“Fırsatı ganimet bilmek” işte bu olsa gerek... Baktı ki, mümkünatı var; düne kadar Galatasaray’ın şampiyonluk kaçsa bile avunacağı lig ikinciliğini, daha maçın ikinci dakikasında cebine yerleştirdi Beşiktaş.
Ne olur ne olmaz!.. Şans kapıyı birkaç defa çalmaz.
Kolay mı; “göçebe inşaat sezonunda” kıt kanaat imkanlarla (üç büyüklere göre) ön elemesiz bir Şampiyonlar Ligi bileti almak...
Daha kronometre 8. dakikayı gösterirken golleri de ikiledi. Bir saat sonra üç...
Geri almak için Galatasaray uğraşsın şimdi.
***
Peki neydi bu sıra dışı “süratin” sebebi?.. Sadece fırsatın körüklediği motivasyon ateşi mi?.. Mustafa Pektemek’e ilk 11’de başladığında eklenen “kahraman” nitelikleri mi? Necip’in çalışkanlığı, Veli’nin top kazanma, Olcay’ın koşma iştahı mı?
“Ne yani, Londra’da Chelsea’ye mağlup olmak futbol normallerinden biri değil midir ki, medya Mancini’nin kellesini istiyor” gibi bir fikir, futbola aşina her vatandaşımızın zihnini kurcalayabilir.
Veya...
“Chelsea’ye elenebilmek için bile Şampiyonlar Ligi’nde Chelsea ile eşleşmek gerekir”!..
Açık söyleyeyim; bunun adı “demagojidir”.
Payandaları ise “kabullenme” ve “olanla yetinme”...
***
Bu duygular sosyolojik açıdan işe yarayabilir, inanç dünyasında meziyet olarak görülebilir ama adına futbol denilen büyük rekabette tek kelime ile felakettir.
Chelsea maçı “Dünya’nın en uzun süren karşılaşması” olmalı! En az üç gün önce başladı “oynanmaya”...
Daha doğrusu “onlar oynadı” biz seyrettik.
En az üç gün, artı doksan dakika.
Lafa “Galatasaray’dan tırsıyoruz” diye girselerdi, yemezdik.
Mecburen bireysel pansumanlarla başladı peşrev:
“Sneijder yeryüzündeki en iyi üç 10 numaradan biri”!
Londra’daki performansına bakınca sormak lazım:
“İade-i itibar” aynen “istifa” benzeri bir tasarruf olup “biz hata yaptık” anlamına gelir ve itibarı iade edilene “memnuniyet” dışında pek söz düşmez ama Galatasaray’ın sabık başkanı Adnan Polat, yerden göğe kadar haklıdır “istemez, eksik olsun” demekte.
Neden mi?
Adnan Polat, itibarının “teknik” ve “siyaseten” zedelendiğini biliyor çünkü.
Alınamadı, zedelendi.
Tamamen “konjonktür”gereği.
Belki başka unsurlar da var ama “bölme-çarpma” işlemlerini işin üstatlarına; seçim sathı mailindeki siyasetçilerimize bırakalım!
***
Tebrikler... Trabzon’daki futbol rezaletinin “azmettiricisini” şak diye tespit etti necip medyamız, kıymetli futbol adamlarımız!..
Kimmiş?..
Başkan İbrahim Hacıosmanoğlu.
Hali, tavrı, söylemi ve zaten deklare ettiği misyonu ile senelerdir kendini mağdur hisseden Trabzonsporluları iyice germiş, olay rekabeti aşmış, kitlesel nefret haline gelmiş.
Trabzonspor-Fenerbahçe maçı patlama noktası.
Kurtulmak lazımmış ondan!
Dört dörtlük analiz yani.
Biz küfrü lügat manasından çıkarmışız vesselam!.. Sadece kızgınlığın kestirmeden ifade biçimi değil bizde.
Takdirimizde, teşvikimizde, hayretimizde, hatta cümle arasındaki “es”lerde veya nida yerine bol keseden kullanırız.
“Aaa”kısa geliyor; “a.... k....” daha oturaklı sanki!
Üstelik cinsiyet ayrımını da aşmışız!
İnanmayanlar bir kafede çay yudumlarken kızlı erkekli gruplara kulak kabartsınlar.
Spor gazetesinin adı olmuş en çok kullanılan küfürlerden bir tanesi; daha ne olsun.
***
Lider olmak keyifli mi?.. Gidin bir de Fenerbahçe’ye sorun şimdi!.. Akhisar Belediye gibi “deplasman mucizesi” takımı hallaç pamuğu gibi atmış, sadece 2-0 ile ikinci devre arasında oynamasına izin vermiş ve maç fazlasıyla farkı “3”e
indirmiş bir takipçi var artık arkasında.
Ve zamanı gelince aynı zeminde aynı takımla bir
maçı var...
Düşüncesi bile mide
ağrısı yapar.
Aslında Galatasaray’ın Akhisar zaferi kaçınılmazdı.
Okumuşsunuzdur Nevzat Dindar arkadaşımın güzel haberini...
Galatasaray yetenekli gençlerimizi keşfedip eğitmek için Almanya’yı “ana üs” seçmiş. Alman 4. liginden iki, 2. liginden 1 kulüple anlaşmış. Üçüncü kuşak gençlerimizden “Futbolcu vadisi” yaratacakmış.
Ondan sonra seç seç al.
Üstelik “imalat fiyatına”!..
Hiç de fena fikir değil.
Açıkçası, liberal ekonomi çerçevesinde “asrın projesi” bile sayılabilir.
***