İrfan’ın ayağı Siopis’in baldırı üzerinde kaldı saliseler boyu. Ortada bir “kaza” var ve zarar gören
Mesut Özil ve onun saygın kariyeri kusura bakmasın ama birinin beli diğerinin kibri falan tutar da Trabzonspor maçında sahaya çıkamazlarsa veya çimene bastıkları halde “tarihi bir sörf yapacaklarına” geçmiş yılları yine mumla aratırlarsa… Başkanından tribündeki ergenine kadar Fenerbahçe’nin tüm unsurlarına hitaben samimi bir “özür mektubu” bırakıp ilk uçağa binerek, eskiden mutlu oldukları coğrafyaya kapağı atmalıdırlar.
Hem onlar huzur bulur hem Fenerbahçe.
“Dostluk baki” ama “bu kadarı fazla” noktasıdır çünkü Pazar akşamı. Sabır tükenmiştir. Mafyoz jargonla “kişisel bir mesele değildir bu, iştir”!
Zaten, Mesut ve kariyeri Kadıköy’deki olası hayal kırıklığı ile eksilmez, yıpranmaz, unutulmaz… Lakin Fenerbahçe şu andaki Mesut’a daha fazla dayanamaz.
İsterse o mesajı ben kaleme alabilirim sevabıma.
Çünkü “Mesut Özil yüzünden” taraftarda boş ümitler yaratanlardan, Başkan Ali Koç’u önce kutlayıp sonra eleştirenlerden biri
Asla gerçeği gibi olmasa da.. Asla tokluk duygusu yaratmasa da… Hafifçe silkinmesi, sahaya biraz akıl koyması, futbolcuların biraz özverisi bile yetiyor sahadaki takımın “Fenerbahçe hissi” vermesi, bıkkın milyonların tek gözünü aralaması için.
İyi oynamadan, her şeyden biraz yapıp hiçbirini tam yapmadan kotarılan ve Kasımpaşa ile noktalanan üç maçlık seriye bile razı Fenerbahçeli.
Başka ne yapabilir ki?
İlk düdükle birlikte her iki kalede pozisyonlarla başlayan keyifli ve tempolu maçın ilk devresini tam ortadan ikiye ayırdı takımların performansı… Yarısı Fenerbahçe’nin, diğer yarısı Kasımpaşa’nındı.
Daha doğrusu Kasımpaşa ile kaleci Altay arasında oynandı ilk devrenin son 20 dakikası. Geri kalan süreyi ve maçı Fenerbahçe galip bitirse de daha sonra hiçbir süreçte baskın taraf olamadı zaten.
Dikine oynayan, pes etmeyen, çok iyi çıkan, sert ve hızlı ev sahibi Kasımpaşa’nın tek zaafı savunmasıydı ve bunu altıncı dakikada değerlendirdi Fenerbahçe. Rossi’nin asistine Zaj’ın
Fenerbahçe takımı o kadar umarsız durumda ki, -günahı boyunlarına- teknik ve idari karar vericiler Arda’yı cambaza çevirip kulübün/takımın üzerine dikilmiş kızgın gözlerin yönünü değiştirmeye çalışıyor sanki. Futbol cambazı ya; “bakın Arda’ya”!..
On yedi yaşına Prag’da rakip ceza alanını allak bullak edip golün mumunu üfleyerek giren, henüz on altısını bitirmeden Fenerbahçe gibi dev bir camiaya sezonun tek tesellisini veren Arda Güler’i seneye; Cumhuriyet’in yüzüncü yılında hayal etmek bile heyecanlandırıyor insanı.
Hele daha sonra…
Fenerbahçe’yi zengin et, Milli Takım’da on numarayı mülk edin, Avrupa’nın en büyüklerinden takım beğen Arda!
Zaman içinde o ve sol ayak bileği, çok güzel hayaller kurdurup çok hayalleri güzel eyleyecek besbelli.
Lakin “Fenerbahçe aracına” çok kötü bir durakta bindi çocuk.
Yetenek tamam da… Halef-selef başkanların 4x4 hayal kırıklığında yoldan çıkıp batağa sürüklenen ve
Rezalet mi, felaket mi, adını siz koyun ama hadise ortada; kaza değil bir kere. Çek rakip İstanbul’da ikaz etmişti, anlamadık… Kartviziti heybetli kof takımla boş hayaller kurarak gittik. Eloğlu, acı gerçeği Fenerbahçe’nin yüzüne haykırdı Prag’da…
“Zayıfsın, acizsin, işin yok Avrupa’da”!..
İyi de… Burada da yapacak işi kalmadı kadim kulübün. Tribün nüfusu beş bine inmiş… Ne Lig ne Kupa kalmış. İstediği kadar müze dolusu “şampiyonluk diplomasına” istediği kadar anlı şanlı “Avrupa referanslarına” sahip olsun; her kapı kapanmış suratına.
Gün itibarıyla, resmen “Boşta gezer” durumunda Fenerbahçe.
En son ne zaman bu kadar hedefsiz, bezgin, çaresizdi acaba?
Ve sahipsizdi.
Uzun zamandır siz başkanını, yöneticisini gördünüz mü Fenerbahçe’nin başına gelen felaket veya rezaletten sonra çıkıp durumu kontrol altına alan? El koyan. Üstlenen. Gereğini yapan. Olmadı; sebep olanı bulup kulağından tutup atan?
Keçiboynuzu gibiydi maçın yarısı… İki damla bal varsa biri Çağtay, diğeri Arda’ydı. Onlar da “Fenerbahçe konjonktüründen / genç kontenjanından / olanca hoşgörü ve iyi niyetle” bakınca.
Zaten başka da bakıp görülecek şey yoktu ki sahada.
Kim bilir; belki de “generalleri” sakat, “kurmayları” kulübede Fenerbahçe takımı, sahaya sürdüğü iki genç dikkat çeksin diye ölü taklidi yapmıştır ilk yarı.
Şaka bir yana “üç hedefinden” ikisini çoktan kaybetmiş İsmail Kartal, Perşembe günkü Konferans Ligi rövanşından geçmeyi öylesine istemiş ki, Hatayspor maçının ilk yarısını bu uğurda feda etmeyi göze almış olmalı.
Ligde ilk dörde girip seneye Avrupa fırsatı yakalamak da önemliyken tuhaf mı?..
Zaten tuhafın dibinde yaşıyor uzun zamandır Fenerbahçe. Eğrisi doğrusuna denk gelip şans yüzüne güldüğünde bile gözyaşlarıyla birlikte geliyor! Trafik kazası geçiren adama çarpan aracın ambulans çıkması gibi.
Mesela