Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Genç kadın, “eyvah” dedi içinden... “Yağmur çiseleyecek”. Elbette şeker değildi eriyecek!.. Ama yüreği sıkışmıştı.
Çünkü saçlarını daha dün akşam yaptırmış, gece dikkatle yatmıştı ki, arkadaşlarıyla buluşmasında şekli bozulmasın. Kocası bayılıyordu bu modele. Kuaföre epeyi de para vermişti. Mümkün mertebe korumak en azından yarın işe gittiğinde bakımlı olmak istiyordu.
Yirmi gün sonra evlilik yıl dönümlerinde aynı lüksü tekrarlamaya kesin olarak o anda karar verdi.
Genç kadın keyifli bir şeyler düşünmek istedi ve geçirdiği öğleden sonrasına odaklandı... Cafe’deki nostalji toplantısında çok eğlenmişlerdi üniversiteden arkadaşlarıyla. Artık evli olanlar bekarların sayısını aşmıştı. Aralarında ilk evlenen olarak dostlarının yolundan gelmesi hoşuna gidiyordu.
Biraz egoistçeydi ama formunu koruyanların başında geldiği için kendisiyle gurur duymuştu. Üç ay sonra yine toplanacaklardı. Beli biraz kalınlaşmıştı galiba... Belki de artık yürüyerek gitmeliydi eve.
Ama bugün değildi... Hem yağmur çiseleyebilirdi hem de her şeyi bir an önce eşine anlatmak, tekrar yaşamak, gülmek eğlenmek ufak çaplı dedikodulara girmek için içi içine sığmıyordu.
Pazar günü de olsa trafiğe kalmıştı... Kızılay’da otobüs durağındaydı daha.
“Keşke şemsiye alsaydım” dedi kendi kendine.
Beklediği otobüs hâlâ ortada yoktu. Arkasındaki iki gencin konuşmasına kulak kabarttı oyalanmak ve yağmur tehlikesini unutmak için.
“Kanka, yine berabere kalmış Galatasaray”!..
“Eee Gençlerbirliği taş gibi takım. Hem bunlar bıraktı ipin ucunu”.
Üzgün değil hınzır hınzır konuşuyorlardı. Gençlerin vurgularından Fenerbahçe’yi tuttukları sonucunu çıkardı. Merak etti. Acaba haklı mıydı? Yan gözle baktı, gözleri genç adamın boynundan sarkan sarı lacivert kaşkola denk geldi, kendisine “aferin” verdi. Ses tonundan anlamıştı hangi takımı tuttuklarını.
Kolay değildi; kocası da Fenerbahçe delisiydi.
“Fener şampiyon olursa benimki havalara uçar” dedi kendi kendine. Galiba gittikçe Fenerbahçeli oluyordu. Oysa babası, ağabeyi koyu Beşiktaşlıydı.
Şanslı olduğunu düşündü... Fenerbahçe şampiyon olursa eşi, Beşiktaş şampiyon olursa ailesi ile paylaşacaktı sevdiklerinin mutluluğunu.
Bir zamanlar nişanlısını “aman bizim evde futbol konuşma” diye kaç kere tembihlediğini hatırlayıp içinden gülümsedi ama surat ifadesinin sırıtma şekline girdiğini hissedip utandı.
“Deli diyecekler” diye endişelendi.
Şöyle bir göz gezdirdi çaktırmadan; sorun yoktu, herkes evine ulaşmak derdindeydi.
Bir tek arkasındaki gençler Fenerbahçe’ye girmiş çıkamıyorlardı.
“Gelecek sezon da kalmalı Pereira abi”...
“Boş ver ya futbolcular süper olmasa taşıyamazdı Fener’i... Göreceksin, acayip bir yabancı alır Aziz Yıldırım”... Zihnindeki not defterini açtı ve kaydetti... “Hoca gitmeli mi kalmalı mı?.. Bunu sorayım da ne kadar ilgilendiğimi anlasın Erkan”.
Akşama Fenerbahçe’nin maçı olduğunu biliyordu, evden çıktığında uyuyan kocasının televizyon karşısına kurulduğundan emindi.
Biraz da onun için acele ediyordu. Bir iki sosis biraz patates kızartıp eşinin keyfini katlayabilirdi.
Yine arkaya kulak kabarttı “Fenerbahçe kazanır” gibi net bir cümle duyabilir miyim diye.
Hayır. Futbolculardan bahsediyorlardı.
“İnşallah kazanır” cümlesi parlayıp söndü beyninde. Kocasının üzgün hali kolay kolay düzelmiyordu çünkü.
