Viyadük nişancısına açık çağrıda bulunuyorum!..
Fanatik misin, psikopat mısın, bir örgüt adına mı yaptın bilemiyorum ama tek fişekle bu memleketin üçte birini kalbinden vurup geri kalanın kalbini hoplatarak ve tüm ülkenin yüreğini karartarak Kennedy’nin katili Lee Harvey Oswald’ı bile geride bıraktın.
Can almadan böyle nokta atışı yapmak herkesin becereceği iş değil.
Hedefine ulaştın...
Dünyanın en ahlaksız işi de olsa, hakkını verelim başardın!
Seni Fenerbahçe husumeti tetiklediyse, bingo!..
“Kesin netice” şimdilik Kuyt ile Diego ama tüm Fenerbahçeli yabancı futbolcuları “dönüş yoluna” sokan, bu ülkedeki diğer yabancılara “güvenlik ve gelecek” sorgulatan eyleminle, sarı-Lacivertli camiayı 3 Temmuz benzeri bir kaosun içine tıktın.
Ne olacaktı yani?.. Kocası faul aldığında bile tribünden isyan eden, gözyaşları döken Bayan Kuyt, “taş devrini” alnının akıyla geride bırakıp “ateşli silahlar çağına” terfi eden futbol terörünü tevekkülle karşılayarak ateşin ortasında mı bırakacaktı eşini?
“Ne yapalım ekmek parası” mı diyecekti Soma’daki maden şehidinin eşi gibi?
Yahu, geçen sezonun 23. haftasında Fenerbahçe-Gençlerbirliği mücadelesinin 77. dakikasında Gosso, Kuyt’ın hayalarına basınca Gertrude da Gençlerbirliği soyunma odasını basmaya kalkmıştı.
“Dört çocuğum var, benim hayatımı mı mahvetmeye çalışıyorsun” diye diklenmişti Gosso’ya.
O kadar sever kocasını.
Ne yapsın?
Çekti aldı kocasını bu hayattan Gertrude!..
Sürmene ile Araklı arasındaki viyadükte Fenerbahçe’ye kurşunlu, gazetecilere küfürlü saldırı üzerinden altı gün geçti; ne cinayete ne de hakarete teşebbüsün “sanıkları” ortaya çıktı...
Biri aranıyor, diğeri görmezden geliniyor!
Evet... Viyadükteki menfur saldırı ardından sazı ele alan Emre ve Volkan, o sırada görev yapan basın mensuplarına “haysiyetsiz, şerefsiz, Allah belanızı versin” diye dalmıştı ama ortada çok ciddi bir travma vardı ve yaşadıkları şokla ağızlarından kaçmış olmalıydı dedik; bekledik...
“Yav, kusura bakmayın” falan gibi bir cümle umduk.
Çünkü mantık ve etik, olayla zerre kadar alakası olmayan basın emekçilerinin silahlı cinayet teşebbüsüne sevineceği, saldırının hesabını vereceği gibi saçmalıkları kabul edemezdi... Emre, Volkan gibi zeki ve çevik milli futbolcularımız mutlaka hatalarının farkına varırlardı.
Belli ki, ölçüp biçmişler “iyi yaptık” demişler. Ne bir düzeltme ne de özür...
Yapacak bir şey yok. Biz kınıyoruz da... Fenerbahçe ne yapacak bakalım!
Alışmışız takımı puan kaybeden yöneticinin hakemlerden girip medyadan çıkmasına, Başakşehir maçından sonra Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’ı dinlerken kulaklarına inanamadı Türkiye!..
Bir penaltısı verilmemiş, berabere kalmış ve şampiyonluk yarışında ciddi avantaj yitirmiş takımın başkanı, sanki adalet ve asalet heykeli.
Doğruyu söylemek adına “velinimet” taraftarı pışpışlamak, dikkatini başka yerlere odaklamak gibi yazılı olmayan yöneticisi anayasasının “değiştirilemez” diye bildiğimiz ilk maddesini bile görmezden geliyor.
