Bir kulüp başkanı ile yönetiminin iş başındayken alkışlanması, görevi devrettiğinde hayırla yad edilmesi için gereken kriterler az/öz ve nettir aslında...
Sportif başarı olacak.
Mali durum dibe vurmayacak... Düzelmese bile daha betere gitmeyecek.
Başkan ile yönetim camiayı yüceltecek, yüzünü karartmayacak, gelenek ve etik değerlerden sapmayacak...
Hangisi eksiktir Galatasaray Başkanı sayın Duygun Yarsuvat’ta?..
Hele koşullar göz önüne alındığında, fazlası var eksiği yoktur.
Lokomotif branş futbolun matematiğinde Galatasaray şampiyonluğa en yakın takımdır.
Arkadaşlar, aranızda ömrü hayatında bir kere bile öfke voltajına kapılıp medeniyet kofrası patlamayan var mı?..
Tartışmada, trafikte, sosyal hayatta yumruğunu sıkmayan, hocasına, karısına, kocasına dişlerini gıcırdatmayan, Allah’ın magandasına, psikopatına saldırmaya cesaret edemese bile zihninde seri katil olmayan mesela...
Var mı?
Sanmam...
Öfke fıtratımızda.
***
Lakin Fenerbahçeli Emre’nin vahim farkları var sıradan kızgın insandan...
Fenerbahçe’nin “şampiyonluk yarışı dışında kalma” kâbusunu ortadan kaldırsa bile Beşiktaş galibiyetinin bir zafer olmadığını, bu maçın derbi falan sayılmayacağını, hatta maça bile benzemediğini yazdım yorumumda.
Neden?..
Çünkü “daha önemlisi” oldu 90 dakikada... Fenerbahçe’nin kronik sorunları maçın önüne geçti. Apaçık ortaya çıktı. Çözülemediği ve çözülemeyeceği anlaşıldı.
Tepeden aşağı doğru inelim:
Başkan’ın “idari, mali ve kişisel” tasarrufları teknik direktör tercihinden futbolcuların forma dağıtımına kadar ulaşmış, takımı doğrudan etkilemektedir.
Şüpheydi/gerçekti derken sonuçları ile yüzleştik Beşiktaş maçında. Emenike’yi vitrinde tutma ısrarı, vitrinle birlikte dükkanı mahvedecekti az daha!
İyidir/kötüdür demiyorum... Fakat “tek akıl” ile onun sahibi “tek adam”ın her şart altında “çoğulculuktan, fikir alışverişinden, yetki ve sorumluluk dağıtımından” daha kısır olduğu, bırakınız futbolu insanlık tarihinin gerçeğidir. Tek akıl ve tek adam ne kadar kusursuz olursa olsun gerçek değişmez.
Ne derbisi!.. Şükrü Saraçoğlu’ndaki doksan dakika sadece “interaktif bir Fenerbahçe gösterisi” idi o kadar.
Üstelik doğaçlama.
Öfke, kızgınlık, küfür, küskünlük, ıska, şaşkınlık, otuz iki kısım tekmili birden...
Malum aktörlerden... Tribünler bile işin içinde.
Beşiktaş ise “dekor” niyetine...
Bir şey anlamadı misafir takım. Onlar masum masum futbol oynamaya çalıştılar. Uzatmada gol yiyip yenilip gittiler.
Evet... Fenerbahçe şampiyonluk potasında kaldı ama merak ediyorum buna “zafer” diyecek kaç kişi vardı Fenerbahçe’de.
Büyük başın derdi büyük oluyor... Kimyası bozuk olan Fenerbahçe gibi bir ulu çınarsa, sorunlar sahaya sığmıyor.
Bir maçla bu kadar çok şey kaybetmek, bunca güzelliğe yazık etmek için herhalde “Türk gibi güçlü, çalışkan, akıllı olmak” ve “futbolu Türk gibi sevmek” gerek!..
Özet; “alaturka”!
Yanlış anlaşılmasın... Brugge’e elenip çeyrek final kapısından dönen Beşiktaş gelmiyor “yazık olanlar” listesinin en başında.
Bilic risk almış, futbolcular hata yapmış, orta saha düşmüş, takımın boyu uzamış, mağlup olmuşlar.
Olur a...
Futbol hatalar oyunu.
Bu sefer Beşiktaş kullanmış hata yapma hakkını!
Bir “tüketici” olarak çok sevdiğiniz gofreti üreten markanın imalatta kullandığı sütü kooperatif yerine direk üreticiden almaya kalkması veya mandıra kurmayı düşünmesi sizi ilgilendirir mi?..
Hayır değil mi?
Siz gofretin lezzetine ve fiyatına bakarsınız. Biri azalır, öteki artarsa bırakırsınız; o kadar.
“Yayın Haklarını Kulüplerin yönetme fikri” de aynı şey!
Normalde zerre kadar ilgilendirmez “taraftar” denilen nihai tüketiciyi.
Lakin kazın ayağı öyle değil. Birincisi, her ne kadar taraftara tüketici gömleği giydirilmeye çalışılsa da olayın arz-talep meselesini, kalite-teveccüh dengesini aşan boyutları var.
Kısaca arada aşk var.
Galatasaray puan kaybetmiş, haftaya Beşiktaş’ı yenip şampiyonluğa ortak olma şansı var. Gençlerbirliği maçına nasıl çıkar Fenerbahçe?
Fırtına gibi değil mi?
Evet ama bir bardak sudaki fırtına...
Ve o fırtınada kendisi boğuldu Fenerbahçe’nin.
Antrenman maçı ile jübile arası bir kıvamdaydı karşılaşmanın ilk devresi. Şampiyon adayı Fenerbahçe ağır çekim gibiydi.
O kadar ki, ikinci yarıda Gençlerbirliği’ne taktiğini değiştirtip defanstan ofansa döndürdü rakibini.
Üstüne üstlük bir galibiyet stratejisi bile yoktu şampiyon adayının. Çünkü sahip olduğu kanat üstünlüğü yavaşlıktan ve El Kabir tehlikesinden kullanılamıyor, yetenekli ayaklar rehavetten işe yaramıyordu.
Lambadan bacakları dumandan bir cin çıksa ve Avrupa’ya pençelerini geçirmiş Kartal için “dile benden ne dilersen” dese... Belçika’daki maçta Beşiktaş adına aynı oyunu, aynı skoru isterdim!..
Ne fazla ne eksik.
İlk yarı idare eden, ikinci yarı parlayıp sönen bir futbol, ölümlük dirimlik bilezik gibi özenle saklanan Demba Ba, Atiba ve Sosa’ya etkisiz Oğuzhan/Tolgay dublörleri, hata yapma hakkını en olmadık yerde en vahim şekilde kullanan Ersan, formsuz Cenk ve 2-1 mağlubiyet...
Çeyrek Beşiktaş, kötünün iyisi skor yani.