Nihayet, bir derbi arifesinde mezarlıktan geçerken ıslık çalar gibi “derbilerin sonucu önceden kestirilemez” avuntusuna sığınarak korkusunu örtbas etmek, futbol iddiasında “en küçük olasılığa” pey sürmek, olmayacak duaya amin demek zorunda kalmıyor Fenerbahçe.
Nihayet, yakın geçmişte oynadığı futbolu Kadıköy’deki derbide tekrarlarsa favori olduğunu biliyor ve yazılı olmasa da deneyimlerle sabit “derbilerin sonucu önceden kestirilemez” kuralını, olasılıkların mistik boyutuna gönderme yapan lügat anlamıyla algılıyor.
Elbette Fenerbahçe, bugün berabere de kalabilir kaybedebilir de derbiyi. Son tahlilde Galatasaray da genlerinde zafer proteini taşıyan bir futbol çınarıdır. Kendini Barcelona sanırsan o da 1-9-1 ile durdurur, önde patlar ve kazanabilir.
Ama derbi kantarının topuzu bu kez kendi elinde Fenerbahçe’nin. Şapkada tavşan aramayacak bir teknik akıl ve derbinin önemini kavramış futbolcularla, denenmiş/başarılmış olanı koruyup uyguladığında, hedeften kaymış sezonu tekrar rayına koyarak bitirebilir.
Çünkü
Bugüne kadar nice federasyon başkanına görevi bırakması için baskı yapıldı, niceleri düşürüldü, istifa etti, çekildi… Ancak, futboldaki iktidar savaşları hiç bu kadar kişiselleşmemişti…
Vazgeçilmezi “ekip ruhu ve ahenk” olan elemanlarla oynanan, hayatın her alanında kendini ispatlamış bireylerin girmek için yarıştığı kurullar ile yönetilen, hakeminden hukukuna “kurallar manzumesi bir kurumsallık hedefiyle” uzmanlara, profesyonellere emanet edilen dev futbol endüstrimizin (!) en tepesindeki insan, hiç de beklenmedik anda ceketini alıp gitmesini nasıl açıkladı? “Göksel Gümüşdağ ile uğraşmaktan bıktım”!..
Restoranda masadan kalkıp gider gibi. Buram buram kişisellik kokuyor mesele… Veya o düzeye çekilmek istenen “çok daha derin” bir hadise. Yani, Milli Takım’ın buruşması, hakem operasyonunun ele yüze bulaşması, damping yapılıp çeyreğine razı olunan - o bile başarılamayan - yayın ihalesi falan vız gelip tırıs gitmiş…Orta karar bir kulüp başkanının
Milliyet Spor Servisi’nin “kurucu babası” Namık Sevik benim dayımdı ama Nezih Abi’nin öz babası gibiydi.
Hani “başınıza bir şey gelirse aranacak yakınınızı yazın” deseler, muhtemelen ikisi de birbirinin adını yazardı. Dayım oğlu gibi sever, Nezih abi evlat yüreğiyle sarılırdı işine ve manevi babasına.
Uzun yıllar aynı servisin havasını soludum Nezih abi ile; işe gelişini gidişini hemen hiç görmedim. O hep oradaydı.
Spor yazarlığının emekleme çağından ayağa kalkıp, pençeli pabuçla koyulduğu yolu özel otomobille tamamladığı ama sürekli itibarı arttığı geçen yüzyıldaki o muhteşem güzergahta, bir numaralı spor sayfasındaki “işkolik” bir yöneticinin sert, asık suratlı, emirler yağdıran biri olduğunu sanırsınız değil mi?..
Yanılırsınız… İş yaşamı boyunca yüreğindeki afacan çocuk, apaş delikanlı, esprili, centilmen, iyiliksever gençle paylaştı masasını. Her an gülmeye de açıktı, işe derinlemesine dalmaya da. Durmadan çalıştı, büyüdü, tevazu içinde devleşti Nezih abi.
Bugün hala mirası bitirilemeyen
Tamam… Fenerbahçe’nin “Kayseri patlaması” bugün küllerinden doğmuş, sahada saklanmak yerine amansız bir forma yarışına girmek cesareti bulmuş dünkü bezgin/ bıkkın futbolcuların performansına “sihirli” değil, sadece “samimi bir el” değmesi sonucudur ama… Yeri göğü inleten bu infilakı mutlaka bir kategoriye sokmak gerekirse, etiketi “teknik direktör maçı” olur ve İsmail Kartal, kurt hoca Hikmet Karaman’ı yenmiştir aslında.
Haftalardır futbolcularına tek tek dokunan, ödül ve ceza dağıtımında adaletten şaşmayan İsmail Kartal, bu kez doğrudan oyuna dokundu ve kusursuz çalışması gereken orta sahaya dayalı hücum ve savunma planını, aynen hayalindeki gibi sahaya taşıdı.
Hem de Başkan Ali Koç’a rağmen!
Neden?.. Çünkü, İsmail Kartal ve talebeleri tüm bunları yaparken Fenerbahçe başkanı aradığı ünlü/pahalı yabancı hoca sayısını ikiye çıkarmış, adeta “siz ne yaparsanız yapın ben bu masayı yıkıp yeniden kuracağım” mesajı vermekteydi.