Etrafındaki hareketlenmeyi hissetti, “işte geldi” diye kıpırdadı içi... Önlerdeydi ve otobüste oturarak gidecekti hiç yoksa. Ayakta kalsa sallantıdan saçlarının bozulma ihtimali artardı.
Otobüse bindi. Kartını okuttu. Cam kenarındaki tekli koltukların kapıya yakın olanına kuruldu. Fenerbahçe kaşkollu genç ile arkadaşı yanından geçtiler, arkaya doğru ilerlediler.
Telefonundaki saatine baktı, 18.45...
“Acaba şarküteriden Amerikan salata da alsa mıydım” sorusu ile nöronları son kez dokundu birbirlerine.
Alevi göremedi, gümbürtüyü duyamadı bile.
Aynı anda ne bilinç kalmıştı ne beden bütünlüğü. Saçları kainattan aldığı moleküllere dönüştü. Planları, anıları, geleceği, muhtemel bebeği, kolyesi, küpesi, hiçbiri kalmadı.
Artık ne eşini, ne babasını, ne ağabeyini, ne arkadaşlarını, ne de Fenerbahçe’nin veya Beşiktaş’ın şampiyonluğunu görebilecekti.
Bilse şansına lanet ederdi beş dakika önce. Terör onu şanslı ve mutlu olduğunu düşündüğü bir anda yakalamıştı ki, alçak olmasının gereği miydi, bu yüzden mi alçaktı terör; bilinmez.
Kızılay’da vefat eden ilk 30’dan biriydi o... Ankara’daki 3. saldırıda, 37 ölü, 152 yaralı arasında 1 vatandaştı... Ve son dakikalarını böyle geçirdi belki; kim bilir!..
İş rakamlara indirgenince tahammül edilebilirdi ama bireyler, aileler, dostlar için aklın firar ettiği bir eylemdi terör.
Niyeti, kaynağı, aktörü, rejisörü, lanetliydi ve her şeyin önemini yitirdiği, hele futbolun esamesinin okunamayacağı kanlı bir kaostu. Yaklaştıkça daha yakan, daha acıtan cinstendi. Ama en uzaktakini bile kahredebiliyordu bir yandan.
Doğal olarak korkulurdu ondan.
Ama cesaret korkmamak değil, korktuğu halde üstesinden gelmeye çalışmaktan ibaretti.
Biz kendi vatanımızda bunalırken Pereira gibi bu topraklarla futboldan başka alışverişi olmayan insanların “burada kalınır mı” sorgulamasına girmesi eleştirilemezdi elbet.
Evet... Beğenmeyen, korkan gidebilirdi. Sadece teslim olmak yoktu teröre.
Biz kalacağız. Mücadele edeceğiz. Bağıracağız. Lanetleyeceğiz terörü.
Kaybettiğimiz huzuru geri alana kadar her şeyden fedakârlık edeceğiz ama hiçbir şeyi yok saymayacağız ki, ümitlenmesin, kazandım sanmasın alçak.
Tıpkı Şükrü Saracoğlu tribünleri gibi.
Kim bilir kaç tanesi vakti zamanında Fenerbahçe için “ölmeye geldik” temposu tutan binlerce insan, böylesine kalleş ve kanlı toplu ölüm karşısında maçı, golü, galibiyeti, şampiyonluğu, hatta Fenerbahçe’yi bir kenara koyup avazı çıktığı kadar bağırdı Kayserispor maçında.
“Vatan sana canım feda”.
“Yanındayız Ankara”...
Ne demek bu?..
“Sen yaptıklarının bedelini ödeyeceksin, biz yine huzur içinde maç seyredeceğiz” değil mi?
Gol anonsu bile yapılmadı Saracoğlu’da.
Sakın ha “Amma etkiledik” diye sevinmesin terör... Elbette kahrolduk ama mücadele hırsımız arttı.
Merak edenler bir daha izlesinler Fenerbahçe tribünlerini. Bütün kulüplerimiz ve taraftarları gibi hem vatansever hem futbolsever olmayı çok iyi bilen insanlarımızı görsünler.
Onlar korksun.
Umarım kurbanlar içinde değildirler ama öylelerse ruhu şad olsun hayal ettiğim saçları yapılı genç kadınlarımızın, taraftar kaşkollu delikanlılarımızın... Teröre kurban giden tüm vatandaşlarımız ışıklar içinde uyusun.
Aileleri, sevenleri bilsinler; pisi pisine ölmediler. Bu pisliklerin gerçek yüzünü ortaya sererek gittiler. Para, pul, mevki, siyaset, menfaat hatta futbol için düşman olmanın saçmalığını öğreterek can verdiler. Bizleri biraz daha kenetlediler.