Eleştiri yapıyor...
Ama kendi takımına, kendi futbolcularına.
“Aldıklarının karşılığını versinler”...
“Gol atmamız lazımdı” cümlesiyle suçu kendilerinde arıyor.
Sayın Bakanımız, Federasyonumuz ve Kulüpler Birliğimiz elbirliği ile ligi bir hafta erteleme kararı alarak en doğrusunu yaptılar.
Bir yandan silkinmek, durumu idrak etmek, düzeltmek için fırsat yaratırken bir yandan da sektörü ve müşterileri “ayağını denk atmaya” davet ettiler.
Sorumlusu bir örgütse “bizi yıldıramazsın” mesajı, şayet bir veya birkaç meczupsa onları yaratanlara “dikkatli olun” ikazı.
Suçu işleyen ve sebebi belli değilken başka ne olabilirdi ki?
Hem “azı karar, çoğu zarar” kuralına uygun oldu kepenk kapama, hem de “böyle gelmiş böyle gitmez”in altını çizdi.
Anlayana “ya düzelecek ya altın yumurtlayan kaz kesilecek” mesajıdır bu.
Şimdi asıl önemlisi topsuz ama gırtlağına kadar futbollu haftayı nasıl geçireceğimiz!
Olay vahim değil... Feci. Korkunç. Korkulan ötesi.
Fenerbahçe’yi geçin, memleket meselesi...
Resmen toplu cinayet girişimi.
Sonunda eşkıya Karadeniz’e indi, futbolu dekor, Fenerbahçe’yi hedef yaptı, taşı çakıyı bıraktı, kurşun sıktı.
Hem de Viyadükte. Hem de pusu kurup...
Fenerbahçe kafilesini taşıyan otobüsün şoförünü vurup, takımı toptan yok etme planı işlemediyse ne cevval emniyet güçleri sayesinde, ne koruma önlemleri yüzünden, ne de suikastçının acemiliğinden.
Sadece şans kurtardı.
Rahmetli Haldun Taner’in neden doğum gününü kutlamadığını merak eden dostlarına verdiği yanıt ibretliktir:
“Bana, kendimi çok önemsemek gibi gelir”!..
Şu köşeye ne zaman acımı, hüznümü, keyfimi, kızgınlığımı tuşlamaya kalksam aynı hisse kapılırım ve elim frenlenir.
Lakin bu kez tutmayacağım kendimi.
Çünkü söz konusu keder, hem benim hem mesleğin hem de ata sporumuz güreşindir.
Bana bile yakıştırılan bol keseden “duayen” sıfatı var ya; işte onu sonuna kadar hak eden Ali Gümüş ağabeyimizi kaybettik dün.
Bilenler bilir. Daha doğrusu hayatında bir kez olsun Kırkpınar çimeni koklamış, bir kere güreş minderi görmüş, bir defa güreş haberi/yorumu okumuş herkes onu bilir.
İşte “taraftarla” ayrıldığımız nokta burasıdır... Onlar birer adım farkla son virajı geçen takımlarının “kopup uzak ara” yapmasını ister, biz “aman başa baş mücadele son haftaya kadar sürsün de heyecan eksilmesin” diye üstüne titreriz şampiyonluk yarışının.
Hele bu sezon...
Eşine az rastlanan bir rekabet var Süper Lig’de.
Ve üç büyüklerin üçü de futbol terazisinde üç aşağı beş yukarı aynı çekiyor.
Yani, yarış ancak finişte bitecek gibi görünüyor.
Biri-ikisi geride kalacaksa, sanki defansif hata, ofansif beceriksizlik yüzünden olmayacak, puanları “jestler, mimikler, söylemler ve duruşlar” kırpıp ufalayacak!
Tehlike, şampiyon adaylarının yumuşak karınlarında.