Takımda herkes omuz omuza kendi yarattıkları ve en
“Neden”siz, “nasıl”sız, bugünü yaratan koşullardan, hatalardan bağımsız; Galatasaray’a da bravo, Burak Elmas’a da...
Zihinsel ve biyolojik bir yenilenme umuduyla kucaklayıp, kısa sürede hayal kırıklığına uğradığı Başkan’ını, sandık başında sabahlayarak “erken emekli” eden Galatasaray’ın Genel Kurulu’na, demokrasinin erdemini bir kez daha hatırlattığı ve denetlemenin en az seçmek kadar önemli olduğunu hatırlattığı için tebrikler…
Yolun sonuna geldiğini bildiği halde “seçime gidiyorum” gibi kaytarmalarla koltuğunu korumak ve yeniden gelecek sandığa altyapı zamanı aramak tenezzülünde bulunmayan, ibra edilmediğinde “tüzük çalışır” diyerek ceketini alıp gidebilen, bu davranışıyla Galatasaray’ı muhtemelen aylarca sürecek çalkantılardan sakınan sayın Burak Elmas’a vakur duruşu için bravo…
Kim ne derse desin; Galatasaray’ın “hata düzeltmesi”, Burak Elmas’ın “gidişi” muhteşemdi.
Krizler doğaldır.
Çözmesini bilenlere fayda bile sağlar
“Otokritik” tamam da… “Otoiftira” fazla ama!.. Açık söyleyeyim, hiç de kendimize yakıştırdığımız gibi, “pusuda bekleyen, ön yargılı, gaddar kelle avcıları” değiliz teknik direktör konusunda… Ne biz ne siz!..“Otokritik” tamam da… “Otoiftira” fazla ama!.. Açık söyleyeyim, hiç de kendimize yakıştırdığımız gibi, “pusuda bekleyen, ön yargılı, gaddar kelle avcıları” değiliz teknik direktör konusunda… Ne biz ne siz!..Hele yabancılara!.. Bakmayın siz “yabancı teknik adamlar taraftarı yok diye topun namlusunda yaşar” safsatalarına. Yahu burası turistin beş yaşındaki çocuğunu “şakır şakır yabancı dil biliyor diye” üstün zeka sanan, Antalya’da tatil yapan yabancı tır şoförüne filozof muamelesi yapan temiz kalplerin ülkesi.Tam tersi… Biz biliriz ki, Milli Takım hocasının bizden biri olması -teknik/taktik/öğreti bağlamında “ekstra” faydalar sağlamasa da- zaman zaman hocanın kişisel bekasını geri plana iten genle gelen ülke sorumluluğu, halden anlama
Beşiktaş kulübü başkanı sayın Ahmet Nur Çebi’ye oldum olası destek atmıştır yüreğim!.. Akçalı işlere yaklaşımını, candan gönülden konuşma tarzını, itirazlarını ses yükseltmek yerine konunun altını çizerek yapmasını, tevazuunu, futbolcusundan teknik direktörüne bordrolu elemanlarına yaklaşımını -ki, bunlara Beşiktaş Duruşu diyorlar galiba- severim.
Hatta Fenerbahçe ile eş zamanlı hoca değişimi ardından teknik direktörüne sahip çıkışını Fenerbahçe Başkanı sayın Ali Koç’a örnek gösterip tavsiye etmiştim… Çebi “sonuna kadar Önder Karaveli” diyor, Koç ne olur ne olmaz diye “Löw’ün altını sıcak tutarak” otoritesini incelttiği İsmail Kartal’dan yılların enkazını temizlemesini bekliyordu.
Şartlar, Beşiktaş’ta acil değişim getirdi… Biliyorsunuz; artık şartlar cep telefonu klavyesi ile sanal alemde yazılıyor ve kulüpler için niteliği değil niceliği önemli.
Ama o da ne?..
Çebi’nin seçimi yeni teknik direktör de “düşük profilli”
Buz gibi soğukta kapalı gişe oynayan ve trans halindeki seyircisi tarafından “Kadıköy kriterleri” hatırlatılan Fenerbahçe, güçlü/keskin rakibi Konyaspor’u -iyi bir futbolla- mağlup edip en azından “ikincilik” adaylığını ilan etti.Aslında çok sıkıntılar çektirdiği çok büyük bir kitleden özür dilemekti Fenerbahçe’nin yaptığı.Ve daha önemlisi Fenerbahçe normallerine dönmekti!.. Kadıköy’de favori, ligde zirve arayan, her maç belli bir süre de olsa üst düzey oynayan, yıldızlı, yaldızlı Fenerbahçe normalleri yani. Herkes özlemişti.
Maç başladığında Fenerbahçe’nin oyunu hemen ortaya çıktı… Osayi ve İrfan’dan oluşan sağ kanada önde Mesut da katılacak, Zajc ile Rossi rakip ceza alanına girerek yapılacak ortalarda ve atılacak ara toplarda Serdar Dursun’u takviye edecekti. Crespo yine orta sahayı toparlayacak kesici adamdı. İlk on dakika düşündüğünü yaptı Fenerbahçe. Sadece tempo ve Mesut’un formu eksikti o kadar. Ancak karşısında