Taktik, teknik, zeka falan bir yere kadar... Yürek işidir bu! Yöneticisinden hocasına, futbolcusundan taraftarına kadar aynı frekansta atan yürekler üst üste katlanacak, “tek yürek” olacak.
Oldu mu?.. Artık gerisine karışmayın.
Bakınız; Beşiktaş!..
Herkes ayrı ayrı görevini bilir ve yapar o zaman.
Yönetim güler yüzüyle sırt okşar, ufku işaret, vizyon çizer.
Teknik direktör, gerektiğinde “yıldızsız” kurgudan çıkarır sonucu.
Futbolcu mücadeleyi asla bırakmaz.
Çıkıp, “Belediyelerin profesyonel futbol takımı olur mu” diye sorsam, o futbol takımlarından ekmek yiyen insanlar ve aileleri dışında bir kişi bile bulamam “evet” diyecek!..
Zaten, ülkeyi yönetenler de farkında ve belediye başkanlarının aynı zamanda belediye futbol takımına başkan olmasını yasakladılar.
Yasakladılar ki, futbol sayesinde kestirmeden şan şöhret peşinde koşamayacağı için mesaisini ve halkın parasını futbola akıtmaktan vazgeçsin belediye başkanı.
Vazgeçen kim?..
Demek ki, işin içinde şan şöhretten başka işler de var; günahları boyunlarına.
***
Evet... Yazarından, çizerine, futbol adamından, taraftar niyetine maça gidenlere kadar herkes, belediyelerin futbol takımı “saçma” diyor.
Aziz Yıldırım’ın Ahmet Hakan’la CNN’de yaptığı merakla beklenen söyleşide söylenmemiş, duyulmamış, yazılmamış bir tek “yeni” cümle yoktu aslında!
Yıldırım, “Tribünlerin siyasi söylemi engellenmemeli” fikrini bile Sivas maçı ardından dile getirmişti.
Yine de Ahmet Hakan zaman zaman hayretler içinde kalıyor “böyle bir şey nasıl olur” demekten kendini alamıyordu.
“Silah ve cebir yokken nasıl Özel Yetkili Mahkeme bakar bu davaya”?
Bakar... Bakar!
“İnanamıyorum... Savcı tanığa şantaj yapar mı sanığı suçlasın diye”?..
Memleket nerede, Ahmet Hakan nerede!
Aziz Yıldırım’ın “idam sehpasına giderken bile son sözü Fenerbahçe olur” mu, olmaz mı bilemem -Allah yazdıysa bozsun, öğrenmek de istemem- ama çoluğunu çocuğunu, evini barkını, işini gücünü bırakıp demir parmaklıklar ardına giderken “betona çakılmış çivi” gibi sağlam ve eğilip bükülmeden durduğu kesin.
Kaç kişi tanıyorsunuz siz, dün söylediğini bugün inkar etmeyen, doruklardan esen rüzgarla eğilmeyen, ödüle ulaşmak/cezadan kaçmak için yön veya yöntem değiştirmeyen, koltuğunu korumaya uğraşıp kişiliğinden ödün vermeyen?
Kaç kişi?
Sevseniz de, nefret etseniz de Aziz Yıldırım nadir “hint kumaşlarından” biri.
***
Daha da önemlisi; Aziz Bey’in
Sivas’ta yaptığı ayaküstü açıklama...
Ceza sahasında topa el dokundurana penaltı verebilmen için adamın Donk gibi topu kucaklayıp kafana mı atması lazım, yoksa Hamlet’in diyaloga girdiği kuru kafa gibi bir süre elinde okkalaması mı gerekiyor sevgili Yunus Yıldırım?
10. dakikada Kadir penaltı yapmış işte.
Sen görmediysen beşinci hakemin gözleri önünde.
Versene...
Yok. “Penaltı pintisi prensibini” bozmuyor hazret. Başrole çıkıyor. Sanki dedikodusu/kavgası yetmezmiş gibi lige bir şaibe daha sokuyor, mide bulandırıyor, Federasyonu, MHK’yi zora sokuyor.
Şampiyonluk yolundaki Fenerbahçe’nin ise kimyasını bozuyor.
Kolay mı Sivas’ta Sivasspor gibi agresif, sert ve çift kanatlı bir takımla on kişi mücadele etmek.
Bir ay sonra bu günlerde memlekette “alarm zilleri” cayır cayır çalacak haberiniz olsun!..
Hayır, canlı bomba ihbarı falan almadım.
“Dalga” dümenden de haber gelmedi.
Biz istihbaratla eşgüdümlü çalışan gazetecilerden değiliz ki.
Ama adım gibi biliyorum.
Kanlı mı olur kansız mı, orası meçhul!
***
Birincisi, Bursaspor maçındaki gibi “saha eninde” hücum ile “saha boyunda” coşkuyu hangi maçta tekrarlarsa Galatasaray, o maçı leblebi çekirdek gibi kazanır.
Yani, Galatasaray’ın tüm üç puanları alma potansiyeli var teorik olarak.
Demek ki, “yakalanmak” için Fenerbahçe’nin mağlubiyeti/yenilgisi gerekiyor.
***
Nasıl mümkün olacak?..
Bir tek şekilde:
Ersun Yanal’ın kimyası bozulursa ki, onda bu potansiyel fazlasıyla mevcuttu eskiden... Paniğe kapılırsa. Saçmalarsa. Futbolcular üzerindeki kontrolünü kaybederse.
Fenerbahçe’nin zorlu “mini deplasman serisi” kâbus gibi başladı. Açık söylemek lazım; haftaya “Facia”ya dönebilir.
Çünkü Eskişehir’de kaybedilen “sadece” puanlar değil...
Üç puana mı yanarsın, hastaneye taşınan forvete mi, ıskacı defansa mı, besleyip zor günler için sakladığın işe yaramayan yedeklere mi ve en önemlisi takipçilerine moral verdiğine mi?
Açık ara önde giden takım için her mağlubiyet iki misli endişe getirir, iki misli moral çökertir unutmayın.
Maçı baştan beri zorlaştıran, iki cambazın aynı ipte oynamasıydı... Pas istatistiğinde ligin en üstteki iki takımı, aynı şekilde tempo yapıyor, ayağa oynuyor, sağlam paslarına güveniyordu.
İkisi de maçın süresini son dakikalara kadar kullanıyordu ki, Eskişehirspor galibiyeti böyle geldi. İlginçtir... Ertuğrul Sağlam sanki “benzer takımlar arasındaki” eşitlik bozulmasın diye Emenike’si olmayan Fenerbahçe’ye karşı Eskişehirspor’un önemli silahı Diego’yu kadroya almamıştı.
“Çünkü” Kupa ve Lig yorgunu Eskişehir’in Diego’su yedi günde üç maç oynamıştı!