Cizre, Sur, Nusaybin arka bahçem benim!.. Kızıltepe, Karlıova, Siirt varoşları mahallem... Şırnak’ın Namaz dağlarında donmuşum, Hakkari’nin sümbül dağlarında doymuşum. Hayatımın geçtiği Kadıköy kadar iyi bilirim oraları.
Otuz yıl boyunca kimi zaman endişeli, kime zaman keyifli gittim geldim. Dinledim, yazdım, dostlarım da oldu düşmanlarım da.
Yaşam tehlikesinden, yaşam umudu vefanın en hasına kadar pek çok anı devşirdim oralarda. Severim insanlarını.
Şu anda tek dileğim, aralarına saklanan teröristlerden bir an önce kurtulmaları inanın. En az zararla, en çabuk şekilde.
Yakındır...
Merak etmeyin, her şey yeniden yapılır, huzur yeniden gelir çok kısa sürede. Çünkü o halkın ilk istediği kimlik, ikincisi ekmek ise üçüncü ve olmazsa olmazı huzurdur.
Sonra... Sıra spora gelecektir.
İşte bu erken yazı, o sporun nasıl olması gerektiğine ilişkin bir öneridir.
Belki unutulur, belki bir kulaktan girip ötekinden çıkar... Olsun; görevimi yapayım.
Açık söyleyeyim... Güneydoğu’da sıra spora geldiğinde yapılacak en büyük hata, yine futbol ağırlıklı bir model kurmaktır.
O bölgede futbol her zaman yük olmuştur. Ne spora faydası vardır ne de halka.
Futbol doğası gereği, insanları taraftarlık yoluyla dahil eder spora.
Taraf olmanın her türlüsü sıkılmış yoksul insanlar arasında normali aşan davranışlarla karşılık bulur. Denenmiş, belli olmuştur ki, kavgadan başka çağrışım yapmaz. Deplasmana giden emniyet müdürünün bile dayak yediği görülmüştür vakti zamanında.
Zaten fiziksel şartlara da uygun değildir. Hiç unutmam Bitlisspor-Kurtalan maçı vardı Bitlis’e bir gittiğimde; saha iki metre karla kaplıydı. Tabi oynanmadı.
Kısaca o bölgede salon sporları öne çıkarılmalıdır. Dışarda ise atletizmin her branşına yetenekli milyonlar vardır. Bunların toplanıp futbol seyircisi yapılması kadar sportif israfı kaldıracak durumda değildir Güneydoğu.
Güneydoğu’da gençlerin fiilen spor yapma ihtiyacı vardır; 22 kişiyi seyretmeye değil.
Ve her yörenin özelliğine göre son derece yetenekli gençler yıllardır heba olup gitmektedir.
Atletizm, yüzme, basketbol, voleybol, tenis...
Bir stat parasına yapılacak ve gece gündüz çalışacak onlarca küçük salon, kaç gencin umutlarını yeşertecek, onları topluma kazandıracaktır bilir misiniz?
Hele bu salonları okullarla entegre edebilirseniz...
Her ile bir spor gençlik merkezi mesela...
Ama bugün kadar olanlar gibi malzemesiz, eğitmensiz ve dostlar alışverişte görsün türünden değil, üç vardiya fabrika gibi çalışan mekanlar. Servisleri, gerekirse yemekleriyle.
Merak etmeyin, oranın insanı kanaatkârdır. Futbol sahalarının çimen bakımı kadar para yeter tümüne.
Siyasetçiler için de her şehre yeni bir stat sözü vermekten çok daha ucuza gelecektir, çok daha büyük kalabalıkları mutlu edecektir amaçsız futbol yerine bireysel gelişim ve eğitime açık spor modeli.
Burak bahane!..
Kitlesel sinir krizi yaşanması mümkün olmayacağına göre... Kalitesi, yeteneği ve dahi özverisi apaçık ortada olan Burak, maç devam ederken, üstelik takım galipken Galatasaray tribünleri tarafından en az yarı rakip takım santrforu muamelesi görüyorsa, yuhalanıyorsa, ıslıklanıyorsa, oyundan düşürülmeye çalışılıyorsa, üç nedeni olabilir:
Ya İstanbul’daki Sivaslılar organize olmuş, biletleri kapışmış, bulamayan tanıdığı Galatasaraylıdan kombinesini rica etmiş, tebdil-i kıyafet ile Galatasaray forması giymiş, tribüne gelmiş ve ev sahibi takımın kimyasını bozarak Sivasspor’a avantaj yaratmaya çalışmıştır!..
