Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’a, dün yaptığı basın toplantısında sordular:
“Beş puan önde olsanız yine bu basın toplantısını yapar mıydınız”?..
“Yapardım” diye yanıtladı Aziz Bey…
“Ercan Güven yazdığı için yapardım”!
Hayır; koltuklarım falan kabarmadı… Sadece espri bu…
Aziz Yıldırım’a yazı yoluyla ancak tek şekilde basın toplantısı yaptırabilirsiniz; o da çileden çıkartarak!
Oysa, kendisiyle aylardır tek kelime konuşmadığım halde benim yazım, onun basın toplantısında özellikle terör konusunda- söyledikleri ile bire bir örtüşüyordu…
Yani benim yazımın hiçbir “katkısı” da yok, “kabahati” de bu basın toplantısının kotarılmasıyla.
Yine de ikna olmadıysanız, kendiniz karar verin… Yazının ilgili bölümü aşağıda:
“KONUŞ AZİZ YILDIRIM”
….
Evet, ben de medya denilen organizmanın hücrelerinden biriyim... Ama zaman zaman “kanserojen” olup olmadığımız hakkında ciddi şüphelere kapılıyorum.
Bırakın şampiyonluk kaybetmeyi, tavlada şeş kapısını bile kaybetse sinirlenen ve karşısındakini ezmek için hiçbir hamleden çekinmeyen Aziz Yıldırım, tarihinin “en kıymetli” takımın kurmuş Fenerbahçe’nin avucundaki şampiyonluk kuşu uçarken, üstelik Konya maçında “bahaneye uygun” bariz bir hata varken “susma hakkını” kullanıyorsa, sebebi “ümitsizlik” olabilir mi?
En ümitsiz durumlarda bile dikleşmekten çekinmeyen Başkan’ın tavrına yorum gerekiyorsa, nasıl eşyanın tabiatına aykırı bir yerden başlayabilirdi yorumcu denilen “kanaat önderleri”?
Yahu, hiç fikriniz yoksa, düşünmek de zor geliyorsa, yazılanları okuyun bari!
Kaç kere altını çizdik Fenerbahçe’deki görece fair-playin.
Memleketin içinde bulunduğu ahval ve şeraitin gereği, bir gerilim unsuru da futbol olmasın diye suskunluğa büründüklerini kaç kere yazdık.
Bravo dedik. Kutladık.
Fena mı yapıyorlar yani? Ortalığı yangın yerine çevirseler, Beşiktaş’ın stadını bile ikinci palana itecek gerginlikler yaratsalar, rakiplerin kimyasını bozmaya çalışsalar daha mı iyi?
İşin en vahimi nedir biliyor musunuz?
Bu cümleleri kuran yorumcu meslektaşlarımın bal gibi farkında olmaları “Aziz Yıldırım sessizliği” sebebinin!..
Ve için için tam tersini istemeleri.
“Konuş Aziz Yıldırım” demeleri. “Konuş ki, konuşalım”!..
Yukarıda yazdığım gibi, salaklığı göze alan bir masumiyet ambalajında tahrik etmeleri Aziz Yıldırım’ı.
Konuşsun, konu çıksın, reyting artsın.
Olabilir... Bu da fikir özgürlükleri içinde değerlendirilir.
Lakin aynı şahıslar, konuşan yöneticilerin her kelimesini tepe tepe kullandıktan sonra bir de onları “çok konuştukları için” kınayıp, “futboldaki huzuru bozan şahıslar” olarak itham etmiyorlar mı; orada filim kopuyor bende.
Perhiz niyettir, lahana turşusu lezzet... Sonuçta bozmak için bile bir prensibe sahip olması lazım insanın.
Yorumcunun öz disiplinlisi makbul olmalı, sosyal medya ipoteklisi değil.
Yanal’a müebbet, Kocaman’a şartlı tahliye!
Herkes Pereira’dan sonra kim teknik direktör olacak diye merak edip bulamayınca tribünün ağzına bakıyor ya... Boşuna!
Yanıt; Yıldırım’ın basın toplantısında:
Rıdvan Dilmen’in, Turhan Sofuoğlu’nun, Oğuz Çetin’in veya İsmail Kartal’ın yeniden hoca olma ihtimali, bugüne kadar telaffuz edilenlerden kat kat fazla.
Hatta, yerli olursa bu isimlerden bir tanesi olur!
Çünkü kendilerine kapıyı sonuna kadar açtı Aziz Bey.
Nasıl mı?
“Ersun Yanal, benim başkanlığımdan sonra da bu kulübe teknik direktör olamaz” dedi; biiir...
“Aykut Kocaman, ancak ben başkanlığı bıraktıktan sonra dönebilir” dedi; ikiii.
Yani, Fenerbahçe’ye asla dönemeyecek olanlar kategorisi var ki bir çeşit müebbete mahkumlar...
Aziz Bey gidince dönebilecek olanlar kategorisi var-ki, şartlı tahliye hakkı kazanmışlar!
Bir de dönmesinde hiçbir sakınca olmayanlar var-beraat etmişler Aziz Yıldırım ceza yasasında!..
Başkanın evlatları
Sayın Yıldırım bir yandan da başkanlığı döneminde teknik direktör yaptığı Fenerbahçe evlatlarıyla gurur duyduğuna göre…
Yanal ve Kocaman yerine dört eski hocaya odaklanması gerekir eski defterleri karıştırmaya meraklı olanların.
Çuvaldızı kendimize batıralım!
Başkan ekran medyasına ne kadar ağır yükleniyorsa basın toplantısına katılan gazetecilere o kadar nazik davranmaya çalışıyordu. Aziz Yıldırım standartlarına göre “aşırı” bile sayılabilirdi.
Bir ara mikrofonu alan basın mensubunu tanımadı ve “siz hangi gazetede çalışıyorsunuz” diye sordu.
“İstanbul Gazetesi”…
“Satılıyor mu o gazete” !
“İşte” dedim, “ezmeye başlıyor yine”… Üstelik popüler olmayan bir gazetenin muhabirinden girerek... Gerçekten ayıp olacak!..
Devam etti Yıldırım; “Kaç tane basılıyor, kaç tane satılıyor”?
Ben yerin dibine geçtim. Küçümseme, hor görme kokusu alıyordum.
Bitmedi Yıldırım taarruz; “Peki kaça satılıyor İstanbul Gazetesi”?
Gazete yazarının yanıtı:
“50 kuruş, veya bir lira… Bilmiyorum valla”!
Aaa… Aziz Yıldırım dalga geçmeyi kesti gazetesinin fiyatını bilmeyen gazeteciyle… Oysa asıl o andan sonra hak etmişti makarayı… Ben olsam devam ederdim.
Yazını gönderiyormuşsun; bir kere bile satın almadın mı kardeşim?.. Hani konuya hakim olmak gerek falan diyorlar ya soru soran adamlar için; gazetesinin kaça satıldığını bile bilmeyenler çıkıyor maalesef.