Ki, öyleyse az daha başarıyorlardı; Burak-tribün kapışması ardından Sivasspor’un beraberliği yakalamasına ramak kalmıştı.
İkinci olasılık... Galatasaray Yönetimi ile Galatasaraylılığı her türlü etik ve insani değerin üzerinde tutan bir kısım taraftarlar arasında “çirkin komplo ortaklığı” kurulmuş, Burak’ı bezdirip Çin’e/Katar/ falan yollamak ve kulübe para kazandırmak için durduk yerde maraza çıkarma yolu tercih edilmiştir.
Ki, böyle bir olasılığa Galatasaray yönetimi Kuran’a el basıp “vallahi yaptık” demeden inanmak imkansızdır.
Üçüncü ve en makul ihtimal ise Galatasaray tribünlerinin bozuk ruh halidir!
Bozuktur, çünkü çok sevdikleri, gurur duydukları Galatasaray, berbat ve vasat bir takım haline getirilmiştir. Hem de takımı ihya etmekle görevli yönetim marifetiyle!
Herkes biliyor nasıl olduğunu...
Daha büyük hocaya, daha küçük takım teslim ederek büyüyeceğini düşünmek için ancak Galatasaray yöneticisi olmak gerekir.
Galatasaray yönetiminin Hamza Hamzaoğlu-Mustafa Denizli değişikliğinden bu yana tüm çabaları ancak o günkü noktaya gelebilmek içindir.
Aynı sorunlar Hamzaoğlu döneminde de varsa, görünmüyordu hiç olmazsa... Galatasaray’ı yöneten akıl, olmayan imkanlarıyla sıçrama yapmak isteyerek imkansızlıkların apaçık ortaya serilmesine sebep olmuştur.
Tribünler de bilmektedir ki, Galatasaray’ın iki ezeli rakibine uzak ara olması ne bir futbolcunun beceriksizliğindendir, ne de teknik direktörün... Malzeme eksiktir.
Giderecek kaynak yoktur.
Yönetim “istifa” çığlıklarını tınmayınca, teknik direktör protestoyu hak etmeyince, hırsını çıkaracak yer arayan taraftar, Umut’u, Burak’ı, kimi denk getirirse bağırmaktadır.
Takım galip durumdayken denk gelen bu protesto Galatasaray seyircisinin ruh halini tam olarak yansıtmaktadır:
Umutsuz ve kızgın.
Galatasaray sırat köprüsündedir. Zirvedekilerle ara bir puan daha açıldığı hafta hesaplaşma günü gelecektir.
“Hayır, puan farkı artmaz azalır” diyecek ve söylediğinin gerekçelerini gösterecek bir tek Allah’ın kulu var mıdır?
Burak’a gelince... Ben onun yerinde olsam kapağı Çin’e falan atarım... İlerideki günler Galatasaray için iyi görünmüyor çünkü.
Şike hep olacak
Teniste de şike skandalı patladı...
Şaşıracak bir şey yok.
İnsan ve para yan yana geldiğinde, eli durduracak bir kelepçe, aç gözlülüğü frenleyecek bir balata icat edemedi daha insanlık.
Şike dediğiniz, doping gibi idrara bakıp anlaşılamadığı için biraz zor ama... Denetleyecek yollar var tabi.
Ne acı değil mi?.. İnsanlık mesaisinin büyük kısmı, haksız kazançları denetlemek, denetleyenleri denetlemekle harcanıyor ezelden beri.
Gittikçe de daha zorlaşıyor.
Çünkü, yağlarını eritmek için parkta koşan insanlar dışında, elinden tutup yüzmeye/basketbola götürdüğü çocuğun anası da dahil kan ter içinde gördüğünüz büyük çoğunluğun motivasyonu para... Kimse geçen yüzyılda kalmış asil spor hikayeleri anlatmasın bana.
Çağımızda spor; paraysa...
Hem de sporu yapandan, meraklısına kadar herkes yeşil yeşil bakıyorsa... Olay hiçbir sektörde olmadığı kadar dalavereye açık durumdadır açıkçası.
O zaman gıllıgışlı işlere hayret etmek, küsmek işe yaramaz.
Sporu seven şikesine de katlanamayacağına göre...
Sürdürülebilmesi için tek çare, eşeği sağlam kazığa bağlamak.
Kim bilir; belki de 21. yüzyılın ortasına doğru sporcular sadece idrar örneği vermekle kalmayacak, bir de yalan makinasına girecek müsabakalardan sonra.